D vitamini tahlili yüzünden annesini boğazını keserek öldürdü
Doktor önermeden aldığınız besin takviyelerinin sağlınıza zararlı olabileceği aklınıza hiç geldi mi? Bilinçsiz kullanıldığında kalsiyum kireçlenmeye, D vitamini böbrek yetmezliğine, zerdeçal kanamaya yol açabiliyor. Bu yazıyı okuyunca aldığınız takviyeler konusunda eskisi kadar cesur olmayacaksınız.
Eczaneye gitmek zorunda kalanlar vitamin-mineral desteklerinin ve bitkisel besin takviyelerinin en az ilaçlar kadar geniş bir yer kapladığına şahit olmuştur. Ben en son eczaneye uğradığımda kasanın hemen arkasında büyük puntolarla yazılmış “Hafıza, odaklanma ve dikkat” standına rastladım. Alt alta sıralanmış dört rafta hem çocuklar hem de yetişkinler için farklı ürünler vardı. Hemen yanında albenili ambalajlarıyla sizi “daha sağlıklı bir yaşama” davet eden farklı markalarda onlarca ürün… Bir anda kendinizi bu ürünleri incelerken buluyor ve “Acaba bir tane alsam” diye düşünmeden edemiyorsunuz. Üstelik fiyatları oldukça pahalı. Örneğin daha güçlü, parlak saçlar vaat eden, içinde 60 adet ürün bulunan bir vitamin 1200 TL’ye satılıyor. İşin ilginç tarafı vitamin-mineraller ya da bitkisel takviyeler artık yalnızca eczanelerden değil internetten, kozmetik mağazalarından hatta marketlerden bile satın alınabiliyor. Instagram’da influencer’lara “Hangi takviyeyi kullanıyorsunuz?” diye soruluyor, herkes birbirine takviye tavsiye ediyor. Bu öneri bombardımanı altında “Acaba” diyorsunuz, “Ben de mi alsam?” Gerçekten o ürüne ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmeden, doktor önerisi olmadan, yan etkilerini bilmeden…
Her geçen büyüyen, kârına kâr katan besin takviyesi endüstrisinin gönüllü bir müşterisi olmadan önce bir kez daha düşünmenizde yarar var. Zira araştırmalara göre vitamin ve mineraller yalnızca vücutta eksikliği gösterildiğinde etkili, gereksiz yere kullanıldıklarında yarar sağlamak şöyle dursun, ciddi yan etkilere yol açabiliyor. Sadece vitamin ve mineral takviyeleri mi? Peki ya bitkisel destekler? Uzmanlara göre zerdeçal, ısırgan otu, yeşil çay ekstresi gibi bitkisel besin desteklerinin de hastalıklardan koruduğuna ya da hastalıkları iyileştirdiğine ilişkin bilimsel kanıt yok, hatta bunlar doz ayarı yapılmadığında tehlikeli olabiliyor. Bilimin gerçekleri ortada dururken besin takviyesi endüstrisi özellikle pandemi döneminden beri tüm dünyada pazar payını hızla artırıyor. Türkiye’de net veriler yok ama ABD’de insanlar, 2021’de vitaminlere ve besin takviyelerine 50 milyar dolara yakın harcadı, besin takviyesi endüstrisi ise pazarlamaya yaklaşık 900 milyon dolar ödedi.
Yukarıda gereksiz yere kullanılan besin takviyelerinin yarardan çok zararlı olabileceğinden söz ettik. İşte size birkaç örnek: Güçlü kemikler için alınan kalsiyum kireçlenmeye, fazla alınan D vitamini böbrek yetmezliğine, grip mevsiminde kullanılan yüksek doz C vitamini böbrek taşlarına, kanserden korunmak için alınan zerdeçal kanamalara, depresyon için alınan sarı kantaron kapsülleri psikoza yol açabiliyor.
Bu yazı için 11 farklı branştan 11 hekimle görüştüm. Her biri “Vitamin-mineraller kanda eksikliği gösterildiğinde alınmalı, bu özel durum dışında takviye yerine besinler tercih edilmeli” görüşünde ortaklaştı ve kendi alanlarındaki gereksiz vitamin-mineral, bitkisel destek kullanımlarını ve bunların olası zararlarını anlattı. Bu yazıyla hafızanızı güçlendirmek ya da kalp-damar hastalıklarından korunmak için aldığınız Omega 3 kapsüllerine, “İleride kireçlenmem olmasın” diye kullandığınız glukozamin’e, gençleşmek için kullandığınız glutatyon’a, kas ağrıları için aldığınız magnezyuma, kanser tedavisi sırasında kullandığınız ısırgan otu ekstraktına, gribi çabuk atlatmak için yaptırdığınız “atom serumuna” bakışınız değişecek. İşte, kardiyolojiden ürolojiye, çocuk hastalıkları uzmanından enfeksiyon hastalıkları uzmanına kadar 11 hekimin görüşü.
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Gülçin Gülşen:
Hangi vitamin ve minerallerin gereksiz yere kullanıldığını gözlemliyorsunuz?
1) C vitamini: Toplumumuzda maalesef çok yanlış bir vitamin kullanımı var. Beslenmeden alabildiğimiz halde gereksiz bir şekilde yüksek doz vitamin kullanılıyor. Mesela pandemi sırası ve sonrasında yüksek doz C vitamini kullanımını gördük. Günde bir portakal, üç sivri biber ile alınabilecek günlük C vitamini, kapsüller ya da efersan tabletlerle alındı. “Nasılsa C vitamininin fazlası vücuttan atılıyor” diye düşünüp durumu hafife almamak lazım çünkü yüksek doz C vitamini tıpkı kan sulandırıcılar gibi kanama zamanını uzatabiliyor. Bunun kendi alanımdaki yansıması şöyle: En ufak çarpmalarda bile vücut kanamaya duyarlı hale geliyor.
2) Magnezyum: Pandemiyi bir kenara bırakırsak şu an hastaların en sık yüksek doz magnezyum kullandıklarını görüyorum. Beli, sırtı, boynu ağrıyan hemen magnezyuma sarılıyor. Maalesef bazı hekimler de kas ağrıları için magnezyum tavsiye ediyor. Bir kere magnezyum kas ağrısına faydalı bir ilaç değil. İkincisi magnezyum kan tahlilleriyle eksik olduğu saptandığında yerine konulması gereken bir mineral. Dışarıdan aldığınız vitamin ve mineraller yalnızca hasarlı olan kas dokusuna gitmiyor ki… Bütün vücudumuzdaki kaslara, mide, bağırsak gibi iç organlarımızın kaslarına da gidiyor. Mesela kardiyologlarla görüştüğümüzde yanlış magnezyum kullanımının kalpte aritmi dediğimiz durumu tetiklediklerini söylüyorlar. Gizli kalmış bir kalp hastalığı olan birinin yüksek doz magnezyum kullanması kalp ritim bozukluklarını tetikleyebilir hatta kalp krizine, ölüme neden olabilir.
3) Kalsiyum: Fizik tedavide karşılaştığımız bir başka sorun yanlış kalsiyum kullanımı. Özellikle menopoza giren her kadın “Kemik erimesi olmasın” diye kalsiyum tableti alıyor. Ne yazık ki gençler de “Şimdiden kalsiyum kullanalım, kemiklerimiz güçlü olsun” düşüncesi sahip. Oysa kemikte bir sürü vitamin, mineral, elektrolit var, yani kemik erimesinin tek sorumlusu kalsiyum değil. Kalsiyumun fazla alınması kas iskelet sisteminde sorunlara yol açıyor, bunlardan en bilineni ise kireçlenme… Toplumumuzda kalça ve diz protezlerinin büyük çoğunluğu yanlış kalsiyum kullanımından kaynaklanıyor. Kalsiyumu gelişigüzel alırsanız o kalsiyum gidip kemiklerinizde, kaslarınızda, safra kesenizde birikiyor. Böbreklerinizde biriktiğinde böbrek taşına, damar duvarında biriktiğinde kireçlenmelere (damar sertliğine) neden oluyor.
4) Glukozamin: Bana gelen hastaların yüzde 40-50’si “Destek kullanıyorum” diyor. Şu sıralar yaygın gördüğüm bir başka destek ürünü glukozamin preparatları. Biz normalde bu destekleri ileri yaşlarda kireçlenme için veriyoruz ama artık gençler de bunları “İleride kireçlenmem olmasın” diye kullanıyor. Fakat kemik yoğunluğu normal olan birinin bu destekleri kullanması tam ters etki yaratarak kemik yoğunluğunu düşürüyor. Şöyle düşünün: Tansiyonunuz normalse tansiyon ilacına ihtiyacınız yoktur, kemik yoğunluğunuz normalse glukozamin’e ihtiyacınız yoktur. Ayrıca kireçlenme için verilen bu desteklerin önemli yan etkileri var. Mesela insülin direncine, diyabete eğilim yaratabiliyorlar.
Bir de vitamin ve minerallerin içinde pek çok katkı maddesinin olduğu gerçeği var…
Kesinlikle… Sıkıştırılmış maddeler, kimyasallar, yapay şekerler, boyalar, aromalar… Geçenlerde bir hastam, “Ben beslenmeme çok dikkat ediyorum. Marketten paketlenmiş gıda almıyorum. Yapay gıdalardan uzak duruyorum” diyor. Ama içinde marketten aldıklarının daha fazlasını içeren kutu kutu vitamin kullanıyor. Ben vitamin ve minerallerin kullanılmasına karşı değilim, sadece bunların da bir ilaç olduğunu ve vücutta eksiliği gösterildiğinde verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bir diğer sorun şu: Besin destekleri konusunda eskiden güvendiğimiz dört-beş ilaç firması vardı. Şimdi o kadar çok ilaç firması var ki, bu ilaçların nasıl üretildikleri, etken maddeleri o kadar şaibeli ki… Mesela bir üründe ne kadar kalsiyum olduğunu incelediğimizde etken maddenin menşeinin Uzak Doğu olduğunu görüyorsunuz. Etken madde bu ülkelerden ucuza satın alınıyor ve ilaç Türkiye’de üretiliyor. Vücudunuz için gerekli olduğunu düşündüğünüz vitamini de alamayabiliyorsunuz çünkü üstünde yazılanlarla içerikleri birebir aynı olmuyor.
Anti-aging amaçlı bazı destekler, uygulamalar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Herkeste bir gençlik merakı, zamanı geri döndürme telaşı var ama ilaçlardan bu kadar medet ummamak lazım. Mesela “Gençlik iksiri” diye damardan glutatyon almak çok moda oldu. Ama bu uygulama nedeniyle böbrek yetmezliğine giren bile var, bizzat şahidim. Dışarıdan bizi gençleştirecek böyle hiçbir iksir yok maalesef. Anti-aging konusunda bilimsel kongrelerde sunulan iki yol var: Sağlıklı beslenme ve egzersiz. Bu kadar…
Yine bağışıklık güçlendirmek, zinde kalmak amaçlı ginseng, zerdeçal tabletleri de deli gibi kullanılıyor. Öncelikle bu ürünlerin tamamen masum olduğunu sanmak hatalı olur. Açın Pubmed’e bakın, ginseng’in kadınlarda polip yaptığına dair birçok yayın göreceksiniz. Pek çok kişi antioksidan diye kutu kutu zerdeçal tableti kullanıyor ama zerdeçal da vücutta kanamayı artırabiliyor. İnsanlar ilaçların prospektüsünü okuyup yan etkilerini gördüklerinde bazen dehşete kapılıyor. Bence besin desteklerinin içindeki katkı ve sıkıştırma maddelerinin yan etkilerini bilseler gereksiz yere içmezler.
📍📍📍📍📍
Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer:
Beyin sağlığı konusunda genellikle ginko biloba, sitikolin, krill yağı gibi destek ürünleri öneriliyor. Bu ürünlerin gerçekten faydası var mı?
Hayır, bunların büyük çalışmalarla kanıtlanmış etkisi yok, birçoğu da oldukça pahalı. Özellikle Alzheimer gibi nörodejeneratif (beyin hücre kaybına yol açan) hastalıklarda insanlar ne yazık ki her yolu denemeye hazır oluyor. Hastaların çaresizliği sömürülmeye açık hale geliyor. Biz vitaminleri ancak hastada bir eksiklik bulduğumuzda ya da ağır bir nekahet döneminden sonra kullanıyoruz. Mesela B12 ve D vitamini gerçekten hafıza üzerinde etkili fakat kanda düzeyleri düşükse bunları takviye ediyor, kan tetkiklerinde eksikliği olmadan herkese hemen önermiyoruz. Günümüzde bilgi, kanıt her gün yeni çalışmalarla kendini yeniliyor. Hekimin görevi bunları izlemek, hastalarına yeni gelişmeler ışığında uygun, en yararlı olacağı öngörülen ilaçları önermektir. Sözgelimi Alzheimer hastalarına geçmiş yıllarda yüksek doz E vitamini tavsiye ediliyordu. Ancak sonra büyük bir çalışma sonuçlandı ve E vitamininin yararı olmadığı gösterildi. Alzheimer hastalığından korunmada kanıtlanmış faydası olan önerilerden biri yeşillikler, sebze meyve, tam tahıllar, zeytinyağı ve balıktan zengin Akdeniz diyetidir. Bunun dışında ben “nutrasötik” olarak anılan, ilaç şeklinde hazırlanmış, tedavi amacıyla kullanılacağı iddia edilen, kesin yararlarına dair kanıtları olmayan besin ve besin bileşenlerini hastalarıma önermiyorum.
Omega 3’ün hafıza için etkili olduğuna dair yaygın bir inanç yerleşmiş durumda, bu konuda ne dersiniz?
Omega 3 yağ asitlerinden zengin gıdalarla beslenmenin kalp, beyin sağlığını korumaya yönelik faydası gösterildi. Biz de danışanlarımıza hastalıklardan korunmada sağlıklı beslenme tarifleri yapıyor, omega 3’ü besin desteği olarak değil de yiyeceklerden almalarını tavsiye ediyoruz. Haftada iki kez balık yiyebilirsek gerekli omega 3’ü alabiliyoruz. Demans hastalarımıza omega 3 reçete etmiyoruz çünkü çalışmalarda omega 3 desteğinin Alzheimer hastalığının zihinsel bulgularını önlenmesi ve tedavi edilmesine yönelik kanıt bulunamadı. Ne yazık ki kanser, demans gibi tedavilerin zor, umutsuzluğun olduğu hastalıklarda yalnızca bu tür destekler değil, farklı pek çok yöntem de suiistimal ediliyor. Örneğin “transkraniyal pulse stimulasyon” diye bir yöntemle beyine ultrason dalgaları vererek Alzheimer’ın tedavisinde etkili olduğunu savunan görüşler var. Oysa transkranial manyetik stimülasyon (TMS) ve transkranial pulse stimülasyon (TPS) gibi yöntemlerin Alzheimer hastalığının tedavisinde henüz kanıtı yok. Üzücü olan şu: Hasta ve yakınları bu yöntemlere seans başına oldukça yüksek meblağlar ödeyerek çare arıyor, iyileşme umudu taşıyor. Biz bu tür durumların önlenmesi için meslek örgütlerine ve ilgili kurumlara başvurular yapıyor, durumu iletiyoruz. Hasta ve yakınlarına da “mucize”, “tam kür” iddia eden her türlü yöntemden uzak durmalarını öneriyoruz. Bunlar maalesef hem vakit hem para kaybına neden olan, hayal kırıklığı ile sonuçlanan yöntemler.
Bir ilacın, desteğin ya da yöntemin kanıta dayalı olması ne demek, biraz açar mısınız?
Kanıta dayalı tıp, “Bilim insanları, bir tedavinin etkinliğini dünya üzerinde farklı coğrafyalarda yaşayan insanlarda kapsamlı, iyi tasarlanmış kontrollü çalışmalarla test etti. Çalışmanın sonuçları analiz edildi ve tedavinin yararı kesin olarak gösterildi. Tedavi artık hastalarda kullanılabilir” anlamına geliyor. Hekim olarak şahsi tecrübelerimizin mutlaka önemi vardır ancak yararlılığı bu şekilde kanıtlanmamış ilaçların önerilmesi kanıta dayalı tıbba aykırıdır. Bir ilaç piyasaya çıkarken birçok aşamadan geçiyor, ondan sonra Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’ne (FDA) başvuruluyor, bu kurumdan onay çıkınca ilaç hastaların hizmetine sunuluyor. Vitaminler için de süreç aynı. Vitaminlerin bilinçsizce kullanılması sanılanın aksine yarar yerine zarar verebiliyor. Sözgelimi yağda eriyen vitaminler (A, D, E, K vitaminleri) bilinçsizce fazla kullanılırsa sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Dolayısıyla içeriğini, etkinliğini bilmediğimiz herhangi bir ilaçtan, besin desteği ya da yöntemden uzak durmalıyız.
📍📍📍📍📍📍
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serhan Tuğlular:
Gereksiz vitamin-mineral takviyelerinin böbrek sağlığı üzerinde olumsuz etkisi olabilir mi?
Vitaminleri iki gruba ayırıyoruz: Suda eriyenler ve yağda eriyenler. Suda eriyen C vitamini, B vitamininin böbrek açısından çok büyük tehlikesi yok. Fakat fazla miktarda C vitamini böbrek taşı oluşumunu tetiklediğine dair bilgiler var. Dolayısıyla kafanıza göre “Kışın her gün iki tane C vitamini alırım” demek doğru değil. Eğer genetik olarak böbrek taşı oluşturmaya yatkın bir bünyeniz varsa C vitamini takviyesi böbreklerinizde taş hastalığını tetikleyebilir.
Yağda eriyen vitaminlerden D vitamini kullanımı konusunda dikkatli olmak lazım. Biz özellikle osteoporoz nedeniyle D vitamini kullanan yaşlılarda bazen şunu gözlemliyoruz: Kişi böbrek hastası olduğunu bilmiyor, osteoporozu için D vitamini kullanmaya başlıyor. Aradan bir süre geçiyor, hastanın kreatin’i yükseliyor ve böbrek yetmezliği bulguları ortaya çıkıyor. Bu arada akut böbrek hasarı dediğimiz tabloda yalnızca bu takviyeler değil, ağrı kesiciler dahil her türlü ilaç sorumlu olabilir. Bu nedenle doktor tavsiyesi olmayan her türlü ilaçtan kaçınmalıyız. Yine kilo verme amaçlı bazı bitkilerin hap, kapsül ya da çay formlarında akut böbrek hasarı gördük, bu ürünleri kesinlikle önermiyorum.
Böbrek hastaları vitamin-mineral kullanırken nelere dikkat etmeli?
D vitamini böbrekte aktif hale getirilen bir vitamin. Kronik böbrek hastalarında böbrek fonksiyonu yavaş yavaş azaldıkça D vitamininin yapımı da azalıyor. Bu nedenle biz tahlil sonuçlarına göre dozu ayarlayarak D vitamini veriyoruz. Fakat altını çizerek söylüyorum, bu hastalarda D vitamini dozu mutlaka doktor tarafından ayarlanmalı, “Komşudan duydum, alayım” gibi bir tutumdan uzak durulmalı.
📍📍📍📍📍📍
Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Asena Akdemir:
Psikiyatrik hastalıklarda vitamin ve minerallerin yeri var mı?
D vitamini, B12, demir kanda eksikse bunların ruh halinde gerçekten etkisi oluyor. Ama eksikliği gösterilmeyen herhangi bir vitamin ya da mineral takviyesiyle bir psikiyatrik hastalığı düzeltmek mümkün değil. Ne yazık ki insanlarda depresyonun bir hastalık olduğuyla ilgili bilinç kaybolmaya başladı, insanlar turşu suyu, gereksiz vitamin-mineral takviyeleriyle, bitkilerle depresyonu düzeltmeye çalışıyor. Gerçek şu ki ilaç ya da terapi desteği olmadan depresyonu düzeltemezsiniz. İş artık çığırından çıkmış durumda. “Çok yorgun görünüyorsun, B12 vitamini al, düzelirsin” diye insanlar birbirine vitamin öneriyor. Sonra fazla B12 aldığı için unutkanlık, baş dönmesi yaşayan bir sürü yaşlı hastayla karşılaşıyoruz. Geçenlerde B12 değeri 1200’e çıkmış bir hasta gördüm, düşünün… D vitamini de moda oldu, insanlar sık aralıklarla ampulü kırıp kırıp D vitamini içiyor. Halbuki bir ampulde 300 bin ünite D vitamini var, doktor önerisi olmadan “Altı üstü bir ampul” diyemezsiniz. D vitamininin fazlası toksik etki yaratır, böbrek yetmezliğine, ölüme bile neden olabilir.
Özellikle depresyon, kaygı bozuklukları için insanlar St. John’s wort kapsülü kullanıyor. Bunların faydası, zararı konusunda bilgiler neler?
St. John’s worth, marketlerde bile satılıyor artık ama aslında bu bir ilaç. Bütün antidepresanların öncülü olan bir maddeyi içeriyor. Doktor kontrolü olmadan doz ayarlaması yapılmadan kullanıldığında ciddi sorunlar ortaya çıkıyor. Mesela ben St. John’s worth kullandığı için durduk yerde psikoza giren hasta gördüm, hastanın gerçeği değerlendirme yetisi bozulmuştu, “Beni takip ediyorlar, bana zarar verecekler” diyordu. Bunları yoğurt, kefir gibi tüketmezsiniz. Takviye sandığınız şey aslında bir ilaç.
St. John’s worth sarı kantaron bitkisini içeriyor, zararı olmaz diye düşünülüyor, ne dersiniz?
Ona bakarsanız esrar da bitkisel, tütün de… Ne bileyim dul avrat otu da bitkisel ama tükettiğinizde hızla ölüyorsunuz. Adaçayının fazla tüketilmesi erkeklerde impotans (sertleşme bozukluğu) yapabiliyor mesela… Dolayısıyla “Bitkisel olan her şey iyidir” demek doğru değil.
Psikiyatrik ilaçların yerine besin desteği, bitkisel ürün kullanma eğiliminde olan hastalarla sık karşılaşıyor musunuz?
Hastalara dışarıdan çok sık “Antidepresanlar bağımlılık yapıyor, sen ilacı bırak yerine şunu kullan” diye telkinler oluyor. Aslında antidepresan bağımlılık yapmıyor, muhtemelen hastanın depresyonu geçmediği için ilacını daha uzun süre almak zorunda kalıyor. Hasta da sanıyor ki ilaca bağımlı oldu. Ne yazık ki depresyonun, kaygı bozukluğunun uzamasının ya da tekrarlamasının sebebi devlet hastanelerinde 10 dakikalık zaman diliminde hastaya bakma zorunluluğu. 10 dakikada ne terapi yapabilir ne de sorunu yeterince anlayabilirsiniz.
Bu arada bağımlılık yapan ilaçlar zaten düz reçeteyle verilmez, devlet bu ilaçları kontrol altına alıyor. Antidepresanlardaki bu “bağımlılık yapıyor” yanlış inancı yüzünden insanlar içeriğini bilmediği, etkisi olmayan ya da bilakis zararlı olabilecek ürünlere yöneliyor. Resmen yeni bir din icat edildi, insanlar doktora gitmeden, sağlıklı yaşamak için hiçbir şey yapmadan, yediğine içtiğine dikkat etmeden “Bir şey içeceğim ve sorunum düzelecek” diye düşünüyor.
📍📍📍📍📍📍
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilgehan Karadağ:
Kalp damar hastalığından koruduğu bilinen vitamin-mineral takviyeleri var mı?
Kanıta dayalı konuşmak gerekirse herhangi bir takviye, vitamin ya da mineral kullanımının kardiyovasküler hastalıkları önlediğine dair bir bilgi yok. Fakat özellikle kalp yetmezliği olan hastalarımızda demir eksikliğine bağlı anemi ciddi bir sorun, o yüzden demir eksikliğinin tamamlanması gerekiyor. Bir de idrar söktürücü ilaçları yüksek dozlarda kullanan hastalarda bazen kanda magnezyum ya da potasyum değerlerinde değişiklik olabileceğinden zaman zaman takviye gerekebiliyor.
Omega 3 desteği faydalı olabilir mi?
Bu konu biraz tartışmalı. Omega 3 içeren balık, sebze-meyve, tam tahıllar, süt ve süt ürünleri ve zeytinyağı içeren Akdeniz diyetinin tüketiminin kalp damar hastalıklarında koruyucu olduğu çalışmalarda gösterilmiş. Fakat omega 3’ü takviye şeklinde almak konusundaki çalışmalar biraz tartışmalı çünkü kesinliği fazla değil. Takviyeler konusunda kılavuzlara girmiş herhangi bir bilgi olmadığı için bu konuda bir öneride bulunmuyoruz. Eğer sağlıklı besleniyorsanız ve kan incelemelerinizde herhangi bir vitamin-mineral eksikliği yoksa takviye almanıza gerek yok.
📍📍📍📍📍📍
Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir:
Sağlıklı yaşam kurallarıyla kanserden hangi oranda korunmak mümkün? Kanseri önlemede vitamin ve mineral takviyelerinin yeri var mı?
Kanser, doğru sağlık kuralları uygulandığı takdirde yüzde 30-40 oranda önlenebilir bir hastalık. Doğru sağlık kuralları şu unsurları içeriyor: Sağlıklı beslenmek, düzenli egzersiz yapmak, sigara ve alkolden olabildiğince kaçınmak, aşırı kilodan uzak durmak ve yeterli miktarda uyumak. Sağlıklı beslenme derken bol miktarda sebze-meyvenin, yeşilliğin, lifli gıdanın, az miktarda kırmızı etin ve hayvansal yağların, ölçülü miktarda zeytinyağının bulunduğu bir beslenme modelini kastediyoruz. Elbette bu beslenmede konserveler, salam, sosis gibi işlenmiş gıdaların olabildiğince az olması gerekiyor.
Vitamin ve mineral takviyesi ise açıkçası iki tarafı keskin bir bıçak. Aslında biz bazı vitamin ve minerallerin eksikliğinin kanser sıklığını artırabileceğini biliyoruz. Örneğin D vitamini eksikliği kalınbağırsak kanserleri dahil olmak üzere bazı kanserlerde artış yaratabiliyor. Yine selenyum eksikliği ile meme kanseri arasında ilişki var. Fakat bu vitamin ve minerallerin fazla tüketilmesinin koruyucu olduğuna dair elimizde hiçbir veri yok. Evet, vitamin ve mineraller eksikse yerine konulmalı ama bunların yüksek dozda alınmasının negatif etki yaptığına dair birtakım veriler de var. Örneğin yıllar önce yapılmış ama hâlâ geçerliliğini koruyan bir çalışmaya göre bir yandan sigara içip bir yandan da A vitamini kullanmak akciğer kanseri riskini artırabiliyor. Vitamin ve mineraller çok büyük bir pazar, hekim reçetesi olmadan alınabiliyor ve ne yazık ki istismar da edilebiliyor. Mesajım şu olabilir: Sağlıklı besleniyorsanız ek bir vitamin-mineral desteğine ihtiyacınız yok. Belirli aralıklarla D vitamini ve B12 seviyenize baktırıp bir eksiklik varsa bunu hekimin önerdiği biçimde tamamlayın. Biz B12 seviyesinin 500’ün üzerinde, D vitamininin de 50-60 düzeyinde tutulmasını öneriyoruz.
Arı poleni, zerdeçal, ısırgan otu gibi desteklerin kanserden koruyucu etkisi var mı?
Hayır, hiçbirinin kanser riskini azalttığına dair elimizde veri yok. Hatta bu ürünlerin kontrolsüz kullanımı karaciğer enzimlerini yükseltebilir. Bu tür destekleri bir arada ya da sürekli kullanmak vücutta kimyasal bir yükleme yaratır. “Ben zerdeçal kullanıyorum, kanser olmam” gibi bir yanılgı içinde olmamak lazım. Çok sağlıklı beslenen, düzenli yaşam koşullarına uyan, ailesinde kanser öyküsü olmayan kişilerde bile kanser çıkabilir. Bu nedenle kanser tarama programları aksatılmamalı.
Peki kanser tedavisi sırasında bitkisel takviyeler konusunda öneriniz ne oluyor?
Biz onkologların prensibi hastalara tamamlayıcı tıp tedavilerini tavsiye etmemek yönünde. Hastalara, “Sağlıklı besleniyorsanız, yaşam biçiminize dikkat ediyorsanız ek bir şeye ihtiyacınız yok. Çünkü bu ürünlerin hiçbiri kanserin gidişatını değiştirmiyor” diyoruz. Fakat biz ne dersek diyelim hastalarımızın yüzde 70-80’i bu tür ek birtakım maddeler kullanmak istiyor. Bu noktada da “Kullandığınız ürünü mutlaka bizimle paylaşın, yan etkileri olabilir” uyarısında bulunuyoruz. Mesela kemoterapi alan bir hastanın karaciğere toksik olabilecek ısırgan otunu kesinlikle kullanmaması lazım. Biz birkaç hastamızda bu durumu yaşadık, hastaların karaciğer enzimleri çok yükseldi, nedenini araştırınca arkasından ısırgan otu çıktı. Bitkisel ürünler bazen yarar yerine zarar getirdiği için kullanılacaksa mutlaka hekimin denetiminde ve onayıyla alınmalı.
📍📍📍📍📍📍
İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Kaya:
Vitamin ve minerallerin kontrolsüz kullanımı ne tür sorunlara yol açabilir?
Öncelikle vitamin ve minerallerin eksikliğini laboratuvar testleriyle ölçebiliyoruz. Hastanın kanında eksiklik durumu varsa takviye veriyoruz. Çinkonun bile gereğinden fazla alınması bakır eksikliğine neden oluyor. Çinko gibi bakır da önemli bir mineral çünkü kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin oluşumunda rol oynuyor. Demir eksikliğiniz yokken kafanıza göre demir tableti almanız karaciğerde büyümeye, karaciğer yetmezliğine neden oluyor. Vücudundan belirli bir kan kaybı olmayan menopozda olan bir kadını ya da erkek hastayı ele alalım. Bu kişiler, içinde demir olan multivitaminleri aldığında vücudunda demir birikebilir. Yine D vitamininin fazla alınması toksik etkiye neden olur, kişiyi ölüme bile götürebilir. Bu arada kan sulandırıcı ilaç kullanan hastaların omega 3 konusunda dikkatli olması lazım. Mesela kalp kapak ameliyatı olmuş, yüksek doz kan sulandırıcı kullanan bir hastanın gidip bir de yüksek doz omega 3 alması sakıncalı. Çünkü omega 3’ün de kanı inceltici etkisi var, bu sefer bir bakıyorsunuz hastanın vücudunda kanamalar, morarmalar oluşmaya başlamış. Bu nedenle özellikle antikoagülan (kan sulandırıcı) ilaçlar kullanan hastaların omega-3 kullanımı konusunda çok dikkatli olması lazım.
Siz obezite konusunda uzun yıllardır çalışan bir hekimsiniz. Vitamin, mineral ya da bitkisel takviyelerin kilo verme konusunda etkisi var mı?
Bu konu hem ülkemizde hem de dünyada kanayan bir yara. Besin destekleri çok büyük bir pazar ve insanların umutlarının ticareti yapılıyor ne yazık ki. “Kilo verdiriyor” denilen her türlü besin desteği, içeceği, kapsülü hızla satılıyor. İşin gerçeği bunların kilo verdirme üzerinde kanıtlanmış etkisi yok, “doğal” diye satılan pek çok ürüne de tıbbi zayıflatma etkisi olan ilaçlar konuluyor. Mesela yüksek doz tiroid ilacı, mesela Türkiye’de yasaklanan zayıflama ilacı sibutramin, mesela bağırsak çalıştırıcı laktasif… Bu ürünler çok ciddi iştah azalması yapıyor, kişi üç-beş kilo veriyor, “Çok işe yaradı” diyor. Fakat sorun şu ki bu ürünler birkaç kilo verdirmenin yanında kişinin metabolizmasını bozuyor, tansiyonunu yükseltiyor, halüsinasyonlara bile yol açıyor.
Yeşil çay ekstaratı gibi bazı bitkisel ürünlerin faydalı olduğuna ilişkin de ilgili bilimsel veri yok. Yeşil çay faydalı evet ama yeşil çayı doğal olarak içmek lazım. Ekstratların içinde bazen yüksek doz kafein olabiliyor, bu da kalpte ritim bozuklarını tetikleyebiliyor. Dolayısıyla “Komşum kullanıyor, ben de kullanayım” şeklindeki yaklaşım hayatı tehdit edici klinik tablolarla sonuçlanabilir.
Asistanlığımda 35 yaşında basit bir düşme sonucunda kalça kırığı geçirmiş incecik bir hastamız vardı. Hasta ortopedide yatıyordu, bizden de konsültasyon istemişlerdi. “Acaba osteoporozu mu var?” diye incelerken hastanın 10 yıldır günde dört-beş fincan zayıflama çayı içtiğini öğrendik. Çayı araştırdığımızda da bağırsaktan kalsiyum emilimini azalttığını, ishal yaptığını ve bunun kemik erimesini tetiklediğini gördük. O nedenle “Doğal ürün” deyip geçmemek lazım. Bir önemli konu daha var: Bu ürünler genellikle Tarım Bakanlığı’nın onayı ile piyasaya sürülüyor, ben hekim olarak Sağlık Bakanlığı’nın onaylamadığı hiçbir ürünün kullanılmasını doğru bulmuyorum.
📍📍📍📍📍📍
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esin Şenol:
Hangi durumda vitamin takviyesi gerekli olabilir?
Vitaminler, yaşamsal olan bazı organik bileşikler anlamına geliyor. Vücudumuz bu bileşikleri üretemediği için onları besin desteği yoluyla almak durumundayız. Bu tanıma uyan 13 vitamin var ve bunların eksiklikleri bağışıklık sistemi işlevini önemli ölçüde bozuyor. Mesela A vitamini alımı yetersizliği olan çocukların kızamıktan ölüm riski daha yüksek bulunmuş. Yine ağır beslenme bozukluğu nedeniyle gerekli vitaminlerden yoksun çocuklarda ishalden ölümlere daha yaygın rastlanıyor. Özellikle gebeler, yaşlılar, yoğun spor yapanlar ya da ağır çalışma koşullarına sahip kişiler ve emilim problemi olanlar vitamin-mineral eksiklikleri açısından risk grubunda. Fakat sağlıklı beslenen, çoklu ilaç kullanımı ya da mide emilim problemleri olmayan kişilerde dışarıdan vitamin-minerale genellikle ihtiyaç duyulmuyor.
Enfeksiyon hastalıklarında vitamin-mineral desteğinin faydası olur mu?
A, D, C vitaminleri ve çinko mineralinin bağışıklık sisteminde büyük önemi var. Özellikle de ishalle seyreden enfeksiyonlarda ya da üst solunum yolu enfeksiyonlarında bu vitamin-mineraller önemli. Fakat bunların fazla kullanılmasının olumsuz etki yaratacağını hatırlatalım. Vitamin ve minerallerin birbirleriyle ilişkisi öyle karmaşık ki birinin fazla olması diğerinin eksikliğine yol açabiliyor. Örneğin yüksek doz C vitamini (iki gramın üstünde), B vitamini eksikliğine neden oluyor. Süreğen bir eksiklik olmamasına rağmen yoğun C vitamini kullananlarda ishaller, mide krampları, böbrek taşları gelişebiliyor. Bu arada C vitamininin bir de damardan uygulanan formu var. Özellikle grip, nezle mevsiminde bana gelen hastalar, “Hastaneye uğradık, atom diye bir şey yapıldı” diyor. Atomdan kasıtları B, C vitaminleri ve glutatyon içeren ve damardan verilen bir serum. Aslında bu tedavinin içindeki vitaminlerin iyileştirici etkisi yok. Sadece serum, hücre içine hızlıca sıvı geçmesini sağladığı için hastanın geçici bir süre kendini iyi hissetmesini sağlıyor. Hatta bu uygulamanın sakıncaları bile olabiliyor. Dolayısıyla bu tarz uygulamaların grip ve nezle gibi hastalıklarda yerinin olmadığını söyleyebilirim.
Bitkisel ürünlerin kullanımı konusunda uyarılarınız var mı?
Antidepresan, kan sulandırıcı gibi ilaçları kullananlarda bitkisel ürünlerin ilacın etkisini azaltma ya da artırma yönünde ciddi olumsuzlukları olabilir, dolayısıyla ilaç kullananlara bitkisel ürünleri önermiyorum. Yeşil çayın bile günde iki bardaktan fazla içilmemesi lazım çünkü toksik etkiler başlayabilir, kan sulandırıcılarınızı olumsuz etkileyebilir. Yine bitkisel ürünlerde fayda beklentisini karşılamak için çok yüksek dozlara çıkılması yan etki riskini artırabilir. Bitkileri kaynatmak da çok sakıncalı olabilir, özellikle aktarlarda satılan bitkilerde mikrop bulaşı olabileceğini hatırlatalım. Uygun yıkama ve arıtma yapılmayan bitkiler ağır metal yükü ya da mikrobik yük taşıyabilir. Dolayısıyla standardize edilmiş ürünler kullanılmalı.
📍📍📍📍📍📍
Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Süleyman Ataus:
Erkek sağlığı konusunda önerilen takviyeler var mı?
Öncelikle verilmesi gereken mesaj kimsenin eş dost tavsiyesiyle bir vitamin, mineral ya da bitkisel destek kullanmaması gerektiği. Eğer kan değerlerinde D vitamini düşükse takviye edilmeli, bu konuda en güncel görüş D vitaminini uzun aralıklarla değil günlük doz şeklinde almak yönünde. D vitamininin bağışıklık sisteminden kanserlere, kemik sağlığından erkeklerde performans artırmaya kadar bir dizi faydası var. Bunun dışında eski çalışmalarda E vitamini ve selenyumun erkek sağlığı açısından yararlı olduğu düşünülüyordu ama daha sonra yapılan çalışmalar bu desteklerin tam tersine prostat kanseri riskini artırdığını ortaya koydu ve bunların rutin kullanımından vazgeçildi.
Eğer eksiklik varsa hem bağışıklık sistemi hem de testosteron konusunda destek olması açısından C vitamini ve çinko verilebilir ama dediğim gibi kimse kafasına göre bunları kullanmamalı. Yine özellikle ileri yaşlarda genellikle düşük olan B12 vitamini eksikse mutlaka tamamlanmalı.
Mevsiminde sağlıklı meyve-sebzelerin, ceviz, badem, fındık gibi yağlı tohumların, baklagillerin, balığın, süt ve süt ürünlerinin bulunduğu bir diyetle yani Akdeniz diyetiyle beslenen birinin vitamin-mineral açısından bir desteğe ihtiyacı olmadığını belirtmek isterim. Bitkisel destekler konusunda da yeşil çay ve zerdeçalın prostat kanserini önlediğine ilişkin bazı yayınlar var. Fakat bu ürünlerin doğal hali değil de ilaç formlarıyla ilgili bazı yan etkiler görülebiliyor. Örneğin benim zerdeçalla ilgili kötü bir tecrübem var, bir hastam ameliyat sonrasında açıklayamadığım kanamalarla karşıma gelmişti. Sonra araştırdık ve hastanın yüksek dozda zerdeçal kullandığını ortaya çıkardık. Dolayısıyla doz ayarı yapılmadığında masum görülen bitkisel ürünlerin bile yan etkileri olabiliyor. Bin kişide bir şey olmaz ama bir kişide baş ağrıtır…
📍📍📍📍📍📍
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. İsmail Çepni:
Hamilelerde alınması gereken vitamin-mineral takviyeleri nelerdir?
Gebelikte vitamin-mineralden önce esas önemli konu yeterli ve dengeli beslenmek. Normal günlük kalorinin gebelikte yüzde 15 kadar artırılması gerekiyor. Yani normalde 2000 kalori alan bir kadının gebelik sırasında 2300 kalorilik bir beslenme planı uygulaması yeterli. Gebelikte protein, kalsiyum ve sağlıklı karbonhidratlar yeterince alınmalı ve öğün sayısı artırılmalı. Yeterli ve dengeli beslenen sağlıklı gebelere standart vitamin takviyesi önermiyoruz. Fakat D vitamini ya da B12 düşükse eksikliği takviye ediyoruz. Minerallerden de mutlaka demir hapı başlıyoruz. Çünkü gebelikte annede oluşan değişiklikler sonucunda kanda alyuvarlar artıyor ama kanın sıvı kısmı kadar artmadığı için göreceli kansızlık oluyor.
Peki sipina bifida (ayrık omurga hastalığı) riskine karşı folik asit rutin önerilmiyor mu?
Hayır, herkese rutin önerilmiyor. Eğer Ege mutfağıyla besleniyorsanız yani sebze, meyve ve otların bol olduğu bir beslenmeniz varsa folik asit başlamanın anlamı yok. Fakat diyelim ki Güneydoğu mutfağı yani et ağırlıklı bir beslenme modeliniz var, bu durumda gebelikten üç ay önce folik aside başlamayı tavsiye ediyoruz. Gebelik anneye zaten çok büyük yük, buna bir de katkı maddesi, kimyasallar içeren ilaçların yükünü eklememek lazım. Vitamin ve mineraller mümkün olduğunca doğal kaynaklardan sağlanmalı. Bu arada yeterli miktarda D vitaminini yiyeceklerden sağlamak mümkün değil, bu vitaminin en iyi kaynağı güneş ışınları. Günde yarım saat kollarınızın güneş görmesi günlük D vitamini üretimi için yeterli. Fakat dediğim gibi bir eksiklik varsa eksikliğin tamamlanması ihmal edilmemeli.
📍📍📍📍📍📍
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdullah Bereket:
Çocuklarda vitamin ve mineral takviyesi gerekli mi?
Bebeğin yaşamının ilk bir yılında günlük 400 ünite, daha sonra günlük 600 ünite olmak üzere D vitamini almak yeterli. D vitamini konusunda da doktorun önerdiği doza çok dikkat edilmeli, fazlası böbreklerde kalsiyum atılımını artırdığı için kum, taş gibi sorunlara yol açabilir. Herhangi bir kronik hastalık ya da vitamin eksikliğine yol açabilecek bir mide-bağırsak emilim problemi yoksa çocuklarda D vitamini dışında rutin vitamine pek ihtiyaç duymayız.
Peki balık yağı?
Çocuk balık yiyorsa balık yağı almasına gerek yok.
Bağışıklığı güçlendirmek için arı poleni de çok sık kullanılıyor, ne dersiniz?
Bugüne kadar arı poleninin faydaları konusunda uygun metodoloji ile yapılmış bilimsel bir çalışma görmedim. Hatta birkaç erken ergenlik vakasında arı sütünün yoğun kullanım öyküsü görüldü. Bu ilişki için elbette bilimsel araştırmalara ihtiyaç var ama biz arı sütü, propolis gibi ürünlerin kullanılmasını önermiyoruz. Aileler çocuklarına bal verebilir ama bu ürünlerden kaçınsınlar.
Siz boy kısalığı konusunda da çok uzun yıllar çalışan bir hekimsiniz. Vitaminler boy uzatır mı?
Hayır, bu konuda da bilimsel kanıt yok. Çocuğun kronik bir hastalığı, gıda emilim bozukluğu, vejetaryen beslenme gibi bir durumu yoksa ek vitamin önermiyoruz.
Son bulgular: Tatlandırıcılar kalp krizi ve inme mi yapıyor?