Şampiyonlar Ligi kapısında ‘Buruk’ acı…
Maçın başında gelen goller Milan'ın dengesini çabuk bozdu ve bu durum mücadelenin sonuna kadar sürdü. Tarihsel olarak farklı zaman dilimlerinde savunma futbolu ‘Katenaçyo' ile Şampiyonlar Ligi'ni 3 kez kazanan Inter bu kez farklı bir şekilde İstanbul yolculuğuna hazırlanıyor.
Şimdiki nesillerin ‘Şampiyonlar Ligi’ adıyla izledikleri organizasyon, geçmişte (yani bizim çocukluğumuzda diyelim) ‘Şampiyon Kulüpler Kupası’ ismiyle düzenleniyordu. İlk kez 1955-56 sezonunda Fransız ‘L’Equipe’ dergisinin kimi başarı kriterleriyle belirlediği 16 takımın katıldığı turnuva 4 Eylül 1955’te 3-3’lük Sporting-Partizan mücadelesiyle başlamış ve 13 Haziran 1956’ta Parc des Princes’te oynanan Real Madrid-Reims final maçıyla da sona ermişti. Söz konusu zirve randevusunu 4-3 kazanan İspanyol ekibi, daha sonra kupaya adeta ipotek koymuş ve beş sezon üst üste ‘Şampiyon’ apoletini omuzlarında taşımıştı. Di Stefano, Gento, Kopa, sonradan kadroya dahil olan Puskas gibi yıldızlarla süren ve diktatör Franco’yu da fazlasıyla mutlu-mesut eden bu sürece Benfica ‘Dur’ demiş, 1960-61’de finalde Barcelona’yı, 1961-62 sezonunda da bu kez Real Madrid’i finalde mağlup ederek üst üste kupayı iki kez müzesine götüren taraf olmuştu. 1962-63 sezonunda ise ‘Mutlu son’a ulaşan takım, son ‘iki sezonun şampiyonu’ Benfica’yı finalde 2-1 mağlup eden Milan’dı.
Böylelikle İtalyanlar bu turnuvadaki ilk zaferlerine ulaşıyordu. Ertesi sezon sahne alma sırası aynı kentin diğer takımı Inter’deydi. Viyana’daki finalde Real Madrid’i 3-1’le geçen Mavi-Siyahlılar bir anlamda kupanın ‘Çizme’de kalmasını sağlıyordu. 1964-65 sezonundaki final San Siro’da oynanıyordu ve Benfica’yı 1-0 mağlup eden Inter de üst üste ikinci kez ‘Şampiyonluk’ unvanını sahibi oluyordu. Bu, Mavi-Siyahların 20. yüzyılda gördüğü son büyük kupaydı. Yıllar yıllar sonra, ancak 2009-2010 sezonunda kupayı bir kez daha kazanabilecekti Milano ekibi…
Futbolun şehirdeki diğer önemli adresi Milan ise 1968-69 sezonunda finalde Ajax’ı 4-1 mağlup ederek tarihindeki ikinci ‘Şampiyon Kulüpler Kupası’ zaferine uzanırken ardından onlar da bu turnuvadaki uzun süren suskunluk dönemine adım atıyordu. Kırmızı-Siyahlılar tam 20 yıl sonra, 1988-89 sezonunda finalde Steau Bükreş’i 4-0 yenerek tarihlerinde üçüncü kez ‘Şampiyon’ unvanıyla buluşuyordu. Bu takım Arrigo Sacchi’nin eseriydi ve kadrosunda ‘Üç Hollandalı’; Rijkaard, Gullit ve Van Basten’i bulunduran söz konusu ekip çoklarına göre Pep Guardiola’nın Barcelona’sıyla birlikte bütün zamanların en iyisiydi. Nitekim ertesi sezon da kupanın sahibi onlardı; finalde Benfica’yı 1-0 yenerek ‘mutlu son’a ulaşıyorlardı. Milan daha sonra bu organizasyonda sonuncusu (İstanbul’daki meşhur 3-3’lük Liverpool finalinden sonra oynayıp kazandıkları) 2006-2007 olmak üzere olmak üç kez daha ‘şampiyon’ unvanıyla buluştu. Yani aynı kentin çocuklarının karnesine bakıldığında geçmişte ‘Şampiyon Kulüpler Kupası’, 1991-92 sezonundan itibaren farklı bir format ve ‘Şampiyonlar Ligi’ ismiyle düzenlenen organizasyonda Kırmızı-Siyahlıların yedi, Mavi-Siyahlıların da üç şampiyonluğu var…
Kulüpler açısından ‘çıkan kısmın özeti’nde turladıktan sonra İtalyan futbolunun Avrupa kıtasındaki ve bu turnuvadaki hâkimiyetine göz atalım. ‘Çizme’nin kıtadaki en etkili yansımaları kuşkusuz 80’lerin ikinci yarısıyla 90’ların ilk yarısındaydı. Başta Avrupa olmak üzere dünyanın en klas yıldızları bu dönemlerde futbol hayatlarını Serie A’da sürdürdü ve söz konusu lige özel renk ve tat kattı. Her takımda en az bir dünya yıldızı vardı. Maradona, Platini, Boniek, Van Basten, Gullit, Zico, Socrates, Rijkaard, Rummenigge, Careca, Mattheus, Brehme, Brolin, Völler, Klinsmann; say say bitmez. Rossi, Zoff, Bettega, Cabrini, Tardelli, Bergomi, Conti, Altobelli, Baresi, Maldini, Antognoni; yani o dönemlerdeki kendi yıldızları da cabası. Lakin zamanla Serie A cazibesini kaybetti; evet, her daim birkaç dünya yıldızı (Zidane, Batistuta, Ibrahimovic, Ronaldo, Ronaldinho, Kaka, Shevchenko vs.) bu ligde top koşturdu ama geçmişin ihtişamlı günlere ve Avrupa futboluna damga vuran tarz, stil geride kaldı. La Liga ve Premier Lig ön plana çıktı, Bundesliga da zamanın ruhuna uygun bir yapıyla ve çıkardıkları, modern futbola katkı koyan teknik direktör profilleriyle çizginin üzerinde kaldı.
Bu uzun tarihsel yolculuğun sonunda zamanımıza gelirsek bu sezonun Serie A açısından çok özel bir yanı var; çünkü Napoli tam 33 yıl sonra ‘Şampiyon’ oldu ve bir anlamda en büyük efsanesi Diego Armando Maradona’nın ruhunu şad etti. Luciano Spalletti’nin öğrencileri kendi iç sularındaki zaferi aslında ‘Şampiyonlar Ligi’ sınırları dahilinde de tarihsel bir başarıyla taçlandırmak istiyorlardı. Ne var ki en yakın rakipleriyle aralarındaki puan farkının yarattığı rahatlama ya da psikolojik üstünlük sanki onların dengesini bozdu ve çeyrek final eşleşmesinde karşılarına çıkan Milan’ı aşamadılar. Keza Inter de çeyrek finalde Benfica’yı devre dışı bırakınca ezeli rakipler yarı finalde eşleşti ve İstanbul’da oynanacak finale bilet alacak ekiplerden birinin İtalyan olması da kesinleşti.
Serie A’da 2011-12 sezonundan başlamak üzere tam dokuz sezon şampiyonluk unvanının sahibi Juventus olmuştu. Torino devinin serisini 2020-21’de Simone Inzaghi’nin Inter’i bitirmişti, ertesi sezon ise sahne sırası Stefano Pioli’nin Milan’ındaydı. Dolayısıyla bu final eşleşmesi aynı zamanda Serie A’nın son iki şampiyonun da yeni bir randevusuydu. İki takım arasındaki son iki mücadeleyi 3-0 ve 1-0’lık skorlarla Milano’nun Mavi-Siyahlıları kazanmıştı, dün San Siro’daki yarı final ilk maçına hızlı başlayan ve skor avantajını bir an önce eline geçiren takım da onlardı. Milan’ın ev sahibi sıfatıyla çıktığı karşılaşmada 8. dakikada Hakan Çalhanoğlu’nun soldan kullandığı köşe atışında rakibini (Calabria) ekarte ederek sert bir vuruş kaydeden Edin Dzeko, Inter’i 1-0 öne geçirdi. Üç dakika sonra bu kez Henrikh Mkhitaryan yine sert bir şutla farkı ikiye çıkardı. Milan üst üste aldığı bu iki yumrukla abandone olmuştu ki 15’te Hakan Çalhanoğlu’nun vuruşu da direkte patladı. Sonrasında Milan oyunu dengelemeye ve gol aramaya çalıştı ama bu emeline ilk 45 dakika boyunca ulaşamadı. İkinci yarıda ise 55’te Dzeko uygun bir pozisyonu değerlendiremedi, 63’te ise bu kez direği dövme sırası Milan kanadından Tonali’deydi. Pioli’nin talebeleri yarının başlarında oyunu domine etti, ileride baskı kurdu ama istediğini alamadı. Sonrasında da yoruldu ve oyundan düştü. Messias’ın son vuruşları etkisiz cılız atakları da derdine derman olamadı. Kontralarda üçüncü gol şansını yoklayan Inter ise 82’de Gagliardini’yle bir fırsat buldu ama 29 yaşındaki orta saha söz konusu pozisyonda topu ezdi. Ve 75 bin 532 kişinin izlediği dün geceki ilk randevu Inter’in San Siro’da aldığı 2-0’lık galibiyetle sona erdi. Rövanş haftaya Guiseppe Meazza adıyla aynı statta, salı günü oynanacak ve İstanbul biletini alacak takım belli olacak…
Dün Milan mücadeleye sakatlandığı için kadroda yer almayan Rafael Leao’dan yoksun çıktı. Lakin Portekizli yıldızın eksikliğinin bu denli etkili olduğu kanısında değilim. Maçın başında gelen goller Kırmızı-Siyahlıların dengesini çabuk bozdu ve bu durum mücadelenin sonuna kadar sürdü diyebiliriz. Inter’in hikâyesine ise tarihsel açıdan bakarsak bu organizasyondaki ilk iki şampiyonluk ‘Katenaçyo’ (‘Cateraccio’) adıyla bilinen savunma futbolunun en büyük uygulayıcısı olarak kabul edilen Arjantin doğumlu efsane teknik direktör Helenio Herrera yönetiminde gelmişti. Yıllar sonra gelen şampiyonluk ise o dönem güçlü rakiplere karşı savunmaya otobüs çeken bir modelle oynayan Jose Mourinho teknik direktörlüğünde kazanılmıştı (Gerçi o takımın kadrosunda Eto’o, Sneijder, Milito, Cambiasso, Lucio gibi isimler vardı, orası ayrı). Sözün özü şimdiki zamanın Inter’inin üzerinde böyle sıfatlar yok. Haftaya son üç maçta yendikleri Milan’la berabere kalmaları ya da tek farklı yenilmeleri bile onları İstanbul yolcusu yapacak.
Öte yandan bu sezon, İtalyan futbolunun Avrupa haritasındaki yeri açısından da ilginç bir seyir izliyoruz. Şampiyonlar Ligi finalindeki yerleri, -Inter ya da Milan olsun, fark etmez- hazır. Avrupa Ligi’nde ise yarı final eşleşmelerinde iki takımları var; Roma Leverkusen karşısında, Juventus da Sevilla karşısında final biletini kovalıyor. Konferans Ligi’nde de Fiorentina Basel’i eleyip finale uzanmak isteyecek. Yani kıtanın kulüpler düzeyindeki üç büyük futbol organizasyonunun da finallerinde bir İtalyan takımı görmemiz olası. Hangileri ‘Mutlu son’a ulaşabilecek, bu sorunun cevabını da yakında öğreneceğiz…