Erkekler Kupa Voley’de finalin adı Halkbank-Arkas
Fenerbahçe derbisi öncesi Galatasaray tribünleri ‘Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı’ yazılı bir pankart açmıştı ama mücadele sonunda sınıfta kalan Sarı-Kırmızılı takım oldu.
Bitime iki viraj kala zirve ortakları dün gece RAMS Park’taydı. Denklem belliydi: Ev sahibine galibiyet, hatta beraberlik yetiyordu, konuk takımın yarışta tutunması içinse mutlaka kazanması gerekiyordu. Karşılaşma öncesi son haftalardaki form durumlarına bakılırsa Galatasaray kâğıt üzerinde de favoriydi. Yani her şey Aslan’ın lehine gibiydi. Lakin dün Sarı-Kırmızılı camia ve taraftarlar için ‘Kara Pazar’a dönüştü. Okan Buruk’un öğrencileri maç ne 11’e 11 oynanırken ne de rakip Djiku’nun 22’de atılmasıyla 10 kişi kalmasının ardından hiçbir refleks gösteremedi, İsmail Kartal’ın öğrencilerinin ortaya koyduğu cesur, direnç gücü yüksek oyunu tıpkı tribündekiler gibi seyrettiler ve evinde bayram olmasını beklediği ortamı hüzün merkezine çevirdiler.
Galatasaray son haftalarda iyi oynarken birkaç arıza yine de kendisini gösteriyor ama alınan ışıltılı galibiyetler bu sorunlu parçaların halı altına süpürmesine neden oluyordu. Bu konuda ben müsterihim, son maçlardaki yazılarıma ve dünkü derbi analizime bakabilirsiniz. Takımın üç ‘Almancı’sı Kerim Demirbay, Kaan Ayhan ve Derrick Köhn karşılaşmalar kazanılırken de vasattılar. İçlerinden Demirbay dalgalı performansıyla dikkat çekiyor, ilk yarıları kötü oynamasına karşın ikinci yarılarda ‘faça’yı düzeltiyordu. Dün bu üçlü yine takımın sırıtan isimleriydi.
‘Can damarı’ konumundaki Barış Alper’i ise Kartal son derece başarılı kelepçelemişti, o durunca Mertens de durdu ama zaten top oynayan, daha dinamik olan taraf Fenerbahçe’ydi ve Galatasaray kanadı kendi oyun planını sahaya yansıtmaya fırsat bulamıyordu. Buruk’un öğrencilerde sanki “Biz çoktan şampiyon olduk, bu maçı da bir şekilde alırız, en azından berabere bitiririz” hissi vardı ya da şöyle söyleyeyim, dışarıdan bakıldığında ruh durumları ve beden dilleri bizi böyle düşünmeye sevk ediyordu. Rakip hele hele çok çok erken dakikalarda eksik kalınca bu hissiyat adeta tavan yaptı. Öyle ki ilk yarı boyunca şutları bile yoktu, tek pozisyonlarını Barış Alper’in autu boylayan kafa şutuyla buldular. Fenerbahçe’de ise Fred daha isabetli vursa ilk perdeyi de önde kapatacaktı.
Benzer gamsız ve etkisiz durum, ikinci yarıda da kendisini tekrarladı. Sarı-Lacivertliler ise eksildikçe çoğalır bir görüntüdeydi, 10 kişi oynadıklarını kalan bölümün hiçbir anında hissettirmediler. Dakikalar ilerledikçe direnç kazandılar, rakibinin aymaz görüntüsü de “Bu maçın kazanabiliriz” duygusunu daha üst seviyelere taşıdı ve nihayetinde köşe vuruşu sonucu kazanılan bir golle de maçı kazanmayı bildiler…
🟡🔵 Çağlar Söyüncü’den Fenerbahçe’ye derbide galibiyeti getiren gol! #GSvFB pic.twitter.com/KyApQlRlwA
— beIN SPORTS Türkiye (@beINSPORTS_TR) May 19, 2024
Galatasaray’da bu maçın faturasını kime kesmek gerekiyor peki? Okan Buruk son haftaların kazanan takımını bir rötuşla (Abdülkerim’in yerine Sanchez) sahaya sürmüştü. Dolayısıyla teorik olarak teknik direktör cephesinde ilk aşamada sorun yoktu ama belki yazının başlarında altını çizdiğim takımın zayıf halkalarının çizgilerini yukarı çıkarma yönünde bir dokunuşta bulunabilirdi. Maç içinde ise oyuncu değişikleri doğru hamlelerdi ama dün adeta takımın üzerinde özel bir motivasyonsuzluk, ağırkanlılık, kendi oyununu ortaya koyma yerine rakibi seyretme hali vardı. Bu durumun üstesinden ne Okan Buruk ne de sahadaki oyuncular gelebildi.
Ben kendi adıma dün Fenerbahçe’nin oyunu kendi sahasında kabul edip hızlı kontralarla sonuç almayı deneyeceğini sanıyordum. Çünkü Galatasaray sezon boyu kontra yediği maçlarda kalesinde sorun yaşıyordu ve çoğu kez rakip oyuncuların kısıtlı kapasiteleriyle ataklar golle sonuçlanmadığı için bu problem kendini hissettirse de sonuca yansımıyordu. Sarı-Lacivertli takımda ise ani çıkışları sonucu dönüştürecek usta ayaklar vardı ve bu oyun planı doğru görünüyordu. Lakin İsmail Kartal ve talebeleri hücumu düşünerek oynadı ve rakibinin oyununu izlemek yerine kendi oyunlarını seyrettirdiler. Yardımlaşma, ev sahibinin etkin isimlerini kilitleme, topu olumlu kullanma, karşı kaleye en kısa ve doğru hamlelerle gitme konusunda son derece iyiydiler. Velhasıl Fenerbahçe dün 11 kişiyken de bir eksikken de sahanın hâkimiydi ve galibiyeti fazlasıyla hak etti. Haftaya son bir dönemeç kaldı, malum Galatasaray Konyaspor deplasmanından bir puan alsa bile şampiyon olacak ama dünkü maç da ‘Derbi tarihi’ndeki özel yerine yerleşecek.
Bu sonucun artçılarına gelince; ezeli rakibinin ‘rekor serileri’ni bitiren bu galibiyetle birlikte bence Ali Koç’la Aziz Yıldırım arasındaki başkanlık yarışında, şimdiki yönetimin elinin güçlendiği kanaatindeyim. Takım şampiyon olsa da olmasa da derbi galibiyeti önümüzdeki sezon bu kadronun birkaç takviyeyle yola devam edilmesine ortam sağlayacak gibime geliyor. Ali Koç altı yıllık başkanlık serüveni boyunca ‘İyi hoca, kötü kadro’ ya da ‘Kötü hoca iyi kadro’ denklemleriyle baş başa kaldı. Bu kez (İsmail Kartal’a yönelik eleştirileri göz önüne alarak söylüyorum) elde ‘iyi kadro’ var, tek yapılacak hamle ‘iyi hoca’yı bulmak ve geleceği teminat altına almak…
Toparlarsak dün maç öncesi Galatasaray tribünleri ‘Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı’ yazılı bir pankart açmıştı ama mücadele sonunda sınıfta kalan Sarı-Kırmızılı takım oldu. Rodrigo Becao, İsmail Yüksek, İrfan Can Kahveci ve Cengiz Ünder gibi eksiklere sahip rakiplerine mağlup oldular…
Son bir not da maç öncesi gerilim kıvılcımını ateşleyen Mert Hakan Yandaş’a. İki takım adına karşı cephelerde nefret ögesine dönüşen futbolcular tarih boyunca vardı. Bu kategoride son dönemde akla gelen isimler Volkan Demirel, Felipe Melo, Emre Belözoğlu vs’ydi. Ama tüm bu oyuncular aynı zamanda son derece yetenekli, başarılı profesyonellerdi. Yandaş ise bence sıradan bir oyuncu ve yetenekleriyle değil bu tür gereksiz hal ve tavırlarıyla öne çıkmaya çabalıyor ve de kendine camiasına böyle kabul ettirmeye çalışıyor. Ama ortamı germenin dışında öne çıkan bir vasfı yok ve bu özelliğiyle tarihe geçmesi pek de mümkün görünmüyor.
Bu arada maç futbolcular henüz ısınırken gerginleşti, mücadele esnasında da gerginlik vardı ama bütün bunları bir nebze sineye çekmek mümkün, çünkü futbolcular oyunun gerçek sahipleri, zaman geliyor geriliyorlar, sinir harbinin parçası oluyorlar. Ama karşılaşma sonrasında, yönetici odaklı stadyum ve koridorlardaki gerilimi anlamak pek mümkün değil. Kerli ferli insanların ergen halleri ve gereksiz ‘horozlanmalar’ bana çok tuhaf geliyor. Sonuç itibariyle maçın en yakışıksız bölümü ‘jenerik yazıları’ yazılırken karşımıza çıkanlardı.