‘Kütüphanemdeki Sesler’ çalışmam esasta John Coltrane’in doğaçlama caz tekniği üzerine kurulmuştu. Yeni çalışmamın incelediği dönemlerden biri olan soyut dışavurumculuğun yükselişte olduğu yıllarda da John Coltrane caz ortamında aktifti. ancak caz içgüdüm ve dönemin sanatındaki arayışlar bana farklı bir cazın modernden post moderne geçiş dönemine daha uygun olacağı hissini başından itibaren veriyordu. Bunun kim olacağını araştırmaya başladım.
Jackson Pollock’un soyut dışavurumcu tablolarına baktığımda ruhumda hep kontrol altında tutulmaya çalışılan bir kaos duygusu oluşuyordu. Bu tabii ki serbest caz da denen ve grubun tüm üyelerinin doğaçlama çalmaya başlayıp sonradan bir şekilde uyumu sağladıkları caz türündeki kontrol altındaki kaosu çağrıştırıyordu. Eserlerine bakınca onun doğaçlama tekniğini, bilinçaltının kendisini yönlendirdiği şekilde çizmeye dayalı çalışma yöntemini de bildiğimden Jackson Pollock’a serbest cazın yakışacağını düşünmüştüm. Ama daha sonra onun serbest cazdan hiç hoşlanmadığını ve daha çok klasik New Orleans cazı ve Billie Holliday dinlediğini duyunca döneme uygun sanatçı arayışımı sürdürmeye karar verdim.
Bir ara Miles Davis’in soyut dışavurumculuktan sonra gelecek çağdaş sanatın ruhunu en iyi yansıtan caz sanatçısı olacağını düşünmeye başlamıştım. Çağdaş sanatçıların çoğuna ben ‘cool’ tavrını yakıştırdığımdan ve Miles Davis’in The Birth of Cool adlı bir albümü olduğundan çağdaş sanatın ruhuna en çok onun yakışacağını düşündüm uzun süre. Onun ‘Kind of blue’ ve ‘So what’ parçası kafamda ‘evet bu da sanat ne olmuş yani’ diye başkaldıran çağdaş sanatçı figürüyle çok çakıştı uzun süre.
Miles Davis’in Paris’te bulunduğu dönemde Louis Malle’nin yönettiği ‘Elevator to the gallows’ filminde Jeanne Moreau’nun film-noir efektli Paris sokaklarında femme fatale havalı yürüyüşüne eşlik eden müziğini duyunca Miles Davis’in modern sonrası post-modern dönemin cazını çaldığına neredeyse karar veriyordum. Filmdeki müziği Davis’in provasız, tamamen doğaçlama, sahne perdede oynarken canlı çaldığı biliniyor ve müziğinin her notasından yürümekte olan Jeanne Moreau’ya aşık olmaya başladığı duyuluyor gibiydi .Nitekim ikisi filmden sonra gerçekten de büyük bir aşk yaşadı.
Miles Davis’e saygım büyüktür ve onun çağdaş sanatın ruhuna uygun sanatçı olması ihtimali beni sevindiriyordu ama içimi rahatsız eden bir nokta da hala vardı.
Post-modern sanatı öğrenmeye başladığımda onun nasıl tek merkezli büyük anlatılara karşı çıktığını öğrendiğimde bir sanat eserinde tek bir anlamın olmayabileceğini ve birçok anlamı barındırabileceğini savunduğunu görünce gelenekleri reddeden modernizme karşın postmodernin nasıl hiçbir şeyi reddetmediğini, insanın sorunlarına her şeyi kapsayan tek bir çözüm bulma uğraşını aptalca ve vesveseli bulmasını ve eğer bir çözüm varsa bunun da geçmişte kalmış olanların şurasından burasından geçmişteki fikirlerden, hareketlerden yapılacak bir ‘en iyi seçkisinde’ (veya bunların kolajında) bulunacağını söylediğini öğrenince başka sanatsal hareketlerin yöntemlerini uyarlamaya çalışan post modern sanatta belirsizliklerin kucaklandığını da anlayınca buna uygun cazın Miles Davis değil Jackson Pollock sevmese de serbest caz olacağına artık karar verdim.
Ornette Coleman 1959 yılında New York’a geldi, Ekim ayında cazın geleceğini anlattığı ‘The Shape of Jazz to come’ albümünü çıkardı. Albümde grubunun üyeleri her birisi özgür doğaçlama ile başlıyorlardı ve bu birbirine paralel giden doğaçlamalar bir süre sonra aralarında bir şekilde kaosu kontrol altına alıp uyumu sağlıyorlardı (Çağdaş sanatçının başkalarının ne yaptığına aldırmadan özgür ama toplum içinden dışlanmadan yaratmayı gözeten tavrını çağrıştırdı bana bu albüm). Hatta Coleman’ın daha sonra 1960’ta çıkardığı ‘Free Jazz, a collective improvisation’ albümünün kapağında Jackson Pollock’un ‘White’ light adlı eserinin baskısı bulunuyordu. John Coltrane jazz dergisine 1966’da verdiği bir mülakatta kendisini Coleman’a çok borçlu hissettiğini söylemiştir
Gerçi Coleman bu plak kapağı ile sanki soyut dışavurumculuğun müzisyeni gibiydi ama aynı zamanda dönemde geçilmekte olan yeni dönemin de habercisiydi. Onun müziği denemekten, bir süre farklı algılanmaktan korkmayan, geleneklerden de öğrenip sürekli yenilikler deneyen çağdaş sanatçının da habercisi sesti bana göre. Miles Davis otobiyografisinde ‘Coleman just came and fucked up everybody’’ diye yazmıştı. John Coltrane ise Miles Davis kadar tepkili değildi daha ılımlı yaklaşıyordu serbest caza. Davis de daha sonra tepkisini yumuşattı ve serbest caz ögelerini kendi müziğinde kullanmaya başladı (Bu bölüm için ‘free form jazz and a relation to modern art’ internet kaynağını şu makaleyi de tavsiye ediyorum: ‘two steps Ahead of Century: jazz’ yazarı sharon jordan).
Yazılarıyla ve teorik müdahaleleriyle postmodern sanatı destekleyen Jacques Derrida Fransa’da verdiği bir konser öncesinde Ornette Coleman ile sahnede bir mülakat yaptı.
Coleman’ın aksine Derrida doğaçlama yapmanın mümkün olmadığını düşünüyordu. Postmodern sanatçılar gibi geçmişi reddetmeden geçmişteki yapılardan alıntılar yapılarak yüründüğü düşünüyor, bu metinler arası bağlantılara benzeyen yapısal etkilenmelerin önemli olduğunun görülmesini istiyordu. Doğaçlama mümkün olmasa da caz sanatçısının mümkün olmayan ile çalışarak onun içinden mümkün olanı çıkarabildiğini da söyledi Derrida.
Coleman da geçmişten gelen yapıların etkilerini kabul ederek ve bu etkilerden öğrenerek yapılan müziğin yepyeni olanı bulabileceğini düşünüyordu. Bunun da çağdaş sanatçının geçmişe yönelik tavrına ne kadar benzediği de bariz. Derrida’nın konuşması doğaçlamanın dünyası ve metinler arası bağlantılar içinde yeniyi aramanın koşulları üzerine yapılan çok önemli bir konuşmaydı ama seyirci Coleman konserinin başlaması için sabırsızlandığından konuşmasını yeterince sürdüremedi.
(bu bölümü yazarken Critical studies on improvisation dergisinde ‘Derrida Interviews Coleman: A Deconstructive take on relationships between jazz and writing’ çalışmasından çok yararlandım. Ayrıca bu konuda ‘Derrida, Coleman, Improvisation’ yazar Reagan Mitchell, journal of Curriculum Theorising vol.32 no.3.2018, ve Pro-session. Prime Time for harmolodics’ Downbeat 54-55 de mutlaka dikkatle okunmalı. Ayrıca Jackson Pollock’un caz ile ilişkisini daha iyi anlamak için ünlü caz eleştirmeni Nat Hentoff’un Wall Street Journal Feb.19 ,1999’da yayınlanan ‘Jacson Pallock’s Jazz’ başlıklı makalesine de bakılabilir).