Sahne Abdullah Avcı’nın
Ayça Güçlüten’in aynı adlı romanından sahne metnini de yazdığı ‘Disko Topu’, Emre Saka yönetiminde ve Nihan Doğa’nın tek kişilik yorumuyla sahnede. Hem karanlık ama hem de anlatım tarzı ve sahneleme tercihleriyle kıvılcımlı bir oyun var karşımızda.
‘Yok’ bir kadının, çok zor bir hikâyesi izleyeceğiniz. Yok sayılan, yok edilen, üstü çizilen, görülmeyen bir kadının… Kendi deyişiyle ‘rağmen biri’ o. Ama yok değil, var, yaşıyor, düşüyor, kalkıyor, sürünüyor, nefessiz kalıyor, sonra tekrar kalkıyor, deniyor, yaşıyor, konuşuyor; masayla, dolapla, koltukla, hayvanlarla… Başkaları onu hiçleştirmeye çalıştıkça o ‘biri’ olarak devam ediyor.
Ayça Güçlüten’in aynı adlı romanından sahne metnini de yazdığı ‘Disko Topu’, Lemur Company yapımı olarak, Emre Saka yönetiminde ve Nihan Doğa’nın tek kişilik yorumuyla sahnede. Baştan söyleyelim, hazmı da yer yer takibi de zor bir oyun ‘Disko Topu’.
İzlerken en çok, uzun senelerdir bu metinle yatıp kalktığını sonradan öğrendiğimiz, oyunu ayaklandıran Nihan Doğa’nın yaşamış olabileceği duygusal zorlukları düşündüm. Güçlüten’in metni bu ülkede sıkça duyduğumuz, ne yazık ki artık yer yer duyarsızca, şaşırmadan dinlediğimiz taciz-istismar vakalarını barındıran, tek bir kadının hayatına çöken zalimlikleri aktaran bir metin. Hem karanlık ama hem de anlatım tarzı ve sahneleme tercihleriyle kıvılcımlı bir oyun ‘Disko Topu’.
Ceren Yılmaz’ın tasarladığı, boş sahneyi geriden ve iki yandan saran fon ve bu fonda yerini bulan Onur Duru imzalı görsel akışa (mapping uygulaması) Orhan Enes Kuzu’nun müzikleri ve Ataberk Öge’nin ışık tasarımı eşlik ediyor. Oyunun ‘kıvılcımları’ hem karakterin öyküsünün hem de metnin inişli çıkışlı yapısında zaten yerini bulmuş. Ama o ‘kıvılcım patlamaları’ hissi, yukarda saydığım tasarım ögelerinde de yer alarak, oyunu bütünlemiş.
Annesini küçük yaşta trajik bir olay sonucu kaybeden, babasının tacizlerine uğrayan, nenesinin elinde büyüdükten sonra; kendisini, dünyaya getirdiği ‘küçük’le baş başa bir hayat kurmak durumunda bulan… Dertleştiği eşyalardan sonra şimdi artık ‘küçük’le yoldaşlık eden, dışarıdan bakıldığında rahatlıkla ‘deli’ denilip geçilecek bir kadının öyküsü ‘Disko Topu’.
Emre Saka’nın yönetiminde Nihan Doğa, gerçekten zor bir metni sırtlamış. İlk gösterimde yer yer fazla ‘yüksek’ bulduğum bir akıştı ama ilerleyen gösterimlerle sakinleşip olgunlaşacağını da hissettiren bir performans izledik Doğa’dan. Edebi olarak güçlü ama bir o kadar da sert, üstelik olay akışı olarak da karışık akan bir metni büyük bir heyecan ve sorumlulukla yüklenmiş oyuncu.
Sadece gücünü kendinden alan bir kadının öyküsü değil, hayatın akışına, insan olmaya, güvenmeye ve hatırlamaya dair de bir oyun…
Disko Topu/Lemur Company
Yazan: Ayça Güçlüten
Yöneten: Emre Saka
Oyuncu: Nihan Doğa
Ne zaman, nerede: Yarın 20.30’da Ara Sahne’de, 19 Ekim Perşembe 20.30’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde.
Süre: 70 dakika.
Bilet fiyatları: 200 ve 250 TL.
Tiyatro dünyamızın en prestijli ödül organizasyonu olan Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri, salı akşamı 25’inci kez sahiplerini buldu. Tahmin edildiği ve bence hak ettiği üzere (11 adaylığı vardı), Nilüfer Kent Tiyatrosu (NKT) yapımı ‘1984’, ‘Yılın En Başarılı Oyunu’ ödülünün sahibi oldu. Yanı sıra yönetmen ile ışık ve sahne tasarımı kategorilerinde de ödülü aldı, bu etkileyici prodüksiyon. ‘1984’ü yakaladığınız an muhakkak izlemeniz önerisiyle, ‘Afife’ye dair aklıma takılan birkaç noktayı not etmek istedim.
– Bundan 10 sene öncesine kadar Afife Ödülleri’nde ‘75 kişilik salon kısıtlaması’ kriteri vardı. 75 kişinin altındaki kapasiteli salonlarda oynanan oyunlar, değerlendirmeye alınmıyordu. Eleştiriler üzerine, kurul değişikliğe gitti ve böylece çok sayıda ‘küçük, bağımsız’ tiyatro Afife nezdinde ne güzeldir ki görünür oldu.
Son birkaç senedir ise başka bir tuhaflık çıkıyor ortaya. Tiyatro üretimi farklı ölçeklerde –ülkedeki ve dünyadaki tüm engellere inat- artıyor. Tiyatro zaten ‘rağmen’ yapılan bir sanat ve bazen bomboş bir sahnede, tek bir ışıkla bile büyüleyici dünyalar kurmak mümkün oluyor. Yani illa devasa dekorlar, göz alıcı ışık, video tasarımları gerekmiyor.
Ama galiba Afife jürisi büyük, çarpıcı, iddialı sunumları daha çok seviyor. Son senelerin Yılın En Başarılı Oyunu adaylarına baktığımızda çoğunlukla şehir tiyatroları yapımı büyük işleri görüyoruz. Ki özellikle bu sene, her biri kendi alanında çok etkileyici işlerdi. Bu yıl ‘1984’ de nasıl olduysa geceden ödülsüz ayrılan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı ‘Cadı Kazanı’ da arşivlik, unutulmaz yapımlar.
Fakat ödenekli tiyatroların görece geniş imkânlar dahilinde yarattığı iyi oyunlarla, bağımsız, küçük tiyatroların kendi yağlarında kavurdukları oyunları aynı kategoride değerlendirip kıyaslamak biraz haksızlık değil mi? Kadroyu, teknik imkânları, bütçeyi geçtim, sabit prova mekânı bile olmayan küçük bir tiyatro ekibi dünyanın en yaratıcı rejisini yapsa da bir kurum tiyatrosunun ürettiği iyi bir oyunla yarışamayacaktır. Belki Afife Ödül Kurulu bağımsız ekiplerin ‘en iyi oyun’unu, kurum ya da büyük yapımcıların ürettiği oyunlardan -kriterleri belirleyerek- ayırma yoluna gitmeyi düşünür…
– Ödül törenindeki bir diğer tuhaflık Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu dalında Özlem Zeynep Dinsel’in iki ayrı oyunla, iki kez aday gösterilmesiydi. Dinsel, Oyun Atölyesi yapımı ‘Kızlar ve Oğlanlar’da da NKT yapımı ‘Aşkın En Kısa Gecesi’nde gerçekten izlemeye doyulmaz iki ayrı performans sergiliyor. Kişisel favorim de oydu. Ama gönül isterdi ki Afife jürisi Dinsel’in her iki performansını da belirtip aday olarak ismini bir kez geçirse ve o 5’li aday listesinde bir kadın oyuncuyu daha gösterip görünür kılsa, dikkat çekseydi…
– Işık tasarımında Cem Yılmazer çok iddialı bir isim. Afife törenlerinde ismi her sene birden çok defa okunan, neredeyse iki senede bir de ödülü alan yaratıcı bir tasarımcı. (Törende söylediğine göre bu sene ışık kategorisindeki beşinci ‘Afife’sini aldı.) Bu sene de Cem Yılmazer üç, Kemal Yiğitcan iki ayrı oyunla Yılın En Başarılı Işık Tasarımı dalında adaydı. Her ikisi de kıymetli isimler, çok iyi işlere imza atıyorlar. Ama inanın sevgili Afife jürisi, Türkiye’de iyi ışık tasarımı yapan genç erkekler ve buna belki inanmayacaksınız ama kadınlar da var. Hani belki ilerleyen senelerde o gözle bakarsınız diye anımsatmak istedim. İsimleri bulmak için, izlediğiniz oyunların künyelerine bakabilirsiniz…
Ferhan Şensoy’un tiyatro tarihimize armağan niteliğindeki oyunu ‘Şahları da Vururlar’ yeni kadrosuyla, 42 sene sonra geçen sene bir kez daha prömiyer yapmıştı. Geçen sezon izleyemeyenler için oyun bu sezon da devam ediyor. Şah Rıza’nın, tabiri caizse kendi arzularının peşinde at koşturduğu ülkesi İran’da olan biteni Ferhan Şensoy’un özgün mizahi diliyle anlatır oyun. Ve ne yazık ki seyirciyle ilk buluştuğu 1980’den bu yana siyasi göndermelerinden hiçbir şey kaybetmemiş halde… 7 Ekim Cumartesi, 20.00’de Ses Tiyatrosu’nda.
Bir grup lise arkadaşını bir akşam yemeğinde buluşturan oyun, 90’lar Türkçe popundan şarkılar eşliğinde seyirciyi geçmişten gelen sırların açığa çıkmasına tanıklık ettiriyor. Sıradan bir arkadaşlık hikayesi değil elbette bizi bekleyen, ‘eski ve yeni Türkiye’ üzerine yerinde tespitler yapan bir iş. Genç ve yetenekli oyuncu kadrosu hareketli bir ensemble oyunculuk performansı sergiliyor. Hüseyin Alp Tahmaz imzalı metni Emrah Eren yönetiyor. 7 Ekim Cumartesi, 20.30’da Kadıköy Boa Sahne’de.
Ahmet Sami Özbudak’ın sıkı bir tarih çalışması sonucu kaleme aldığı oyun cesur, muzip dili ve iktidar baskısına karşı geliştirdiği çözümlerle adını Türk basın tarihine yazdırmış mizah gazetesi ‘Marko Paşa’nın öyküsü. ‘Yazarları dışarıdayken çıkabilen mizah gazetesi Marko Paşa’nın trajikomik serüvenini, Emrah Eren yönetiminde Erdem Akakçe, Fatih Koyunoğlu ve Bülent Çolak’ın çok yüksek enerjisiyle izliyoruz. 10 Ekim Salı, 20.30’da Besa Sahne Cevahir’de.
22 Kasım 2024 - Festival bitti şimdi sezon zamanı
17 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Dünya başımıza çöküyor kurtaran yok mu!
14 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Gölgelerin gücü adına, ‘Macbeth’ uykuya yatırdı
10 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Haberler kötü olsa da haberciler iyi