Olimpiyatlar hayatımızı yeniden çerçevelemek için bize nasıl ilham verebilir?

31 Temmuz 2024

Zaytung çok güzel hicvetmiş: Sırf Türk Sporcu Var Diye Olimpiyatlarda Havalı Tabanca Müsabakalarını Bile Heyecanla İzleyen Onur Buraz (30), Emin Olamıyor: ”Milliyetçi miyim, canım mı çok sıkılıyor?” 

Her olimpiyat zamanı benim de kafamı karıştıran bir çelişkidir bu. Sadece milliyetçilikle de açıklanamaz ayrıca. Olimpiyat döneminde Türk sporcular yarışmasa bile normalde hiç ilgilenmediğimiz kimi sporları ilgiyle izlediğimiz oluyor. 

Aynı hızla da unutuyoruz sonra. Dört yılda bir, aniden dünya sahnesine çıkıp devleşen pek çok sporcu, kalan zamanlarda boş salonlarda yarışmaya, çalışmaya dönüyor sonra. Yeniden popülere, göz önünde olana dönüyoruz çünkü. 

Bu, pek çoğumuz için spor deyince sadece futbol izleyip konuşmak gibi bir yere varıyor. Oysa olimpiyat adında bir çerçeveleme, bir kurgu bizi aniden “badminton” müsabakası izler hale getirebiliyor. 

Olimpiyatların ardındaki fikir

Öyleyse, hayatında belki hiç bu sporları izlememiş birine, oturup eskrim, havalı tabanca, çekiç atma gibi sporlar izletebilen olimpiyatların çizdiği çerçeveye yakından bakalım. 

Öyle ya, normalde politik olarak farklı kamplarda olduğumuz komşumuzla aynı anda, aynı şeylere sevinip, heyecanlanmamızı da bu kurgu, bu çerçeveleme sağlayabiliyor. Bir an için, bin bir mücadeleyle geçen hayatımızın bir alegorisiyle karşılaşıyoruz belki de. 

Zaten 1896’da ilk kez düzenlenen modern olimpiyatların babası Fransız tarihçi Pierre de Coubertin, nam-ı diğer Baron Coubertin de olimpiyat fikrini, gerçek hayattaki savaşların karşısına koyuyor. Ona göre spordaki rekabet, savaşları önleyebilecek bir panzehir. Düşündüğü gibi olmuyor tabii. Bilakis modern olimpiyatların doğuşunun ardından iki büyük dünya savaşı görüyoruz ama fikir güzel. Dört yılda bir, dünyanın bir araya gelmesinin de değeri var. O beş halka hayatı yeniden çerçeveliyor. 

Normal zamanda hiç görünür olmayan branşlar bir anda o beş halkanın büyüteç etkisiyle çerçeveleniyor. Dahası, hayatında kendini milliyetçi olarak tanımlamayanlar bile ülkelerinin bayrakları marş eşliğinde göndere çekilirken duygulanabiliyor. Zaytung’un hicivli haberindeki gibi milliyetçi miyim yoksa çok mu canım mı sıkılıyor çelişkisiyle hemhal oluyor. Hepsi bir çerçeveleme yüzünden. 

Bugün hiç artistik buz patencisi tanıyor musunuz? 

Aslında televizyonun tek kanallı olduğu yıllarda bu çerçeveleme çok daha belirgindi. Daha önce Socrates dergisi için yazdığım bir yazıda da değinmiştim. Üniversitelerde ya da yaşça genç insanlara konuşma yapacağım zaman, yeni medya ve geleneksel medya arasındaki farkı anlatmak için şöyle bir soruyla başlarım: Aranızda aktif bir artistik buz pateni sporcusunun adını söyleyebilecek olan var mı? 

Bugüne kadar bu soruya hiç yanıt alamadım. Cevabını kendim de bilmiyorum zaten. Oysa 1980’li yıllarda Türkiye’de sokaktan birini bile çevirip sorsanız, en azından Katarina Witt yanıtını alırdınız. Çünkü televizyon tek, bilemedin iki kanallıydı. Herkesin gözünü diktiği bir anda Artistik Buz Pateni müsabakaları yayınlanabiliyordu. Kamu otoritesi hayatı böyle çerçeveliyordu. Hâl böyle olunca kahir ekseriyet Katarina Witt’i tanıyordu. 

Burada karşımıza bir soru çıkıyor: Gerçekten artistik buz patenini sevdiğimiz için mi izliyorduk, yoksa bize sadece o sunulduğu için mi? Cevaplaması güç bir soru. Ancak bu güçlükte bir hikmet var. Bizler, zamanında yokluktan bize sunulanla yetiniyorsak bu seçenek bolluğunda gerçekten doğru seçimleri yapabiliyor muyuz? 

Şu gündem dediğimiz şey

Bize gündem diye sunulan kürasyondan başlayalım. Acaba gerçekten o gün ilgilenmemiz gereken en önemli şeyler bunlar mı? Bununla ilgilenmeyi biz mi seçtik, yoksa bize sunulan mı bu? 

Normal zamanda görsek hızla kanal değiştirerek geçeceğimiz bir eskrim mücadelesi olimpik bir madalya mücadelesi olarak sunulduğunda bize çekici geliyorsa, acaba gündem de “bunlar bugün görüp görebileceğin en önemli şeyler” diye sunulduğu için mi bize önemli geliyor? 

Uzaktan bakınca sadece bir istatistik olarak da görülebilecek bir ‘cinayet haberi’ nasıl o günümüzü ele geçirebiliyor? Bugünkü iletişim teknolojilerinin olmadığı bir hayatta kıtalar ötesindeki bir kaza haberi asla bize ulaşıp, bizi sarsamayacakken bugün sarsıyor. Günü geliyor, dünyanın diğer ucunda karaya vurmuş bir yunus için üzülebiliyoruz. Çünkü gündem öyle çerçeveliyor.

Algoritmaların dünyasında keşif 

Sosyal medyayla birlikte bu çerçeveleme giderek daha da bireyselleşti. Algoritmalar hepimize daha fazla ilgilendiğimiz içeriklerden oluşan bir akış sunabilir. Bu da bizi kendi beğenilerimizin esiri yapabilir mi? Keşif yeteneğimizi sınırlayabilir mi? 

Örneğin; olimpiyatlar normalde hiç ilgilenmeyeceğimiz gülle atma sporunu önümüze getirip yeniden çerçeveleyebiliyor. Bir sosyal medya algoritması durduk yerde bunu yapabilir miydi? Bu konuda kuşkularım var. 

Algoritmaların keşif yeteneklerimizi körelttiğini düşünüyorum. İnternetsiz bir dünyada evde can sıkıntısından ansiklopedi karıştıran bir çocuğun öğrendiği kadarını bile sunamadıklarına inanıyorum. İnternetin sınırsızlığı karşısında bir paradoks. Çünkü daha fazla reklam göstermek gibi tamamen ticari çıkarlarla çerçevelenmiş bir sınır algoritma. 

Olimpiyatlar işte bu akışın içinde, tamamen algoritmanın dışında olan şeyleri önümüze getirmenin bir alegorisi gibi. 

Olimpiyatların verdiği ilham 

O halde normal hayatta kendimizi sınırladığımız çerçeve üzerine yeniden düşünelim. Olimpiyatlar bunun için bir fırsat. 

Dört yıl boyunca bir daha hiç kürek yarışı, kılıç müsabakası, havalı tabanca müsabakası izlemeyeceğim belki ama şu an izliyorum. Dahası çok da keyif alıyorum. Sırf normal zamanlarda bana çizilen çerçevenin dışına çıktığım için mutluyum. Öyleyse, neden hayatın diğer alanlarında da bu çerçeveyi daha fazla kendimiz çizmek için çabalamıyoruz? 

Bir voleybol maçının son anlarında bu kadar heyecanlanmayı örneğin, neden kadın voleybolunda gelen uluslararası başarılardan sonra akıl ediyoruz? Voleybol da basketbol da futboldan çok daha heyecan verici sporlar bana kalırsa. 

Tamamen kendimle çelişerek şu olimpiyatlar, şampiyonalar bitince, çoğunluğu çok sıkıcı futbol maçlarına (hele ki Türkiye Süper Ligi) döneceğim. 

Hayatın pek çok alanında yaptığımız, bize çizilen ve razı olduğumuz çerçevelerin çoğu da böyle aslında. 

Olimpiyatların bana verdiği ilham bu oldu. Size de öyle gelmedi mi şimdi?

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.