Fransız polisi çalıntı Rus avangard tabloları ele geçirdi
20. yüzyıl sanatının büyük ustalarından Matisse, özgün eserler üretmek isteyenlerin hayata çocukların gözünden bakması gerektiğini söylemişti. Spontane çocuk resimlerinin naif çizgileri, bir dönem dünyanın en büyük sanatçılarına ilham verdi.
“Rafael gibi resim yapmak dört yılımı aldı” demişti Pablo Picasso, “Ama çocuk gibi resim yapma uğraşı bir ömür boyu sürdü.” Resim öğretmeni babası tarafından küçük yaşlarda akademik tarzda eğitilen, 13 yaşında profesyonel kariyerine başlayan sanatçı, çocuk resimlerine hayrandı.
Kendi çocuklarını arkadaşlarıyla birlikte atölyesine çağırır, resim çizerken gözlemler, birlikte karalamalar yapar, onlardan yepyeni şeyler öğrendiğini söylerdi. Ona göre tüm çocuklar sanatçıydı.
Amerikalı ressam Jean-Michel Basquiat, kendisine en çok 3-4 yaşındaki çocuk çizimlerinin ilham verdiğini söylemişti. 1983 yılında 8 yaşındaki Jasper Lack’ı 20 dolar yevmiyeyle işe almış, eserlerine kendi çizimlerini eklemesini istemişti.
Çocuk sanatına hayran tüm avangart sanatçılar gibi Basquiat da onların naif çizimlerini taklit ediyordu ama elbette gerçeği gibi olmuyordu. Tuvalinin ortasına dev kancalı kocaman bir balık oltası oturtan Jasper’i, Pop sanatın büyük ismi Andy Warhol’a “New York’un en iyi ressamı” diye tanıtmıştı.
Çocuk resimleri dünyayı sınır tanımayan bir gözden yansıtıyor. Çizgileri spontane, içten ve hesapsız. Resim bilgisine dayanmadığı gibi beğeniye hitap etme kaygısı da taşımıyor. Çizeri hakkında bize ipuçları veriyor, iç dünyasını yansıtıyor. Çocuklar mutluluğun da mutsuzluğun da resmini çiziyor. Bazen Ukraynalı çocukların savaş çizimlerinde olduğu gibi travmalarını yansıtıyorlar, bazen de uzaydan atlayış yapan Felix Baumgartner’in 5 yaşındayken kendisini paraşütçü olarak çizmesi gibi hayallerini…
Bizde çocuk resimlerinden mini bir koleksiyon var. Ali Cabbar, arkadaş ve akraba çocuklarının çizdiği ya da bize hediye olarak yolladığı resimleri 1980’li yıllardan bu yana itinayla saklıyor. Evimize ya da Ali’nin atölyesine gelen çocuklar kendilerini kalem, boya, kâğıt cennetinde -ve bir sanatçının yanında- bulunca heyecanlanır, mutlaka bir şeyler çizerlerdi. O çocuklar şimdi yirmili, otuzlu, kırklı yaşlarında.
Brüksel’de yaşadıkları 1995 civarı anaokuluna giden Ege Zeytun güzel resimler çizerdi. Sınıfça gezdikleri sergide gördüğü bir tablodaki denizin dalgalarını öyle büyük heyecanla anlatmıştı ki, o sahne şimdi bile aklımda.
Mesaj atıp sordum: “Hala çiziyor musun?” Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğu sırada Galip Tekin’in çizgi roman derslerine girdiğini, şimdi de vakit buldukça çizdiğini söylüyor. Eşinin yeğeninin yaptığı çizimleri biriktiriyormuş. “Hayat bizi dönüp dolaştırıp aynı noktalara getiriyor galiba” diyor.
Bizdeki çizimlerde neler yok ki! Her meyvenin adının yanına yazıldığı ‘meyve tabağı’ natürmort, taç takmış prenses elbiseli kızlar, koca bir kâğıdı yılan gibi kıvrılarak kaplayan bir hikâye, bizim portrelerimiz, Ali’nin atölyesi, manken kızlar, kadın pilotlu rengarenk bir uçak, çöp bacaklı bir geyik… Suluboya, kuru boya, pastel boya, kurşun kalem, tükenmez, keçeli kalemle, dosya kâğıdına, defter sayfasına, suluboya kâğıdına, kartona çizilmişler. Bir de Art Brussels fuarının 2004 edisyonundan satın aldığımız çocuk çizimi baskı portreler var.
Annesiyle Brüksel’den Türkiye’ye gidip gelen Ogan Dragonetti, ikisini birlikte yüzlerinde mutlu bir gülümseme, valizleri havaalanı bagaj arabasına yerleştirilmiş olarak resmetmiş. Hazal Yılmaz yazıyla çizimi birleştirdiği resminde “Kadın hakları var da çocuk hakları yok mu” diye isyan ediyor. Sanırım 1990 başından. O sıralar belki evde feminizm konuşmaları oluyordu, ondan etkilenmişti. Arkasında da özenle bir not düşmüş: Sakın satmayın. Resminin satılabilir olduğunu düşünmesi güzel değil mi? Bizdeki çocuk resimlerinden biri de çocuk-sanatçı işbirliği ürünü: Hazal’ın 6 yaş versiyonu çizmiş, Ali de renkli gravüre dönüştürmüştü.
Sanatçıların çocuk resmine ilgisi, endüstri devriminin ardından şekillenen yeni dünya düzeninde yeni ifade biçimleri arayışıyla 1900’larda başlamıştı. Son beş yüzyılın sanatına egemen olan gerçekçilik ve klasik güzellik anlayışını reddediyorlardı, artık modern sanat dönemiydi.
Sanat eleştirmeni Jonathan Jones, 1800’ler sonunda mağara resimlerinin keşfedilmesinin de o dönem sanatçılar üzerinde büyük etkisi olduğunu söylüyor: “Soyutlama, basit çizgiler, renklerin temsili olmayan kullanılışı, üst üste bindirme gibi modern sanatın tüm değerlerinin ilk sergilendiği yerler mağaralardı.”
Sanatçılar “primitif” sanatı inceliyor, çocuk resimlerini de aynı kategoriye koyuyorlardı. Kandinsky, Klee, Matisse, Picasso, Miró, Dubuffet gibi dönemin birçok sanatçısının çocuk resimlerinden oluşan büyük koleksiyonları vardı. Bu çizimlerin formlarından ilham alıyor, onlar gibi çizmek istiyorlardı.
1902’de anne babasının evinde tesadüfen çocukluk çizimlerini bulan Paul Klee, “Şimdiye kadar yaptığım en iyi şeyler” diye yazmıştı nişanlısına. 23 yaşındaydı ve o resimlerin duygusal saflığı karşısında, henüz bitirdiği akademide aldığı eğitim gözüne anlamsız görünmüştü. Bu çizimlerinden bazılarına kataloglarında yer vermişti. Daha sonraki yıllarda “çocuk tarzı” eserler üretmiş, bunları çocuksu diye küçümseyenlere, oğlu Felix’in çizimlerinin çok daha iyi olduğunu söyleyerek cevap vermişti.
Kendi çocuklarının “sanatından” etkilenen Picasso, çocuk gözüyle yaptığı çizimlerle kuralları alt üst ederek sanat tarihini yeniden yorumlamıştı. Velázquez’in “Nedimeler” adlı eseri ile Manet’nin ‘Kırda Öğle Yemeği’ tablosunun “çocuksu” versiyonlarını çizdiği 1960’lar civarında topa tutulmuştu. Çocuk gibi oyun oynamakla, söyleyecek hiçbir şeyi olmadan resim yapmakla eleştirilmişti. Modern sanat, “çocuk bile yapar” klişesiyle küçümseniyordu. Ama sanatçılar tüm bunlara aldırmadıkları gibi, sergilerine çocuk resimlerini dahil edenler bile olmuştu.
Hatta bazıları çocuklar için oyuncaklar da yapmışlardı. Çocuk çizimlerinin onları hayran bırakan görsel masumiyetini bu oyuncaklarda yansıtıyorlardı. Klee’nin oğlu için yaptığı kuklaları, bugün Bern’de kendi adını taşıyan müzede görmek mümkün. Picasso dudağından düşürmediği Gauloises sigarası paketlerini dört çocuğu için parmak kuklalarına dönüştürüyor, kağıtlardan hayvan şekilleri kesiyor, elde boyama bebekler yapıyordu.
Alexander Calder, çeşitli malzemelerde tekerlekli ve hareketli oyuncak hayvanlardan bir seri yapmıştı. Başka birçok sanatçının aksine bu oyuncakları da sanatının bir parçası sayıyor, sergilemekten çekinmiyordu. 1926-31 yılları arasında ürettiği en ünlü oyuncağı çadır sirkiyle 200 performans gerçekleştirmişti. 1950’lerde çekilen bir video, 63 yaşındaki sanatçıyı bir performans sırasında oyuncaklarıyla “oynarken” gösteriyor.
Kariyerinin başında çocuk kitaplarına illüstrasyon çizen Andy Warhol, oyuncak yapmamıştı belki ama koleksiyonundaki vintage ve kurmalı oyuncakların kutularını üç renk serigrafilere yansıtmıştı: davul çalan panda, uçak, papağan, uzay gemisi, polis arabası, maymun, helikopter… Ve bunları bir kitapta toplayarak geçmişe çifte gönderme yapmıştı.
1953’te ‘Hayata Bir Çocuğun Gözüyle Bakmak’ başlıklı bir yazı kaleme alan büyük Fransız usta Henri Matisse demişti ki, “Sanatçı her şeye sanki ilk kez görüyormuş gibi, çocukluğundaki gibi bakmalıdır, yoksa özgün bir şey üretemez.” Onun da içinde yer aldığı modernist sanat, endüstri devriminin yarattığı makineleşmiş modern toplum etkisiyle şekillenmişti. Yeni düzenin gerçeklerini daha iyi yansıttığını düşündükleri eserler yaratmak isteyen sanatçılar, yeni formlar, malzemeler ve teknikler kullanmışlardı.
Şu anda “dördüncü endüstri devrimi” olarak bahsedilen yapay zeka dönemine adım attık. Makinelerin daha da akıllanacağı bu çağ, hepimizin yaşama, çalışma ve ilişki kurma tarzını etkileyecek.
Sağlık, finans, üretim ve sanat alanlarına giren yapay zekanın, ileride eğitimde de yaygın olarak kullanılacağı söyleniyor. İnternette şöyle bir gezinince, çocuklara yapay zeka ile resim yapmayı öğreten, ebeveynlere çocuklarıyla birlikte yapay zeka resim aktiviteleri düzenleyen sitelerin sayısının arttığı hemen fark ediliyor. Böyle bir ortamda çocuklar “eski tarzda” resim yapmayı sürdürebilecekler mi, sanatçı ruhlarını korumayı başarabilecekler mi?