Galatasaray’a Alman, Beşiktaş’a Danimarkalı hakem
Ne maçtı ama! Yer yer çözülmesi zor bir matematik denklemi, yer yer şiir. Bize ne sonuçtan! Biz önümüzdeki ziyafete bakarız. Real bu oyunun gördüğü en büyük kulüp. Pep de muhtemelen en iyi teknik direktör. Haftaya buluşalım haftaya…
Sorun şu aslında. İnsanın inanası gelmiyor ama, bu kupa prensip olarak Real Madrid’in. 2011’den beri böyle bu. Son 13 sezonun 11’inde yarı final oynadılar. Beş final gördüler, hepsini aldılar. Benzetmek gibi olmasın, Bayern Münih’in Bundesliga’ya yaptığı muameleyi yapıyorlar. Rakip tercihleri yok. Bir şekilde kendilerinden eminler. O golü atacaklar. Hatta şut bile atmadan. Makine intizamı dediğimiz şey bu değil mi?
İnsan iradesiyle bu düzeneği bozmaya çalışıyor City. Geçen sene defteri kapatmışken bu sene yeniden açıyor inatla. Guardiola’nın kitabında pes etmek yok. Ama tünelin ucunda ışık hâlâ gözükmüyor. Ancak bir tür büyülü gerçeklik olması lazım. Rasyonel akıl yetmiyor. Balzac değil Hemingway zamanı.
Yarı finalin ilk maçında kendi evinde 1-1 beraberlik. Mutsuz olursunuz değil mi? Real Madrid olmamıştır. Öyle bir özgüven bu. City de sevinmiş gibi terk etmedi sahayı. Eminim, maç sonrası açıklamalar da böyle olacak. Hiçbir şey olmamış gibi bekleyecekler rövanşı. Geçen seneden hepimiz öğrendik; sonun sonu gelmeden yenildim demiyor bu adamlar.
Tarihin ilk ChatGPT’si Deep Blue’ydu muhtemelen. Satranç efsanesi Gary Kasparov’un karşısına çıkardılar. Sovyet dehası makineyi yendi. “Bir çalar saat kadar akıllı” diye aşağılamıştı onu. Sonrası öyle olmadı. Deep Blue önce Kasparov’u devirdi, sonra herkesi. Bu maçta da bir Deep Blue esintisi var. Ya da Deep Purple havası. Klasik bir melodiden jet hızıyla Heavy Metal’e geçiyor Real. Bu anafora ancak Guardiola ve onun yarattığı milimetrik sistem dayanıyor. O da bir yere kadar.
Üç sembolik sekans keselim. Biri ilk 25 dakika. Yüzde 72 top hakimiyeti, bol bol şut, müthiş bir baskı. City esip gürlüyor. Madrid temsilcisinin kaleye şutu yok. Ama sanki Muhammed Ali’nin gardını düşürüp rakibin önünde dans etmesi gibi hareket ediyor Real. Çok ahenkli bir defans, çok akışkan bir hücuma çıkış. Şutla sonuçlanmayan öyle üç atağı var ki Mor Beyazlıların gol olması an meselesiydi. City’yi huzursuz eden bu.
İkinci sekans. Yeni devreye de iyi başladı konuk ekip. Müthiş bir futbol koyuyorlar ortaya. Bölüm bölüm belki de oyunun gelebileceği en yüksek mertebe. Ama işte Real rakip. Dünya futbol tarihinin kazanmaya en odaklı takımı. De Bruyne ve Haaland’ın iki girişimi var, biri defanstan diğeri kaleciden döndü. Bence o an gene olmayacağını düşündü Pep. Olduramıyorlardı bir türlü.
Ve üçüncü an: Bu sefer City’nin golü geldi. Elleri ayakları dolanırken. Yavaştan Real öldürücü darbeyi indirecekken. Çünkü bu oyun ne olursa olsun insan oyunu, büyülü gerçekliği de sahadaki insan görünümlü büyücüler yaratıyor. De Bruyne diye bir ‘şey’ var mesela. En doğru şeyi yapmaya kurulu. O ne şuttu! “Kevin hakkında konuşmalıyız” ama şimdi değil rövanştan sonra.
1-1 bitti ya maç, sanki ikinci maç için davetiye oldu. İki takımın sıkı taraftarlarına stres başmış olabilir. Biz de ziyafete oturmuş gibiydik. Zor bir matematik denklemiyle şiir arasında gittik geldik. Haftaya göreceğiz bakalım: Deep Blue mu, Deep Purple mı?