Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ndeki ilk rakibi Zalgiris
Galatasaray, Pendikspor karşısında bu sezon ortaya koyduğu en vasat, en ruhsuz, en vurdumduymaz, en sıkıcı futbolu izletti. Vasat oyuna rağmen gelen iki gol Sarı-Kırmızılı takıma üç puan getirdi.
Hafta içi ‘Şampiyonlar Ligi’ mesaisinde Manchester United’a karşı yıpratıcı bir mücadeleye çıkmanın ardından elbette takımın kimi parçalarının dinlendirilmesi adına rotasyona gitmek en mantıklı hamleydi. Nitekim Okan Buruk da bu yönde bir takım sürdü dün gece sahaya. Ayrıca rakip de sıklet farkının açık ara olduğu Pendikspor’du. Bu durum hem yorgunluk sonrası nispeten kolay bir dönemeç anlamına geliyordu hem de son maçlarda forma şansı bulamayan isimler adına kendini gösterme fırsatı sunuyordu.
Lakin özellikle ilk yarı baz alındığında Galatasaray bu sezon ortaya koyduğu en vasat, en ruhsuz, en vurdumduymaz, en sıkıcı futbolu izledik büyük ihtimalle. Topla oynanma oranları Sarı-Kırmızılılar adına 69’a 31’di ama ne organize bir akın ne doğru dürüst bir pas bağlantısı ne de heyecan verici bir pozisyon vardı ortada. Üstelik ev sahibi de aman aman bir savunma yapmıyor, olağanüstü bir güç sarf etmiyor, sahasında bekleyerek durumu idare ediyordu. Bu görüntüye rağmen son derece kötü bir futbol ve ruhsuz bir kimlik vardı sahada.
Aksayan parçalar olarak da Tete gibi demode bir futbol anlayışı ve ‘Halı saha topçusu’ kimliğinde ısrar eden bir kanat modeli, Kazımcan gibi ne şimdiki zamanda ne de geleceğe ilişkin hiçbir ışık saçmayan, vasat, oyunu okuma becerisinden yoksun, hamleleri yanlış ve tehlikeli iki isim ön plana çıkıyordu. Brezilyalı açık bulduğu pozisyonlarda kendine oynarken yerli sol bek de dokunuşlarıyla takımının yüreğini ağzına getiriyordu. Nitekim Pendikspor’un ışıldayan genç forveti Erencan’a 36’daki müdahalesi oyunda kaldığı süredeki en büyük hatasıydı.
Okan Buruk ikinci bölüme bu iki ismi kulübeye çekerek başladı ama mücadele uzun süre yine zevksiz ve rölantide seyretti. Sonradan sahne alan Bakambu’nun Süper Lig’de Galatasaray formasıyla kaydettiği ilk gol ve ardından ‘Çarşambanın yıldızı’ Hakim Ziyech’in stilini bir kez daha hatırlatan vuruşuyla gelen ikinci gol maçın da skorunu netleştirdi: 2-0.
Yoğun bir trafik var, takım iki cephede yarışıyor, hele hele ‘Devler Ligi’ arenası çok zorlu ve yıpratıcı ama yine de böylesi bir kadronun hiçbir zaman düşmeyeceği bir çizgi, kendine özgü bir standardı olmalı. Bu kadar klas ismin yer aldığı bir takımın dünküne benzer bir mücadeleye hakkı olmamalı diye düşünüyorum. “Arada bir kötü oyun olabilir, abartmamak lazım” diyebilirsiniz ama yine de bu denli büyük bütçelerle kurulan takımların ‘endüstriyel futbol’da daha iyi hizmet vermek zorunda oldukları kanaatindeyim.
Öte yandan asıl problem istikrarsızlık gibi gözüküyor. Ayrıca belki futbolun genelinde olan bir bakış açısı ama bizde özellikle en önemli yorumlama biçimi olarak kıyıya vuran bir yaklaşım mantığı sık sık öne çıkıyor; kötü oyunlarda o gün kim kadroda yoksa onun üzerinden takımı okuyoruz.
Örneğin haftalardır kötü oynayan, birçok pozisyonu heba eden Kerem Aktürkoğlu Manchester’a attığı klas golle yeniden gönüllerde taht kurmuştu. Ama aynı Kerem dün yine kötü oynadı, üstelik asıl adresi olduğu iddia edilen sol kanatta görev aldı uzun süre. Pas bağlantıları kötüydü, Icardi’yle uyumsuzluğu had safhadaydı, aldığı topları da ezip durdu. Benzer bir durum Oliviera için de geçerli, oynamadığı süre boyunca Okan Buruk’un ona haksızlık ettiği yazılıp çizildi ama forma verildiğinde de ortaya özel bir fark koyamıyor. Sacha Boey da daha önce defalarca yazıp çizdiğim üzere o muhteşem fiziğine, o muhteşem ciğerine eşlik edecek bir tekniğe bir türlü ulaşamadı, ulaşamıyor. Hâlâ doğru dürüst orta yapmaktan aciz, topa doğru açıyla vurma becerisinden yoksun bir profil çizmeyi sürdürüyor. Oysa meşin yuvarlağa ilişkin ilk dokunuşlarının, stop etme becerisinin ne denli ince, zarif ve teknik olduğunu defalarca gördük, görüyoruz. Geliştiremediği özellikleri sanırım neden hâlâ Fransız Milli Takımı’na alınmadığını bize kanıtlıyor diye düşünüyorum.
Neyse, sonuç itibariyle vasat ve sıkıcı bir oyun ama iki golle gelen üç puan… “Şampiyonluk yarışında önemli olan kazanmaktır” şeklinde ifade edilen o çok klişe tanımlamanın hakkını veren bir mücadeleydi dün izlediğimiz.
Bu arada takımın gerçek gol merkezi olup da kendisine verilmeyen paslar sonucu hem istatistiği hem de morali bozulan Icardi’nin tepkisini belirten vücut dilini yer yer çözebiliyoruz elbet ama yine de genel çizgileriyle olgun gözüktüğünü ve kızgınlığını içinde yaşadığını söyleyebilirim. Bu klasta birini yeterince besleyememek ve dünkü maç itibariyle Tete, Kerem ve Barış Alper’in bazı pozisyonlarda Arjantinli forveti görmek yerine kendilerini öne çıkartmak adına fırsatları heba ettiklerine şahit olduk. Sanırım asıl bu gibi durumlar için ‘Hoca dokunuşu’ gerekiyor…
Mücadelenin 38’inci dakikasındaki kısa süreli elektrik kesintisi ise ilk yarıdaki vasat futbola heyecan getiren tek hareketti sanırım! Biraz daha uzun süreli olsa ortaya konan kötü oyun için “Elektrikler kesikti, çalışamadım hocam” mazeretine fırsat doğardı ama saha bir an karardı ve tekrar aydınlandı. Yani bu açıdan da mazeretsiz bir karşılaşmaydı diyebiliriz!
Bu arada Kazımcan sonrası sol bek pozisyonunun Barış Alper’e ihale edilmesini kimileri ‘yaratıcı’ bir teknik direktör hamlesi olarak görebilir ama bence bu adım, asıl olarak sezon başı kadro mühendisliğinin bu cephede ne kadar yanlış yapıldığının göstergesidir…