Filenin Efeleri turu ev sahibinden aldı
OECD verilerine göre Türkiye'de depresyon ilaçlarının kullanımında 11 yılda çarpıcı bir artış var. Olası nedenleri ve antidepresan kullanımında dikkat edilmesi gerekenleri Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Burhanettin Kaya ile konuştuk.
Depresyon ve anksiyete dünya genelinde adeta bir salgın gibi yayılırken Türkiye’de de her geçen gün daha fazla insanın hayatını etkiliyor. OECD verilerine göre ülkemizde 11 yılda antidepresan kullanımı yüzde 60,55 gibi dikkat çekici bir oranda arttı. 2010 yılında bin kişiye düşen günlük antidepresan dozu 32,7 iken bu sayı 2021’de 52,5’e yükseldi. Türkiye Psikiyatri Derneği Üyesi ve Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Burhanettin Kaya ile bu dramatik artışın olası sebeplerini konuştuk. Prof. Dr. Kaya, antidepresan kullanımı sırasında dikkat edilmesi gerekenler hakkında da önemli bilgiler paylaştı.
Türkiye’de antidepresan kullanımının bu denli artış göstermesinin altında yatan temel sebepler neler olabilir?
Aslında sadece Türkiye’de değil, genel olarak dünyada bir artış eğilimi var. Bu da depresyonun küresel ölçekte en yaygın ruhsal bozukluk olmasıyla ilgili. Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Bankası’nın yaptığı projeksiyon çalışmalarına göre 2030 yılında depresyon sadece ruhsal hastalıklar arasında değil, tüm hastalıklar içinde dünyada en sık rastlanan hastalık olacak.
Dünyada depresyonun giderek artışı belki de neoliberal politikaların doğal bir sonucu. Tüm dünyada sistemler, vaat ettikleri mutlulukları gerçekte sunamıyorlar. Sosyoekonomik değişimler, krizler, istihdam politikaları, savaşlar, yaşanan travmalar, yalnızlaşma gibi faktörler bu duruma katkıda bulunuyor. Mutsuzluk, karamsarlık, hayattan tat almama gibi faktörler artıyor. Geleceği bilememenin getirdiği çözümsüzlük, çaresizlik hisleri de doğal olarak depresyonun yaygınlaşmasına yol açıyor.
Depresyonun dünya genelinde en yaygın ruhsal hastalık olduğunu belirttiniz. Peki, depresyonu takip eden en sık ruhsal hastalıklar hangileri?
Dünya çapında yeti kaybı yapan 10 hastalıktan beşi psikiyatrik sorunlar. Bunlar arasında ilk sırada depresyon yer alıyor. Ardından anksiyete bozuklukları, psikotik bozukluklar, bipolar bozukluk ve madde bağımlılıkları geliyor. Ne yazık ki bu hastalıkların giderek daha fazla insanı etkilediği de bir gerçek.
Türkiye’de depresyon yaygınlığıyla ilgili bir çalışma var mı?
Maalesef ruh sağlığıyla ilgili epidemiyolojik araştırmalar (ruh hastalıklarının toplumdaki yaygınlığını ve dağılımını inceleyen çalışmalar) çok uzun süredir yapılmıyor. Ülkemizde en son 1988’de ‘Erişkin Ruh Sağlığı Profili’ adında bir uluslararası araştırma gerçekleştirildi. Araştırmanın Türkiye partneri Sağlık Bakanlığı’ydı, çalışmayı da Hacettepe Üniversitesi yürüttü.
Aradan 36 yıl geçti, ülkemiz birçok doğal afet, katliam ve ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldı. Kuşak değişti, demografi farklılaştı ve ruh sağlığı profilimizde muhtemelen önemli değişiklikler yaşandı. Fakat ne yazık ki şu anda ülkenin ruhsal sağlık profili hakkında net bir bilgiye sahip değiliz. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda bir girişimi de yok. Üniversitelerde yapılan çalışmalar da genellikle daha biyolojik temelli ve küçük ölçekli. Dolayısıyla epidemiyolojik verilere çok az erişimimiz var. Fakat şöyle genel bir bilgi verebilirim: Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan araştırmalar ve yayımlanan raporlara göre depresyon, dünya genelindeki beş kişiden birini etkiliyor.
OECD’nin verilerine göre Türkiye’de 2010-2021 yılları arasında antidepresan kullanımında düzenli artış var. Yalnızca 2013 yılında küçük bir düşüş olmuş. (Bin kişiye düşen günlük antidepresan dozu 36,3). Bu düşüş sizce anlamlı mı?
Hayır, özel bir anlamı yok. Teknik nedenlerle olabilir. Yoksa insanların ruh sağlığında o yıla özgü bir düzelme yaşandığı anlamını taşımıyor.
Peki Türkiye’de antidepresan kullanımının artışında kamu hastanelerinde kısıtlı muayene sürelerinin rolü olabilir mi?
Evet, olabilir. Ama artışın en önemli sebebi yoksulluk, istihdam modellerinin değişmesi, güvencesiz çalışma tarzında artış, yaşanan siyasal çatışmalar, deprem gibi doğal afetler. Bu faktörler depresyon oranlarını artırdığı için antidepresan kullanımı da artmış olabilir.
İkinci önemli sebep ise 2003’te uygulanmaya başlanan ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’. Bu programla sağlık, temel bir insan hakkı olmaktan çıkarıldı ve ticari bir nesneye dönüştürüldü. Kamu hastaneleri güçlendirilmedi. Sağlık hizmetleri, temel motivasyonu kâr elde etmek olan özel sağlık sistemine taşındı. Bu da doğal olarak sağlık hizmetinin niteliğinde değişmelere neden oldu. Sağlık ocağı kalktı, aile hekimliği modeli devreye girdi. Yani koruyucu hekimlik bitti ve tedavi hekimliği öne çıkarıldı. Böyle olunca da bütün basamaklarda hasta yükü arttı.
Muayenelerin çok sık olması gibi hizmet değişiklikleri, hekimleri ruhsal problemler karşısında önce ilaç yazmaya itti. Ama size 10 dakika muayene hakkı verilirse ne yapabilirsiniz ki? Hızlı bir muayeneyle hastanın ruhsal durumunu kabaca anlamaya çalışıp bir antidepresan başlarsınız. Psikoterapi eğitimleri alsanız bile uygulayamazsınız. Çünkü kamu hastanesindeki sistem buna izin vermez. Psikoterapi ihtiyacı olanlar ancak özel muayenehanelere gitmek zorunda. Sağlık sistemimiz koruyucu ruh sağlığı niteliği taşımıyor. Ne yazık ki ilaç yazmanın tek seçenek olduğu bir ruh sağlığı hizmeti öne çıkıyor. Bu da doğal olarak antidepresan kullanımının artışıyla sonuçlanıyor.
Tabii ruh sağlığı sisteminde başka ciddi sorunlarımız da var. Bir ruh sağlığı yasamız olmadığı için mesleki tanımlar eksik. Ehliyeti olmayan, kendini ‘ruh sağlığı çalışanı’ diye gösteren psikolojik danışma merkezlerinde insanlar yardım arıyor. Ve bu merkezlerde bilim dışı yöntemler de kullanıyor. Haliyle insanların sorunları çözülmüyor ve çaresizlik hisleri, umutsuzlukları daha da artıyor.
Türkiye’de antidepresanlar reçetesiz satılabiliyor mu?
Hayır. Yaklaşık 10 yıl önce antidepresanlar reçeteye tabi ilaçlar kategorisine alındı. Eskiden bu ilaçları birinci basamak hekimleri yazabiliyordu. Fakat artık yalnızca psikiyatristler ve kısmen nörologlar reçete edebiliyor.
Sadece antidepresanlar için değil, uzmanlık gerektiren herhangi bir ilaç reçetesiz verilmemeli. Eskiden “Komşum kullandı, ona iyi gelmiş. Ben de alayım” şeklinde bir yaklaşım daha sıktı. Bu tür hekim denetimi olmadan kullanılan ilaçlar çok olumsuz sonuçlara yol açabilir. Örneğin antidepresanlar bazı durumlarda başka bir hastalığı tetikleyebilir, mevcut başka bir hastalığı olumsuz etkileyebilir veya gereksiz yere bu ilaçlar kullanılabilir. O nedenle antidepresanların reçetesiz alınamaması doğru bir uygulama.
Türkiye’de reçete edilen antidepresanlar daha çok yerli ilaçlar mı yoksa ithal edilenler mi?
Sizinle söyleşimiz öncesinde Türkiye’de ilaç endüstrisindeki imalat-ithal ilaç oranlarını inceledim ve şunu gördüm: Ülkemizde yerel üreticilerin üretimi yıllar içinde azalmış, ithal ilaçların ise payı artmış. Şu anda ülkemizde ilaç üretimi büyük oranda paketlemeye yönelik. Yani firmalar hammaddeleri dışarıdan ithal ediliyor, daha sonra ilaçları kapsüllere, tabletlere dönüştürüp kutuluyorlar. İlaçlar konusunda ne yazık ki dışa bağımlı durumdayız.
Peki antidepresanların kullanım süresi konusunda bir limit var mı? Bu ilaçlar ne kadar süre kullanılmalı?
Bir ilaç başlandıktan sonra etkili olup olmadığı, doz ayarlaması, ilaç ekleme gibi kararlara dair ilk değerlendirme dört-altı hafta içinde yapılır. Hastalığa göre değişilmekle birlikte antidepresanların genellikle en az altı ay kullanılması önerilir.
Tabii depresyon tedavisinde antidepresanlar altı ay kullanılsa bile ilaç bırakıldığında nüks oranı yüksek. Bu nedenle son yıllarda antidepresanların bir ila iki yıl arasında devam edilmesine yönelik bir yaklaşım var.
Genellikle bir antidepresan başlayınca hastanın en az bir yıl kullanmasını tercih ederiz. Daha sonra hastalığın seyrine bakıp karar veririz. Hastanın bireysel, sosyal ve tanısal özellikleri gibi faktörlere göre ilacı iki yıla kadar uzatabiliriz. İlacı bıraktığında iki-üç ay içinde belirtileri nüks eden, iç görüsü daha zayıf olan, psikoterapötik ilişkiyi yürütemeyen, yani daha ilaç odaklı gitmemiz gereken hastalarda daha uzun yıllar kullanabiliriz.
Antidepresan kullanımında doğru bilgiye sahip olmak ve dikkatli olmak önemli. Bu noktada Prof. Dr. Burhanettin Kaya’nın önerileri rehberiniz olabilir:
📍 Öncelikle bir hekim size antidepresan önerdiyse ilacın etkileri hakkında mutlaka bilgi edinin. Hekiminizden yan etkiler konusunda ayrıntılı bilgi alın. Zaman sıkıntısı nedeniyle bu konu bazen atlanıyor. Hasta da yan etkiler yaşayınca paniğe kapılabiliyor. Bazı ilaçlar iştahınızı kapatabilir, bazıları esneme hissi yaratabilir veya ağız kuruluğuna neden olabilir. Bunlar beklenen ve genellikle bir süre sonra tolere edilen yan etkilerdir. Beklenmedik yan etkiler yaşadığınızda doktorunuza danışmayı ihmal etmeyin.
📍 Antidepresanlar nadiren fark edilmemiş bir bipolar bozukluğun mani atağını tetikleyebilir. Eğer aşırı neşe, fazla özgüven, uyku ihtiyacının azalması, çok konuşma, sürekli para harcama gibi belirtiler fark ederseniz doktorunuzu bilgilendirin. Çünkü bunlar bipolar bozukluktaki mani atağını ele veren işaretlerdir.
📍 İlacınızı hekiminizin önerdiği dozda kullanın. “Bana iyi geldi, iki tane alayım”, “Daha kötü oldum, dozu azaltayım” gibi yaklaşımlardan uzak durun. İyileşme sürecinizde doz değişiklikleri önemlidir ve bu konuda hekiminizin deneyimi ve uzmanlığına güvenin.
📍 Birçok kişi antidepresan başladıktan birkaç ay sonra belirtileri düzelince “İyileştim, artık ilaca ihtiyacım yok” diye düşünüp ilacı bırakabiliyor. Ancak antidepresanların etkinliğinin kalıcı olması için ilacı en az altı ay, belki daha uzun süreli kullanmanız gerekebilir. Aksi takdirde belirtiler birkaç gün sonra yeniden, hatta daha şiddetli formda ortaya çıkabilir.
📍 Antidepresanların milyonda bir görülen yan etkilerini sanki çok sık rastlanıyormuş gibi yansıtanlarla karşılaşabilirsiniz. Korku körükleyip sizi bitkisel ilaçlara veya bilim dışı yöntemlere yönlendiren umut tacirlerine karşı dikkatli olun. Antidepresanları kötüleyip kendi hazırladıkları karışımları, bitkileri pazarlamaya çalışan doktor ünvanlı kişilerin bile olduğunu unutmayın. Şarlatanlara pirim vermeyin, önce doktorunuzla konuşun. Yanlış bilgilerle hareket etmek sağlığınıza zarar verir.
Prof. Dr. Burhanettin Kaya’ya göre antidepresanlar kişiliği değiştirmez, hemen etki etmez ve bağımlılık yapmaz. Bu ilaçların bazı durumlarda hayat kurtarıcı olduğunu söyleyen Dr. Kaya, antidepresanlarla ilgili sık karşılaşılan mitleri anlattı:
1) Antidepresanlar kişiliği değiştirir: Antidepresanlar kişilikte herhangi bir değişime yol açmaz. Ancak antidepresanlar önceden fark edilmeyen bir bipolar bozukluğun mani belirtilerini açığa çıkarabilir. Bu durum da dışarıdan kişilik değişikliği gibi algılanabilir. Böyle bir tablo gelişirse tanı değişir, tedavi planı da buna göre şekillenir.
2) Antidepresanlar yalnızca depresyon için kullanılır: Antidepresanlar aynı zamanda obsesif kompulsif bozukluk, anksiyete bozuklukları, bedenselleştirme bozuklukları gibi birçok farklı hastalığın tedavisinde de etkilidir. Ayrıca bazen migren gibi nörolojik hastalıkların belirtilerini hafifletmek için de kullanılabilirler.
3) Antidepresanlar hemen etki eder: Hayır, antidepresanlar ağrı kesiciler gibi hemen etki etmez. Antidepresanların etkisi iki ila dört hafta arasında başlar. Etkinliğin görünürlüğü en az dört haftada elde edilir. Metabolizması farklı olgularda bu süreç altı-sekiz haftaya kadar uzayabilir. Obsesif kompulsif bozuklukta bu süre altı-sekiz haftayı bulabilir.
4) Antidepresanlar bağımlılık yapar: Kesinlikle yapmaz. Bazı antidepresanlar aniden kesildiklerinde geçici bir süre baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı, kafa arkasında elektrik çarpmasına benzer hisler gibi bazı şikayetlere neden olabilirler. Bunlar da genellikle “İlaç bağımlılık yaptı” gibi bir algıya sebep olur. O nedenle biz ilacı birden değil, doz azaltarak keseriz ki bu tür kesilme belirtileri yaşanmasın.
Bu arada bağımlılıktan söz etmek için üç kriterimiz var: Bir, ilacı almaktan kendini alıkoyamama. İki, ilaca tolerans gelişimi yani aynı etkiyi elde etmek için giderek daha yüksek doza ihtiyaç duyma. Üç, ilacı bıraktığında yoksunluk belirtilerinin ortaya çıkması. Bu tür etkilere antidepresanlar değil, benzodiazepin grubunda yer alan ilaçların kontrolsüz kullanımı yol açar.
5) Antidepresan olmadan hayatım düzelmez: “İlaç iyi geldi, bırakırsam kötüleşirim”, “İlaç olmadan yaşayamam” gibi inançlar nedeniyle hekim önerse bile bazı hastalar ilacı bırakmayı istemeyebiliyor. Oysa zamanı geldiğinde ilaçlar bırakılmalı. Depresyon tedavisinde psikoterapi, yaşam tarzı değişiklikleri ve destekleyici sosyal ilişkiler gibi diğer tedavi yaklaşımlarının da önemli olduğu akılda tutulmalı.
6) Antidepresanlar herkes için aynıdır: Bir hastaya iyi gelen antidepresan başka birinde aynı etkiyi yaratmayabilir. Metabolizma, farmakogenetik özellikler, yaş ve diğer sağlık sorunları gibi faktörler antidepresan seçimini etkiler. Bazı kişilerde yüksek dozlar gerekebilirken diğerlerinde düşük dozlar yeterli olabilir. Bu nedenle her hastanın durumu bireysel olarak değerlendirilir ve en uygun tedavi seçeneği belirlenir. Bu süreç klinik takiple mümkün olur.
7) Antidepresan kullanmak zayıflık göstergesidir: Aksine bir insanın ruhsal çökkünlük veya kaygı bozukluğu nedeniyle uygun bir tıbbi tedavi alması cesaret taşıdığı anlamına gelir. Ruhsal sağlık sorunları da bedensel sağlık sorunları kadar ciddi ve tedavi edilmesi gereken durumlardır. Dolayısıyla antidepresan kullanmak kişinin kendine ve ruhsal sağlığına değer verdiğini, iyileşmeye yönelik adımlar attığını gösterir. Dünya çapında birçok güçlü bilim insanı, lider ve sanatçı antidepresan kullanarak ruhsal zorlukları aşıyor ve üretkenliklerini sürdürüyor. Antidepresanlar bazı durumlarda hayat kurtarıcıdır.
Üzüntülü duygular yaşamak doğal bir deneyim. Hepimiz zaman zaman kendimizi üzgün, hüzünlü veya kederli hissedebiliriz. Prof. Dr. Burhanettin Kaya, depresyon tanısı koyabilmek için belirtilerin iki haftadan uzun sürmesi ve günlük yaşamı olumsuz etkilemesi gerektiğini söylüyor: “Depresyonun yaygın belirtileri arasında hayattan zevk almama, karamsarlık, mutsuzluk, bitkinlik, yorgunluk, isteksizlik, uyku bozuklukları, içe kapanma, iştah değişiklikleri ve istenmeyen düşüncelerin sıklıkla gelmesi bulunuyor. Eğer belirtiler günün çoğunda sizi etkiliyor, işe gitmekte güçlük, sorumlulukları yerine getirememe, kişisel bakımda zorlanma gibi durumlar yaşıyorsanız bir psikiyatri uzmanından yardım alın.”
Prof. Dr. Kaya, ‘distimik bozukluk’ adı verilen bir depresyon türüne de dikkat çekiyor: “Distimik bozukluk, en az iki yıl süren, toplamda iki aydan uzun iyilik hali görülmeyen, hafif belirtilerin yaşandığı ama süreğen bir depresyon türüdür. Genellikle yorgunluk, bitkinlik, isteksizlik gibi yakınmalarla kendini gösterir. Distimik bozukluğu olanlar klasik depresyondaki gibi belirgin yakınmalar yaşamadığı için genellikle yardım almazlar. Fakat işlevsellikleri çok bozulur. O nedenle bu tür silik ama uzun süreli belirtileri olanların da uygun tedavi için psikiyatri uzmanına başvurmaları önemli.”