Milli maçta bir futbolcunun el hareketi bizi yine birbirimize düşürüp keyfimizin içine ederken dün önümüze Suriye sınırından yeni görüntüler düştü.
Yüzü gözü kan revan içinde TIR sürücüleri güya kontrolümüz altındaki bölgede yaşadıkları korkuyu anlatıyor.
Son üç gündür ülkem açısından endişeli saatler geçiriyorum.
Konu Kayseri ve sınırdaki olaylar.
İktidara yakın çevreler yine o malum “dış parmak” hikayesini tedavüle soktu…
“O parmak aynı anda Kayseri’de ve Suriye sınırında düğmeye bastı…”
Onlar için mesele bu kadar basit yani…
Gizli bir el ve üç beş provokatör…
İçişleri Bakanı provokatörleri bulmasa da ‘provoke olanları’ anında tesbit etti:
“Provokatif eylemler sonrası 474 şahıs gözaltına alındı…”
Kimmiş bunlar?
Yakalananların 285’inin göçmen kaçakçılığı, cinsel taciz, uyuşturucu, yağma, hırsızlık gibi suçlardan sabıka kaydı varmış.
Yani olay ‘sicili bozuk üç beş itin kopuğun işi’…
Diyelim ki öyle…
Demek ki ortada “provokasyona çok elverişli” bir sorun var.
Düğmeye basan bir parmak varsa bu kimin parmağı…
Basılacak bir düğme varsa o düğme hangi düğme…
Her zamanki gibi öznesiz, adresi belirsiz bir hedefe ateş…
Biliyorlar ki hiç önemli değil…
Sen suçlayan ol ve birini suçla… Nasılsa inanırlar…
İdeoloji konuşuyor yine…
İktidar medyası durumun vehametini göstermemek için, muhalif medya ise “Aman bu olayın sıçramasına biz neden olmayalım” kaygısıyla olayın derinine gidemiyor.
Kısacası, inanmasak bile bize anlatılanlarla yaşamaya devam ediyoruz.
Ama çok iyi biliyoruz ki zaman artık hurafe tezgahtarlarının, algı bezirganlarının değil sosyolojinin konuşma zamanı…
Farkında mıyız…
Bir;
Olay sadece Kayseri olayı değil.
Ertesi gece Gaziantep, Hatay, Kilis, Konya, İstanbul, İzmir, Bursa’da da çeşitli boyutta olaylar yaşandı.
Kayseri neresi?
Altı milyon Suriyeli’nin Türkiye’ye gelmesine yol açan kararları alan iktidarın en yetkili ismi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 2023 seçiminde yüzde 63 oy veren şehir.
Alnı secdeye varan mümin ve muhafazakarın yaşadığı şehir yani…
Ya İzmir?
Orası da 2023’te Erdoğan’ın rakibi ve onun Suriye politikasına itiraz eden Kemal Kılıçdaroğlu’na yüzde 63 oy veren şehir…
Seküler yani…
İzmir’le Kayseri bir olur mu derseniz…
Söz konusu Suriyeli göçmenler olunca ve sosyoloji konuşunca oluyor işte…
Yani bu olayın sosyolojik temelinde AKP’lilik, CHP’lilik gibi bir şey yok.
Siyaset üstü bir tepkinin Kayseri kraterinden fışkıran öncü lavları bunlar.
Dayandığımız duvarın adını koyalım.
Evet sınırımız alt üst eden, altı milyon göçmeni sorgusuz sualsiz kontrolsüz ülkemize akıtan bu kararı bir kişi aldı.
Ama geldiğimiz noktada, güçlendirilmiş başkanlık sisteminde dahi o tek kişinin kararı ile düzeltilecek noktayı geçti artık.
Bu artık AKP kadar CHP, MHP, DEM, İyi Parti ve bütün öteki partilerin de sorunudur.
“Muhalefet kışkırttı,” “Gizli bir el düğmeye bastı,” “Dış güçler Türkiye’yi karıştırmak istiyor” gibi 15 yıldır bize satılmaya çalışılan hurafelerle, teranelerle önlememiz, çözmemiz de mümkün değil.
Suriye sınırımızdaki olaylar bize şunu açıkça gösterdi.
Bizi bekleyen asıl tehlike altı milyon göçmen değil.
Sınırımızda oluşturulan “Peşaver…”
Üstelik de kendi yarattığımız, kendi kontrolümüzde sandığımız bir Peşaver…
Yani basbayağı bir terör bölgesi…
Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan orası için “Teröristan olmasına izin vermeyeceğiz” diyor.
Ne yazık ki çok geç…
Oldu bile…
Dün arşivime girip baktım.
Suriye’de iç savaş 15 Mart 2011’de başlamış…
Bu konuda ilk yazımı aynı yıl mayıs ayında yazmışım.
Dediğim şuydu:
“Aman dikkat, Esad’ı devirip İhvancıları iktidara getireceğiz diye sınırlarımızı silahlı Cihadcılara açmayın. Yoksa orası Peşaver olur…”
Yani Afganistan’la Pakistan arasındaki, İŞİD’ci ve öteki Cihadcı terör örgütlerinin yerleştiği bölge…
Ve bakın sonraki 13 yıl içinde bıkmadan, usanmadan neler yazmışım:
(*) 6 Ekim 2012…
“Sınırımızdaki Peşaver’e hayır…”
(*) 6 Eylül 2013:
“Sınırımızda Peşaver’e benzeyen hastalıklı bir bölge oluşuyor.”
(*) 11 Aralık 2014:
“Sınırımızda başımıza en az 20 yıl bela olacak bir Peşaver oluşuyor.”
(*) 28 Eylül 2018:
“Sınırımızda Cihadcı bir kantona izin verecek miyiz?”
(*) 6 Eylül 2019:
“60 bin CihadcıyıTürkiye’ye mi alacağız…”
(*) 8 Ekim 2019:
“Umarım Türkiye kendi Peşaverinden sağ salim çıkar…”
Bunlar 13 yıl boyunca yazdıklarımın sadece üç beşi…
Bu olayın adını 13 yıl önce koydum.
Bu kararı alanların eleştiri oklarına muhatap oldum hep.
Oysa “muhalif gazetecilik” hiç istediğim bir kimlik olmadı hayatım boyunca. İktidara yakın olup haber almayı gazetecilik kimliğime daha uygun gördüm.
Bu konudaki hiçbir yazıyı da “muhalefet etme” düşüncesiyle yazmadım.
Neticede geldiğimiz nokta budur…
Demek ki muhalif diye görüp elinizle ittiğiniz insanlar da doğru şeyler söyleyebilirmiş.
Artık geçmişi konuşmanın manası yok.
Öyleyse gelecekte ne olacak?
Yakın tehlikeyi söyleyeyim:
İktidar olarak vatandaşınıza asgari ücrette üç beş kuruşu veremeyecek hale geldiğinizde “Suriyeli göçmenlere 48 milyar dolar harcadık” sözleri zehirli bir ok haline gelir ve vatandaşın yüreğine, vicdanına, aklına saplanır.
O zehirli okun açtığı yarayı “yabancı parmak,” “provokatör” suçlamalarıyla tedavi edemezsiniz.
Korkarım Türkiye’de ekonomik durum daha da kötüleşirse o zehirli okların tahribatı da büyüyecektir.
Sık sık duyuyorum, göçmenleri Diyanet’in ve “tarikatlarla ele ele Maarif müfredatını uygulayan” Milli Eğitimin eline bırakarak “ümmetleştirme” yoluyla entegre etme fikirleri var.
Tarihi bir hata daha olur.
Yaşadığımız coğrafya bize şunu öğretti:
“Son 20 yılda Müslümanın Müslümanı insafsızca katlettiği bir coğrafyada yaşıyoruz.”
O nedenle o insanları modern ve seküler bir eğitimle Türkiye vatandaşı yapmanın yollarını aramalıyız.
Bu işin tartışmasını uzmanlara bırakarak tekrar sınırımızdaki olaylara dönüyorum.
Bu yazıyı yazdığım saatlerde önüme gelen son rapor şuydu:
“Sınır kapıları kapandı, takviye güçler Suriye’ye girdi. Afrin, İdlib, El Bab, Cerablus ve Azez’de olaylar kontrol altına alınmaya çalışılıyor.”
Demek ki sınırımızdan Halep kapılarına kadar geniş bir bölgede olaylar var.
Ramazanda MİT başkanı İbrahim Kalın’ın arabasının tam bu bölgede önünün kesildiğini de hatırlayalım.
Oysa dün Ankara’dan yapılan açıklamalara bakıyorum.
“Bir el düğmeye bastı, provokatörler devreye girdi…”
Gelen videolara bakıyoruz…
“Allahuekber” diyerek kamyonlarımıza saldıran, bayraklarımızı yakan, çiğneyen, üniformalı adamlar…
İşte beni asıl ürküten bu aymazlık.
Başımızı kumdan çıkaralım.
Orada maaşları bizim vergilerimizle ödenen, ellerindeki silahları bizim ordumuzun temin ettiği “paramiliter gruplar” var.
Öyle “Suriye Milli Ordusu” gibi yüceltici isimlerle anılsa da, ordumuzun verdiği üstlerindeki üniforma bu insanları paralı asker görünümünden kurtaramıyor.
Bölgedeki Arap halkın da bunlardan şikayetçi olduğu yolunda birçok yazı okuyoruz.
Gerçekçi olalım… Bu unsurları Suriye rejimine karşı “paralı asker” olarak kullanma politikasının miadı çoktan doldu.
Artık Esad’la barışma zamanı.
Bunlara yine bizim kontrolümüz altındaki bölgede konuşlanmış 40 bine yakın HTŞ militanını ekleyin.
(Militan diyorum ama, Birleşmiş Milletler ve bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzaladığı bir belgede bunlar için “terör örgütü” deniyor).
Şimdi bir düşünün…
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta “Esed ailece görüştüğümüz bir insandır. Tabii ki konuşuruz” demişti.
Ya görüşüp anlaşırlarsa ne olacak?
Yarın bir gün Suriye rejimiyle anlaştığımızda bu paralı askerlerin ve militanların Türkiye’den başka gidecek hiçbir yeri olmayacak.
Böyle 70-80 bin silahlı adamın bir anda ülkenize girdiğini bir düşünün…
Silahlı çatışmadan başka hiçbir mesleği olmayan insanlar bunlar.
Bunlar için tek yol ya mafya tetikçiliği ya İŞİD militanlığı ya da Arap milliyetçiliğidir.
Veya SADAT’ın emrine verip bir Wagner ordusu yaratarak başka milletlerin içini karıştırıp bunları oyalamak…
Hangisi şerefli bir uğraş olarak görünüyor size…
Bugünden itibaren bunları da durmadan hatırlatacağım.
Ülke olarak nihayet şunu anlamaya başladık.
Esad’la görüşüp anlaşmadan bu sorunu çözmek mümkün değil.
O zaman da gerçekçi olalım.
En geç 5-6 yıl içinde Suriye Devleti Ordusu ile Türk ordusu bölgedeki bu silahlı örgütleri çıkarmak için ele ele mücadele etmek durumunda kalırsa kimse şaşırmasın.
Çünkü o bölgede direklerde delik deşik edilmiş Türk bayraklarını, yakılan kamyonlarımızı, sürücü vatandaşlarımızın yüzündeki o ifadeleri kolay kolay unutamayacağız.
Ve şuna emin olalım.
Türkiye’nin oradaki asıl sorunu YPG değil budur.
Bu halledilince YPG terör sorununun çözümü de çok daha kolay bir mecraya girecektir.
24 Kasım 2024 - Çanakkale 116. Er Eğitim Alayında 50 yıl önce çekilen bir fotoğrafın hikayesi
23 Kasım 2024 - Hadise’nin yeni şarkısıyla gelen eski Türkiye özlemi: ‘Biz bizeydik nostaljisi’
22 Kasım 2024 - Ufuk Uras’a sordum: Devlet beye o soruyu sordun mu?
20 Kasım 2024 - Son anket: Türk halkı böyle bir Milli Eğitim Bakanı istemiyor
19 Kasım 2024 - Yılın son profil analizi: Hakan Fidan’a elini veren kaç parmağını kaybeder?