‘Şair ceketli çocuk’ Kazım Koyuncu’nun şarkıları da isyanı da hala dillerde

18 yıl önce bugün kaybettik 'şair ceketli çocuk' Kazım Koyuncu'yu. 34 yaşındaydı, yaşasaydı bugün 52'sinde olacaktı. Binlerce Karadenizli gibi Çernobil mağduruydu. Arkasında klasikleşen şarkılarını ve isyanını bıraktı. Şarkıları hala dillerde, isyanının da hala hayatta karşılığı var.

25 Haziran 2023

“Şair ceketli çocuk” diyorlardı ona. 34 yaşında terk etti bu diyarı. Ama ismiyle, şarkılarıyla, isyanıyla hala yaşıyor. Kazım Koyuncu’dan bahsediyoruz. Yaşasaydı 52 yaşında olacaktı. Gencecik yaşında vefat etmesi kader değildi elbet. Binlerce Karadenizli gibi Çernobil mağdurlarındadı o. Hani Özal’ın bir bakanı vardı ya, adı da Cahit Aral. Özal’dan aldığı talimatla zekamızla alay edercesine “Çay da radyasyon yok” deyip gözümüzün içine baka baka içmişti ya çayı. İşte o ve onun gibi yalancı siyasetçilerin kurbanı oldu Koyuncu.

Zaten Aral gibi yalancı siyasetçileri hiç affetmedi. Onlar için “O çayı içen biri geri zekâlıdır… Ben kendi zekâmla ve felsefemle ölümü, hayatı uzatabilirim, kısaltabilirim, her şeyi yapabilirim. Peki, benim köyümdekiler, anasının kuzusu çocuklar, 16 yaşındaki kız o neyi düşünsün, hangi felsefeyi düşünsün? Onun annesi hangi felsefeyle acısını yumuşatsın? Sen kimsin, o acıları onlara tattırabiliyorsun? Bu ülkenin politikacılara, yalancılara ihtiyacı yok. Kendi onuruna sahip çıkmış, kendi kişiliğine sahip çıkmış hâline ihtiyacı var…” diyecekti.

1971 yılının 7 Kasım’ında Hopa’da doğmuştu Kazım Koyuncu. O dönemki birçok çocuk gibi nüfusa geç yazılmıştı. Altı ay sonra nüfus müdürlüğünün kayıtlarına girebilmişti. Altı çocuklu bir ailenin beş numarasıydı. Babası Cavit Bey berber olsa da devrimciydi. Türkiye İşçi Partisi gönüllerindendi ve dükkanı da solcu gençlerin buluşma yeriydi. Kazım Koyuncu’nun “Devrimci bir babanın devrimci oğluyum” demesi bu yüzdendi. Ki devrimci baba 12 Eylül askeri darbesi sonrasında Erzurum’da altı ay hapis yatmış, annesi Hüsniye Hanım’ın direngen hali aileyi ayakta tutmuştu.

Babası açtı kapıyı, o da o kapıdan yürüdü gitti

Ama kitap sevgisi de müziğe başlama vesilesi de babası sayesindeydi. Bulduğu her kitabı okuyan, okuyacak kitap kalmayınca ansiklopedilerde keşfe çıkan Koyuncu babasının ona aldığı bir mandolinle başladı müzik çalmaya. Sonradan amcası Almanya’dan gitar alacaktı o da o gitarla devam edecekti müzik yolculuğuna.

Öyle okulda takdir falan alan bir çocuk değildi. Lakin üniversite sınavını kazanmış 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetemi bölümüne girmişti. Köyünden 17 yaşında çıkan Koyuncu üniversite okumak için İstanbul’a gelecekti. İstanbul’daki ilk 1 Mayıs’ında bildiri dağıttığı için gözaltına alıdı ve babası gibi altı ay hapis yattı. Okuduğu bölüme pek ısınamamıştı. Bir karar vermesi gerekiyordu. “Okulu bitirip kaymakam falan olacaksın ya da kendi istediğin işi yapacaksın ama hep soru işaretleri olacak. Sonu nereye varacak? Bu tercihlerden soru işaretli olanını tercih ettim” diyerek anlatacığı bir süreçti bu. Serde derdini anlatacağı, isyanını dillendireceği bir altın bileziği vardı: Müzik…

Ve kararını verdi kaymakam olmak yerine, müzikle yoluna devam edecekti. Ali Elver ile Grup Dinmeyen’i kurdu, sonra Mehmedali Barış Beşli’yle Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) grubunu. Lazca rock yapıyorlardı. İki albüm yaptıktan sonra grup dağıldı ve Kazım Koyuncu tek başına müzik yolculuğuna devam etti.

“Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan çekinmem” diyen Koyuncu solo kariyeri boyuncu ‘Viya!’ (2001) ve ‘Hayde’ (2004) adlı iki albüm yaptı. Yaşasaydı daha çok albüm yapacaktı ama olmadı.

Özellikle gençler çok seviyordu Koyuncuyu o da gençleri. “Belirli bir yaştan sonra, hayatla birebir bağlantı içerisine girdikten sonra o hayata bir şey katamayacağımızı düşüyorum. Bu biraz ağır bir konuşma olabilir ama askerliğini bitirmiş, evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, çalışan bir insan risk almaz. Çok bağımsız çok acayip fikirler kurup onların peşinden gitmez. Oysa hayatı bir ileriye götüren şey hayallerimiz. Hayallerimizi gerçekleştiren şey ise cesaretimiz. Gençken insan cesur olabiliyor. Ben onların hayatını çok önemsiyorum. Çünkü hayat oradan yeni bir şekil alabilir. Onların fikirlerinden, yanlışlarından ve doğrularından hayat bir yere ulaşabilir. Yetişkinlerin doğrularıyla gençlerin yanlışları arasında çok büyük bir fark yok yani en kötü olasılıkla yetişkinlerin yaptıkları doğrular kadar önemlidir, gençlerin yanlışları” diyerek genç cesaretinin hep arkasında durmuştu.

2004 yılının sonlarına doğru testis kanseri teşhisi konuldu. Ama “Ha kanser ha konser” diyerek müzik çalışmalarına devam etti. 4 Şubat 2005’te şimdilerde artık yerinde yeller esen Taksim’deki Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde sevenleriyle buluştu. Saçlarını kestirmişti ve onu sevenler de destek olmak için saçları kestirdi.  O gün o konsere gelenler hatırlayacaktır, sevgi seline karışan coşku Yeni Melek’in duvarlarına işledi.

‘Öldük ama şarkılar da söyledik’

Sonra günlerde veda gibi bir konuşma yaptı “Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar’a, ateş hırsızlarına, Ernesto Che Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.

Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”

25 Haziran 2005’te tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Doğup büyüdüğü memleketine götürülecekti cenazesi. Kâzım Koyuncu’yu İstanbul’dan uğurlamak üzere ertesi gün Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda bir tören düzenlendi. Genç yaşlı, iş insanı, işçi, öğrenci, sanatçı, toplumun tüm kesimlerinden gelip Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nu dolduranları acılarını isyana dönüştürmüş Çernobil kazasından sonra kayıtsız kalan devlet, hükûmet yetkililerinin tutumlarını sorgulamıştı.

Koyuncu’yu taşıyan aracın arkasından Taksim’e kadar yürüdü, sloganlarını kesmedi. Aynı akşam Trabzon Havaalanı’nda olan Karadenizliler doğduğu Hopa’ya doğru arkasından büyük bir konvoy oluşturdular. Yağmur altında Trabzon’un, Rize’nin ilçelerinden geçerken otoban kenarlarından, balkonlardan, pencerelerden isyankar çocuklarına el salladılar bağırlarına bastılar.

Kazım Koyuncu’nun şarkıları hala söyleniyor. Hikayesi hala anlatılıyor, isyanının hala hayatta karşılığı var. Teşekkürler dünya demişti. Teşekkürler Kazım Koyuncu, demirin tuncuna kaldığımız dönemde bize her şeye rağmen şarkı söylemek gerektirdiğini hatırlattın için.

Ayhan Işık'ın çilesi: Bir şehir efsanesi 44 yıldır sürüyorAyhan Işık’ın çilesi: Bir şehir efsanesi 44 yıldır sürüyor

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.