Sabır ve beklenti… Chelsea’deki zıt kutuplar…
49 yıl önce edebiyatçılarla tiyatrocular maç yapmıştı. Bu derbi gününde de edebiyatçılar sinemacılarla maç yaparsa ne olur dedik. Takımları kurduk. Kimler yoktu ki... Nazım, Orhan Kemal, Ülkü Tamer, Kemal Sunal, Memduh Ün, Ömer Kavur...
8 Haziran 1964’te Halit Kıvanç, Altınyurt Kulübü’nün anı defterine “Fantezi bir maçın fantezi hakemliğini yapmaya geldim” yazdı. Öyle bir mücadeledir ki bu, tarihe ‘en güzel maç’ olarak geçti. Karşılaşma, edebiyatçılar ile tiyatrocular ya da Türk Edebiyatçılar Derneği ile Keşanlı Ali Destanı oyununun oyuncuları arasında oynandı. Başlama vuruşunu da Keşanlı Ali Destanı’nda Zilha’yı oynayan Gülriz Sururi yaptı.
Aradan 49 yıl geçtikten sonra sinema yazarı meslektaşım Olkan Özyurt ile Galatasaray- Fenerbahçe derbisinden bahsederken ‘fantezi maç’ üzerine düşünmeye başladık. Bu sefer edebiyatçılarla sinemacılar maç yapsın diye düşündük.
Edebiyatçıları ben aldım. Şanslıydım. Çünkü zaten o günkü maçtan belli bir kadro elimdeydi. Ama birkaç değişiklik yapmam, güçlü sinemacılara karşı takımı kuvvetlendirmem gerekiyordu.
Teknik direktörün Fazıl Hüsnü Dağlarca olacağı konusunda şüphem yoktu. 1964’teki maçta tribünler edebiyatçılara ‘ho ho’ diye bağırarak destek veriyordu. ‘Ho’ Fazıl Hüsnü Dağlarca şiirinin simgesiydi. O yüzden teknik direktör değişikliğiyle taraftarları karşıma almam tabiri caizse aptallık olurdu.
Kalede çok düşündüm. Yabancı oyuncu oynatma hakkım olsaydı ‘Gölgede ve Güneşte Futbol’ kitabında kalecinin psikolojisini derinlemesine işleyen Eduardo Galeano’yu koyabilirdim. Ama rakibim ’11 yerli’ konusunda ısrarlıydı. O yüzden ‘Kalede 1 Başına’ kitabıyla kaleciliğin kitabını yazan, Hasköy’de gerçekten file bekçiliği de yapan Sunay Akın, 1 numarayı kaptı.
Defans dörtlüsü Özdemir Asaf, Tevfik Fikret, İsmail Kurt ve Rıfat Ilgaz’dan oluştu. Sempatik tavırlarıyla bilinen şair Özdemir Asaf bir dönem Güneşspor’da futbol oynamıştı. Tek problem ‘r’ harfini söyleyemiyordu. O yüzden arkadaşlarına ‘geriye’ diye bağırması gerektiğinde bir handikap oluşacaktı. Ama ne yapalım…
İsmail Kurt zaten futbolcuydu. Fenerbahçe altyapısında yetişmiş Galatasaray’da oynamış ve tekrar Fenerbahçe’ye dönmüş profesyoneldi. Ama aynı zamanda bir şairdi. Güçlü sinemacılar karşısında profesyonel bir futbolcuya ihtiyacım vardı. Rıfat Ilgaz ise kadroya sinemacıları iyi tanıdığı için dahil oldu. Hababam Sınıfı ile rakibin birçok oyuncusunu yakından tanımıştı. Onun vereceği bilgiler işe yarayabilirdi.
‘Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şair’ Tevfik Fikret, Galatasaray’ın 1908’deki şampiyonluğunda başkan olarak fotoğraf karesine girmiş bir isimdi. Taktik disiplin ve otoriteye karşı gelse de edebiyatçılar onsuz olmazdı.
Defansif orta sahada formayı kuşkusuz ‘Mavi gözlü dev’ aldı. “Futbolda eski kurdum. En ağır hafbekleri yere vururdum. Bana mahsustur bu vuruş, futbol potinlerim, kurşun kalemimden öğrendi bu zanaatı!’ diyen Nazım Hikmet olmadan bu kadro eksik olurdu. Gerçek hayatta son derece naif olan Nazım Hikmet, sahayı çıkınca adeta karakter değiştiriyordu. Bursa Cezaevi’nde yeteneklerini geliştirmişti. Orhan Kemal, Nazım Hikmet için şunları yazmıştı: “Hele çalım yapar, yutturursak öyle içerlerdi ki, sahada faul kralı kesilir, elle, kolla, tekmeyle girişirdi. Bir gün esaslı bir tekmesini yemiştim, hani laf aramızda nefis bir tekmeydi.”
Ülkü Tamer, 1970’te Brezilya’nın İtalya’yı 4-1 yendiği maçta sambacıların kadrosunu ezberleyecek kadar futbol aşığıydı. Bu sayede Brezilya’dan bir günde vize almayı bile başarmıştı. 1964’teki maçta da ağları havalandıran isimlerden olan Ülkü Tamer’in kadrodaki yerini korması kadar doğal bir şey olamazdı.
Orta sahanın üçüncü ismi Orhan Veli Kanık oldu. Kız kardeşi Füruzan Yolyapan’ın anlatımıyla Orhan Veli Galatasaraylıydı. Sarı-kırmızı çorapları vardı. Çapkındı. Yenilikçi Garip akımının öncüsünü, forvete yakın serbest oynatmak iyi fikirdi. Gözü tribünlere kaymadığı zaman skoru her an arttırabilirdi.
Güçlü sinemacıların defansını delmek için yine Galatasaray forması giymiş bir Emin Bülent Serdaroğlu kadrodaydı. 17 Ocak 1909’da Papazın Çayırı’nda Galatasaray ile Fenerbahçe ilk kez karşı karşıya geldiğinde 2-0 biten maçın gollerini o atmış, tarihe geçmişti. Şiirde Fecr-i Ati Topluluğu kurucularından olan Serdaroğlu, 1914 yılına kadar Galatasaray’ın formasını giydi. Derbi tarihinde 12 ile en çok gol atan futbolculardan biri oldu.
Kadroda Galatasaraylı Serdaroğlu’nun yanına sağ açıkta Fenerbahçe sevdalısı Cemal Süreya’nın olması kaçınılmazdı. “Fenerbahçelilik bir dindir, Galatasaraylılık bir tarikat” diyen Cemal Süreya’nın en sevdiği futbolcu Lefter’di. Süreya, Metin Oktay’a da büyük saygı duyardı.
Forvetin en ucunda 1964 yılında 50 yaşında olmasına rağmen golleri sıralayan, Bursa Cezaevi avlusunda attığı çalımlarla Nazım Hikmet’i çıldırtan Orhan Kemal edebiyatçıların en büyük kozuydu. Onun hayali, futbolcu olmaktı. Seyhan ve Adana İdman Yurduspor’da futbol oynadı. Fenerbahçe taraftarı olan Orhan Kemal, “Yığınla futbol hastasından biri de bendim. Laf aramızda iyi penaltı atardım. İyi bir santrafordum ha. Bir iki gol her maç sağlamdı” diyordu.
Şimdi sözü Olkan’a bırakıyorum. Takımını kurması için…
Futbol ve sinemanın ortak yanı çoktur. İkisi de kitlesel seyirlerdir. Efsaneler, mitler üretirler. Lakin edebiyat uyarlamaları her daim sinemada çalışırken, futbol filmleri pek tutmaz sinemada. Ama zaman zaman sinemanın futbol ile keşistiği anlar da çoktur sinema tarihinde. İşte o anlardan yola çıkarak birtakım kurma fikriyle yola çıktım. Ama sinema aleminde tıpkı edebiyat dünyasında olduğu gibi futbol oynamış, tutkulu taraftar olan sinemacılar da vardı. Onlarsız da olmazdı.
Takımı kurma görevi ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ filminde görmüş geçirmiş bir teknik direktör olan, futbolcularına sadece sahada değil hayat maçında da sahip çıkan
Savaş Dinçel’e bıraktım. Kalecimiz üstat Müjdat Gezen’di. Pek hatırlanmaz ama ‘Pembe Panter’ filminde muhteşem kurtarışlarıyla takımını sırtlamıştı. Biraz yaş almış olsa da Gezen’in tecrübesi, hayattaki gibi kararlı ve dik duruşuyla kalede devleşeceğine emindim. .
Ön libero olarak tabii ki agresif futbol tutkusuyla yönetmen Zeki Demirbukuz tek seçeneğimdi. ‘Kader’i nasıl çektiğini tanık olmuştum, rakibi iyi okuyup ona problem çıkartacağına edebiyatçılar takımını yıldıracağına kuşku yok.
Takımın oyun kurucusu olarak tercihim Memduh Ün. Vakti zamanında yeşil sahalarda bol bol ter döken bir isim kendisi. Sinemaya geçince de koskoca Türk sinemasına yön veren sinemacılardan biri oldu. Doğal olarak tecrübesiyle oyun kurucu görevini ziyadesiyle yapacağına eminim.
Yönetmen Ömer Kavur’un Fransa’da okurken Paris Saint Germain oynamışlığı var. Doğal olarak Ömer Kavur’suz bir kadro düşünülemez. Sakinliği ve dingiliği ile sol beke en uygun isim. Rakipten gelen topları iyi karşılayıp, meslektaşları Zeki Demirkubuz ve Memduh Ün’e hemen topu verip takımı atağa kaldırabilecek sakin bir güç.
Sağ beke tutkulu Fenerbahçe taraftarı Sadri Alışık yakışır. ‘Şaka ile Karışık’ filminden biliyoruz ki hayat maçında forvet oynasa da hep ofsayta kalıyor ve ‘Bu da mı gol değil’ diyordu. Onun için rakibi ofsayta düşürmek için sağ bekte kalması daha uygun.
Defansın ortasına iki sert oyuncu lazımdı bana. ‘Behzat Ç.’den dolayı Erdal Beşikçioğu en uygun isim. Yanına da tabii ki Ercüment Çözer’den dolayı Nejat İşler koymam gerekiyordu. Malum onun oyun anlayışı ‘top geçer ama adam geçmez’ şeklinde.
Sol açık olarak İlyas Salman’dan başkası aklımıza gelmez. Solun bütün renklerini futbola yansıtacaktır eminim. Zaten ‘Ya Ya Ya Şa Şa Şa’ filminden yeşil sahalara da aşina. Sağ açıkta ise Cem Yılmaz devrede. Hız konusunda onun gibisi yok. ‘AROG’ filminde hatırlayın 15 günde Ortaçağ, oradan da Yeniçağ’a geçecek kadar hızlıdır kendisi
Savaş Dinçel Hoca ikili forvet tercih ediyor. İlk forvetimiz ‘Gol Kralı’ndan dolayı Kemal Sunal. Güldürürken golünü atar o. İkinci forvetimiz ise ‘Uyanık Kardeşler’ filminde rakibini gol manyağı yapan Kadir İnanır.
Gelelim maça… Edebiyatçıların bu kadroyla üstün bir oyun koyması normaldi. Ama futbolun güzelliklerinden biri de her skora açık olması. Özellikle kalede Müjdat Gezen, en ciddi edebiyatçıları bile güldürerek takımı ciddiyetten uzaklaştırdı.
Galatasaray-Fenerbahçe derbisinin ilk gollerini atan Emin Bülent Serdaroğlu, bu fantastik maçta da 0-0 eşitliği bozan futbolcu oldu. Edebiyatçıların ikinci golü Orhan Kemal’den geldi. ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ böyle güzel bir gol görülmemişti.
Sinemacılar 2-0 yenikken bile bırakmadılar maçı. Savaş Dinçel Hoca, Memduh Ün’e verdiği taktiklerle sinemacılar atağa kalktı. Edebiyatçıların kalecisi Sunay Akın’ı Kemal Sunal “Gel sana Vefa Lisesi’de neler yaşadığımı anlatayıp” deyip lafa tutarken, Kadir İnanır sinemacıların ilk golünü attı.
Sinemacılar bu golle maçı bırakmayacaklarını gösterdi. Sağ açıkta Cem Yılmaz, Rıdvan Dilmen’den daha hızlı hareket ederek topu ortalayıp Kemal Sunal’a doğru orta yapınca, Sunal feodal düzene attığı kafalardan biriyle topu ağlarla buluşturdu.
Devamlı yer değiştirerek ‘Göçebe’ gibi oynayan Cemal Süreya, ‘Sevda Sözleri’yle taraftarın gönlünü kazanmıştı. Bir pozisyonda sakatlanınca suratı şekilden şekile girdi. ’99 Yüz’ü vardı sanki… ‘Yürek ki paramparca’ olmuştu. Neyse ki sahaya dönebildi.
Nazım Hikmet’in karşısına Memduh Ün’ü koymak çok şeytani bir düşünceydi. Nazım Hikmet yerini bırakıp gurbete gitmek zorunda kaldı. Bu da defansif zafiyete yol açtı. Sinemacılar bunu iyi değerlendirdi. Kazanılan bir serbest atışta topun başına Ömer Kavur geçti. ‘Gizli yüz’ü ortaya çıktı. Topa öyle bir vurdu ki ‘amansız yollardan’ geçip giden top ağlarla buluştu. Sunay Akın için ‘kırık bir aşk hikayesi’ydi bu maç artık.
Ama edebiyatçılar için sinemacıların öne geçmesi dert değildi. Kazanılan bir kornerde Ülkü Tamer ‘yanardağın üstündeki kuş’ gibi yükseldi. O kadar yukarı çıktı ki adeta güneş topluyordu bizim için’. Top ağlara giderken golü görmeyen bir o vardı. Belki o yüzden ‘Keşke sadece seyircisi olabilseydim’ diyecekti.
Derken sahneye yine Orhan Kemal çıktı. Adeta ona ‘devlet kuşu’ kondu. Kaleciye yapılan pası kaptı, bomboş durumda topu ağlara gönderirken ’72. Koğuş’ dahil bütün edebiyatçılar sevinç içinde 4. golü kutluyordu.
4-3 edebiyatçıların üstünlüğü ile süren maçta dakika 86’ya gelmişti. Zeki Demirkubuz sinirlenmişti. Futbol söz konusu olunca yenilgiye tahammülü yoktu. Özdemir Asaf’ın ‘Yaşamak değil beni bu telaş öldürecek” sözünü yanlış anladı. Sert girdi rakibine ve kırmızı kartı gördü.
Tribünler sarsılmıştı Zeki Demirkubuz’un oyundan atılışıyla. Ama sinemacılar imkansızlık içinde film çekerdi bu memlekette. Ve Erdal Beşikçioğlu’nun “Koşun la koşun” demesiyle ve Nejat İşler’in tahmin edilemez çalımlarıyla defanstan alınan top Memduh Ün’le buluştu. Ün’ün aklına yönettiği ‘Halk Çocuğu’ filminde Ayhan Işık’a attırdığı gol geldi. Sağlı sollu çalımlarla ceza yayına kadar gelip oradan çekti şutu ve Sunay Akın’a sadece bakmak düştü.
Maç 4-4 olmuştu ve dakika da 90’a gelmişti. Uzatmalarda da gol gelmeyince bu fantazi maç 4-4 berabere bitti.
Edebiyatçılar ile sinemacılar yenişememişti ama seyirci bol gollü bir maç izlemişti. Başlığı da Uğur Vardan attı: Dört dörtlük bir maç.
30 Ekim 2024 - El Clasico’da ‘centilmenler’ İstanbul derbisinde ‘ergenler’
16 Ekim 2024 - Futbol Federasyonu’nda bu kez de Lale Cander krizi… İşte krizin perde arkası
11 Ekim 2024 - Maraton asla maraton değil: Ekrem İmamoğlu etkisi
24 Eylül 2024 - Budapeşte’nin gösterdikleri: Türk satrancı hamle bekliyor