Uzun yıllar önce Jun’ichiro Tanizaki’nin ‘Gölgelere Övgü’ (In Praise of shadows) kitabını okuyunca modern yaşamda zor bulunan iç huzuru ve sakinliği Japon estetiği ve hayat kültüründe bulabileceğime inanmaya başladım.
bu inancım hala sürüyor, hatta bu duygumun yıllar içinde daha da güçlendiğini söyleyebilirim.
Tanizaki o kitabında japon evlerinin iç mimari ve dekorasyonunda sadece ışığın değil gölgelerin de verimli kullanılması gerektiğini söyleyip gölge faktörü iyi kullanıldığında evin içinin insana vereceği huzurun artacağını anlatmış, teknik açıdan örnekler de vermişti.
o günden itibaren gölge faktörü baskın bir japon evinin içinden pencereden japon bahçesini seyredebilmenin bana vereceğine inandığım iç sakinliğinin huzurun zirvesi olması umudum sürüyor. yıllar önce bu hayali belki gerçekleştiririm diye düşünüyordum ama artık bu umudum kalmadı. Japonya’yı turist olarak bile görme umudum ancak Ertuğrul Özkök bize bir gezi ayarlarsa olabilecek, düşünün durumumu.
Büyük bir roman yazarı olan Jun’ichiro Tanizaki ile aynı türde fetişlere sahip olduğumuzu ‘Çılgın Yaşlı Adamın Hatıra Defteri’ (Diary of mad old man) kitabını okuduğumda büyük mutlulukla keşfetmiştim.
bir mangadan yola çıkılarak yazılan bu kitaba dayanarak yapılan japon filmi Futen Rojin Nikki ve 1987 ingiliz yapımı The Diary of a Mad Old Man, ikisi birden ayak ve bacak fetişi üzerine yapılmış bence en güzel filmlerdir (Bazı sahneleri YouTube’da görebilirsiniz).
iyice kopmadan asıl konuma döneyim. dediğim gibi yıllarca huzuru ve iç sakinliğini bulabilmemin ancak japon hayat kültürü ve estetiği ile mümkün olabileceği inancıyla yaşadım. bu hayat kültürünü ve estetik anlayışını daha iyi anlamama yarayabilecek elime geçen her kitabı okudum ve özel gayretle arayıp bulduğum Japon dizilerinin arka planında bu estetik ve yaşam kültürünü görme çabamı sürdürdüm.
örneğin Netflix’te Midnight Diner- Tokyo Stories adında bir dizi var. öyle tahmin ediyorum ki bu dizinin Türkiye’de benden başka izleyicisi veya hayranı yoktur.
dizi yan yana küçük restoranların olduğu dar bir sokakta geçiyor. bu sokakta gece yarısından sabaha kadar açık olan bir lokanta ve onun sahibi/şefi başrolde. aslında esas konuyu sabaha kadar lokantaya yemek içmek için gelenlerin hikayeleri oluşturuyor.
Ama yıllardır Japonya’da bu tür dar arka sokaklardaki lokantaları denemekten ibaret bir gezi hayal edip durduğumdan, benim için dizideki esas konu sadece bu dar sokaktaki yan yana küçük lokantaların dükkan estetiği ve ışıklandırması oldu.
Bu tür lokantaların dışının ışıklandırma tekniği ve kapıdan girilir girilmez görülen iç düzenleme bana hep sakinlik ve huzur verdi.
Bir de dizide sokağın bir ucundaki küçük polis kutu evi ilgimi çekti.
bu tür polis kutu evlerine Koban deniyormuş. polis kutu evlerindeki polis o sokaktaki asayiş ve düzenden sorumlu oluyor. polis evi Koban dükkanlar gibi sokağın parçası olduğundan göze batmıyor ve görevli polis de sokağın sakini olduğundan herkesi tanıyor ve arada bozulduğu takdirde düzeni kolaylıkla yeniden sağlıyor.
Şehir yaşam tarzı ve estetiği üzerine batı aleminde en çok kafa yoran dergi Monocle bu Koban fikrinin batı şehirleri için de düşünülmesinin doğru olacağını ve polisi bu şekilde şehirli yaşam tarzına dahil edebildiğimiz takdirde şehirlerimiz için aranan estetik ve huzuru bulabileceğimizi yazdı.
ben de aynı fikirdeyim ve öncelikle İstanbul olmak üzere (Beyoğlu arka sokakları)büyük şehirlerimiz için Koban fikrini düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.
23 Aralık 2024 - Yanı başımızdaki tehlikenin bilemiyorum farkında mıyız?
22 Aralık 2024 - Düşünmeyi besleyen tartışma… Yeniden
21 Aralık 2024 - Yılbaşı yaklaşırken
20 Aralık 2024 - Sokak sanatının büyük sanatçısı
19 Aralık 2024 - Serdaramus’un 2025 yılı için 10 Beyaz Türk kehaneti