‘Kapalıçarşı’da niçin farklı kur oluşuyor?’
Eski Hazine Müsteşarı ve iktisatçı Mahfi Eğilmez’e göre sorunumuz sadece cari açığı toparlamak, enflasyonu düşürmek olsaydı iş zor değildi. Ancak bu kez durum farklı.
Türkiye’de seçimlere bir haftadan daha kısa bir süre kalmışken, herkes 14 Mayıs sonrasını düşünmeye ve olası senaryolarla ilgili planlar yapmaya başladı. Ancak herkesin en çok merak ettiği konu doğru politikaların uygulanması durumunda Türkiye’nin kadar zamanda toparlanacağı. Eski Hazine Müsteşarı ve iktisatçı Mahfi Eğilmez ekonomide işlerin kaç yılda normale dönebileceğini Kendime Yazılar adlı bloğunda yer alan 7 Mayıs 2023 tarihli “Ekonomi Kaç Yılda Toparlanır?” başlıklı yazısında şöyle anlatıyor:
Seçimden Bir Gün Sonra ve Enkaz başlıklı son iki yazımı okuyan pek çok kişi “Ekonomi ne kadar zamanda toparlanır?” sorusunu soruyor.
Bu sorunun yanıtı ne yazık ki umut vaat edici değil. Eğer ekonomiden anladığımız dar anlamda enflasyon, büyüme, cari açık gibi kavramlarsa doğru ekonomi politikası uygulamalarıyla buralardaki toparlanma 2 – 3 yılda sağlanabilir (toparlanma derken enflasyon ve büyümenin yüzde 5’ler düzeyine gelmesini cari açığın da yüzde 3’ün altına düşmesini kastediyorum.)
Ne var ki doğru ekonomi politikası öyle hafife alınacak bir koşul değil. Seçim sürecinde vaat edilenleri, yapılan harcamaları, kur korumalı mevduat uygulamasının yükünü, varlık fonundaki kamu kuruluşlarının içinde bulunduğu durumu, depremin getirdiği son derecede ağır yükü, bütçe açığının hızla artışını, olumsuz beklentileri dikkate alırsak durumu toparlayacak ekonomi politikası uygulamanın ne kadar zor olacağını tahmin edebiliriz.
Bu saydıklarımın yanında açıklanmadığı için bilmediğimiz yükler ve açıklanan verilerin doğruyu ne kadar yansıttığı meselesi de küçümsenecek konular olmadığı için ortadaki ekonomik enkazın büyüklüğünün hayal gücümüzü aştığını söyleyebilirim.
Bu büyük enkazı dikkate aldığımızda uygulanması gereken doğru ekonomi politikasının, öyle faizi birkaç puan artırarak, dışarıdan 3 – 5 milyar dolar fon sağlayarak sonuç getiremeyeceğini ve ne yazık ki toplumun her kesiminden yeniden özveri istenmesini gerektireceğini görebiliriz.
Türkiye, dünyanın en riskli ülkeleri arasında gösteriliyor. Öyle olunca yabancı yatırımcı gelmiyor. Bırakın yabancı yatırımcıyı borç verecek olanlar bile dolar cinsinden yüzde 10 faize karşın borç verirken tereddüt ediyorlar.
Tam anlamıyla bir kırk katır mı kırk satır mı ikilemi karşısındayız: Ya ciddi bir kemer sıkma dönemi yaşayacağız ya da bu enkazı toparlayamayacağız. Benim gördüğüm durum budur.
Bu duruma karşın iktidarı sürdürenler ve iktidara talip olanlar nasıl bu şekilde bol keseden vaatler verebiliyor diye sorarsanız Kolay Ekonomi kitabımda yer verdiğim Thomas Sowell’in bir sözünü hatırlatmak isterim: “Ekonomide ilk ders kıtlıktır. Buna göre istekleri karşılamakta kullanılan her şey kıttır. Siyasetteki ilk ders ise ekonomideki ilk dersin dikkate alınmamasıdır.
Ekonomiyi biraz daha geniş düşünürsek, mesela tarım ve hayvancılığa bakarsak, işimizin çok daha zor olacağını görebiliriz. Her iki alanda da Türkiye yirmi yılda inanılmayacak kadar geriye gitti. Et, süt, yumurta, gıda maddeleri fiyatlarındaki rekor artışların tek nedeni maliyetlerin artması ve talebin yükselmesi değil. Onların da büyük etkisi var kuşkusuz ama asıl mesele çiftçilerin ve hayvancıların üretimi terk etmeye başlamış olması. Yanlış politikalar ülkenin tarım ve hayvancılık üretimini düşürdü. Tarım ve hayvancılığın toparlanması ve ülke ihtiyacını karşılayabilir hale gelmesi tahminimce en az on yıllık bir süre alır.
Hukukun üstünlüğünün sağlanması, adaletin kişilere göre işlemekten kurtulması, yargı sisteminin tekrar yerine oturması da yıllar alacak. Bir siyasal iktidarın yönlendirmesine göre çalışmaya alışmış bir sistemin tekrar bağımsız karar alabilir hale gelmesi öyle kolay bir iş değil.
Bürokrasinin, kendisine çizilmiş alan içinde karar alıp uygulayabilir hale gelmesi de sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Son yirmi yılda bürokrasinin bu yeteneği yok edildi. Bürokrasi, tümüyle siyasal talimatlara göre hareket eder hale geldi. Yirmi yıl yeterince uzun süre olduğu için eskinin deneyimli bürokratları da ayrıldı. Yeni girenlere bürokratın nasıl davranması gerektiğini anlatacak, yol gösterecek insanlar da pek kalmadı. Bürokrasinin eskisi gibi yukarıya bakmadan sorunları çözüp uygulamaya koyacak konuma gelmesi epey zaman alacak.
Eğitim, bu dönemde öylesine geriye gitti ki mühendislik okuyup matematik bilmeyen, ekonomi okuyup ekonominin konusunu tanımlayamayan, astronomiyi astroloji zanneden üniversite mezunları çıktı. Ve bu çocuklar mühendis, ekonomist, astronom olduklarını sanıyor. Sonra gidip bir mağazada tezgâhtarlığa razı olunca bütün hayalleri yıkılıyor ve yaşamı üzüntü içinde geçiyor. Lise mezunu olup da toplama çıkarma yapamayan, Dostoyevski’yi hiç duymamış olan, Hindistan’ın Ay’dan daha uzak olduğunu sananlar var. Eğitimin toparlanması yirmi yıldan az süre gerektirmeyecek diye düşünüyorum.
Dış politikada yaratılan yalnızlık inanılmaz boyutlarda. Vizesiz Avrupa diye çıktığımız yolda vizeyle bile yurt dışına çıkamaz durumdayız. Yeşil pasaportlar bile artık kabul görmez noktaya geldi. Türkiye, çoğumuzun boyutunu bilmediği çıkar ilişkileri içinde olduğu Azerbaycan, Rusya ve birkaç Körfez ülkesi dışında dostu kalmamış bir ülke konumunda bulunuyor. Uluslararası itibarımız hiç bu kadar düşük düzeyde olmamıştı.
Mülteci sorunu artık taşınamaz düzeye gelmiş durumda. Bunun çözümü için bu insanların ülkelerinin yönetimleriyle görüşmeler yaparak dönüşlerinin barışçıl yollarla sağlanması gerekiyor. Bu alanlarda müzakere olanaklarını ortadan kaldıracak birtakım yanlış yaklaşımlara girdiğimiz için bu ilişkileri yeniden kurmak hem yorucu hem de zaman kaybettirici bir süreç olacak.
Özetle eğer sorunumuz sadece enflasyonu düşürmek, cari açığı toparlamak olsaydı bu işin içinden çıkmamız zor olmazdı. Geçmişte de bu tür krizlerden bir iki yılda çıktık. Ne var ki bu kez ekonomiyi çevreleyen çerçeve ekonomiden daha kötü durumda. Onları düzeltmek çok zaman alacak. Ve bunları tam olarak düzeltmeden, ekonomideki toparlanmayı kalıcı hale getirmek mümkün değil. Mümkün olsaydı 2003 – 2010 arasındaki toparlanma kalıcı olur, bugün bu enkazla karşılaşmazdık.
Bazıları beni karamsarlıkla suçlayacak kuşkusuz. Bu hep böyle oluyor, ne zaman gerçekleri anlatsam karamsar olarak niteleniyorum. Oysa bu bir karamsarlık tablosu değil, bu gerçeklerin bir dökümü. Bunları bilerek yola çıkar ve önlemlerimizi ona göre alırsak çıkış yolunu bulabiliriz. Aksi takdirde Arjantin gibi içinden asla çıkılamayacak bir bataklıkta yıllarca debelenir dururuz.