Bir İstanbul klasiği: 40. İstanbul Tüyap Kitap Fuarı kapılarını açıyor
Ünlü yazar Paulo Coelho, Twitter'da, yazdığı kitabı 'Simyacı'yı Türkiye'de okuyan bir çoban fotoğrafı paylaştı, bir çobanın kitap okuması yadırgandı. O zaman hayatını kitap okumaya adamış Gümüşhaneli çoban Habip Soydaş ile tanıştıralım sizi...
Türkiye’de çok sevilen usta yazar Paulo Coelho, Twitter hesabından Anadolu’da kırda hayvan besleyen bir çobanın ‘Simyacı’ kitabıyla çekilmiş fotoğrafını paylaşıp üzerine de ‘Türk çoban Endülüslü çobanla buluştu” yazdı. Twitter ortamında bir çobanın kitap okuması takdirle karşılandığı gibi bir çobana kitap okumayı yakıştıramayanlar da vardı.
A Turkish shepherd reading about an Andalusian shepherd.
Yer yüzünde her insanın kendisini bekleyen bir hazinesi vardır. SİMYACI#Simyaci #paulocoelho #thealchemist pic.twitter.com/fTh4LVqBcd— Paulo Coelho (@paulocoelho) March 27, 2023
Çobanlar söz konusu olunca bir küçümse hali bir önyargı nedense kendini gösteriyor. Belli ki çobanların kitap okumadığına dair de önyargıları olan insanlar var. O zaman bu önyargıyı yıkan biriyle tanıştıralım sizi: Habip Soydaş. Gümüşhane’nin Öbektaş Köyü’nde yaşıyor. İlkokul mezunu, ama 57 yıldır usanmadan kitap okuyor. 83 yaşında, hafif kırlaşmış saçlarına rağmen dinç görünüyor. Hayatın doğal akışı içerisinde çok da dikkat çekmeyen bu ademoğlunun amacı; hayatı, varoluşunu anlamak, zihninde beliren sorularına cevap bulmak. Belgeselde “Okumak ne işe yarar biliyor musun?” diyor: “Başkalarının fikrini kendi fikrinle kıyaslamaya yarar, kainatı tanımaya, çağ ile yarışmaya yarar.” Konuştukça o sıradan ademoğlu adeta bir bilgeye dönüşüyor. Oysa ona köyde ‘deli’ diyorlar. Yönetmen Münir Alper Doğan’ın ‘Böyle Buyurdu Habip’ belgeseli sayesinde tanışmıştık kendisiyle.
İlham verici bir insan Habip Amca, ama hayatı da bir o kadar çileli geçmiş. Zeki ve çalışkan olsa da, öğretmeninin ısrarına rağmen babası okutmamış onu. Askerliğine kadar köyünden hiç çıkmamış. Askerden sonra da çalışmak için 1960’larda Almanya’ya gitmiş, ‘Batı’ ile tanışmış. Kendisine reva görülen Türk işçi muamelesi karşısında ilk soru düşmüş zihnine “Neden böyle?” diye. Sonra bir başka soru… Cevaplar bulmak için kitaplara sığınmış.
Belgeselini çeken Doğan’ın anlattığına göre o dönemde Habip Amca’nın kafasını kurcalayan birincil meseleler sosyal adaletsizlik ve hak meselesi. Türk kütüphanelerinden kitaplar ödünç alarak sorularına cevap aramış. Ama ‘okudukları ağır gelince’ akıl hastanesinin yolu gözükmüş. Aslında, yaşadığı kültürel şok ile sorularına bir türlü cevap bulamamanın verdiği sıkıntı, akli dengesini alt üst eden.
Doğan “Batı toplumuyla kendi toplumu arasındaki farkları düşünmek durumunda kalınca, hem üretim hem de entelektüel düzey yönünden o kadar büyük farklılıklar görüyor ki, bunu anlamaya çalışma çabası dengesini kaybetmesine yol açıyor. Ayrıca Batı’nın bu yönünü görürken acımasız ve ayrımcı yönünü de görüyor. Almanların onu eşit bir insan olarak değil sadece üçüncü dünyadan gelen vasıfsız iş gücünün önemsiz bir parçası olarak gördüğünü fark ediyor ve buna içerliyor” diyor.
Ama bu alt üst oluşlara rağmen Habip Amca okumaya devam ediyor. Almanya macerası sonrasıysa yaşamına köyde devam ediyor. Fakat onu köyünde de huzurlu bir yaşam beklemiyor. Adı çıkmış ya bir kere ‘deli’ye, doğru söylese de ‘deli’ o. Sıra dışılığı, hemşerilerine okumayı salık vermesi, insanın varoluşuna dair soruları, felsefecilerden bahsetmesinden midir nedir, ‘deli’ sıfatının yanına bir de komünist ekleniyor. Ama Habip Amca yılmıyor, yine okuyor, sonra da muhtarlığa aday oluyor ve seçimleri kazanıyor: “Muhtar oldum. Dilekçe verdiler, bu deli, bundan muhtar olamaz diye. Gittim mahkemeye ‘Efendiler benimle konuşun, deli miyim, değil miyim anlarsınız,’ dedim. Konuştular aralarında sonra mazbatayı verdiler. Ben de göreve başladım.”
İyi ki de başlamış. Neden mi? Muhtarlığı sırasında bir gün şehrin valisi, köyün yıkık dökük ilkokulunu ziyarete gelmiş, öğrencilerin halini görünce öğretmenlere kızmış “Nedir bu çocukların hali,” diye. Habip Amca da dayanamamış, valiye çıkışmış “Ne verdin de ne istiyorsun?” demiş. Habip Amca’nın yeğeni Necip Soydaş “Sonra köyde eğitim olanakları genişledi, çok güzel oldu, eğitim gelişti, üniversite okuyan gençlerimiz bile var artık,” diyerek onun sorgulayan, hak arayan karakterinin köye olan faydasını özetliyor.
Ama buna rağmen dışlanıyor köy yerinde. Doğan, bu dışlanmanın sebebini küçük yerlerdeki zihinsel tutukluğa bağlıyor: “Söylemleriniz o küçük toplum içinde ayrıksı duruyorsa, kahvede yaptığınız bir hareket insanların gözüne batıyorsa, hemen ‘normal’in dışında bir yerde konumlandırılabilirsiniz.” Habip Amca, ne yapsa köylüsüne yaranamıyor. Yüzünü tabiata dönüyor. Onun dinginliğinde sorularına cevap arıyor. Köpekler ve kediler arkadaşı oluyor. Belgeselde köylülerine, akrabalarına “Ben kendimi hayvanlara anlattım ama size anlatamadım” demesi de bu yüzden.
Kendini ifade etme olanağı bulamaması, ne söylerse söylesin sürekli ‘deli’ diye karşı çıkılması onu bunalıma sürüklüyor. Zamanla yine akli dengesi alt üst oluyor. Ama dışarıdan “Çok kitap okuduğu için kafayı her şeye takan” biri olarak algılanıyor. Elazığ’daki hastanenin yolu görünüyor bu sefer. Doktorlar, akrabalarına Habip Amca’yı kitaplardan uzak tutmalarını salık veriyor. Ama mümkün mü? Akrabaları da son çare olarak onca yıldır biriktirdiği kitaplarını yakıyor. Oysa ne George Orwell’dan ne de onun ‘1984’ kitabından haberdarlar. Buna çok içerliyor Habip Amca. “Bütün dünyadaki toplumların içerisinde en dahi bir insanı bile çileden çıkartan insanlar mevcuttur. Şu dünyada ciğerine hançer saplasalar dahi gül, gülemiyorsan yaralı aslan gibi sırıt. İnsanlar acımasız, dünya acımasız,” diyerek yaşadıklarını sineye çekiyor.
Yeni kitaplar buluyor kendine, yine okuyor. Evinde yine aksiklopedileri, sözlükleri, romanları, tarih kitapları var. Freud’dan Montaigne’e birçok düşünürün kitapları, romanlardan ‘Felsefi Doktrinler Sözlüğü’ne bir çeşitlilik var kütüphanesinde. Son dönemde Doğan’ın anlattığına göre Türkiye’nin kurtuluş tarihi, din ve felsefe konularına yoğunlaşmış. Habip Amca, ceketinin iki cebinde birer kitapla dolaşıyor. Bir de günlük gazetesini taşıyor yanında: “Sabah akşam fark etmez, fırsat bulduğum an okuyorum. Kitap okuyan herkesten kitap alıyorum. Bir yere gittim, sohbet edecek kimse yoksa, hemen cebimdeki kitabı çıkarıp okumaya başlarım.”
Hala okuyor
Zaman zaman, köyünden Kelkit’e gelip kahvelerde vakit geçirerek oyalanıyor. Yönetmen Doğan’ın babasıysa, az sayıda konuştuğu insanlardan biri. Doğan da bu sayede haberdar oluyor Habip Amca’dan ve ona beyazperdenin yolunu açıyor.
Belgeselin çekilmesi, İstanbul Film Festivali’nde gösterilmesi Habip Amca’ya iyi geliyor. Köyde Habip Amca’ya olan bakış değişiyor. O da artık kıymetinin anlaşıldığını düşünüyor. Yönetmen Doğan “Gümüşhane’ye gittikçe görüşüyoruz Habip Amca ile. Belgeselden sonra, Gümüşhane’de tanınan biri oldu. Daha da dinç hale geldi. Hala okumaya devam ediyor” diyor.
Çobanlık yaparken Robert’i kazandı, sırada Tilburg Üniversitesi var
22 Kasım 2024 - Cadılar dost oluyor, Paris’te tango şimdi başlıyor!
15 Kasım 2024 - Savulun Roma’nın kaderini değiştirecek adam arenaya çıkıyor
8 Kasım 2024 - Ara tatilin sürprizi: Robot da olsa insan insandır!
5 Kasım 2024 - Trump mı kazanacak yoksa Harris mi? Sinemacılar sonuçları açıklıyor!
4 Kasım 2024 - ‘Yandaki Oda’ Oscar’da karşınıza çıkarsa şaşırmayın!