Metropolis çekimleri Hollywood grevine takıldı
Bırakın insanları kamera bile ona aşıktı. Sinema onun gibi bir yakışıklı güzeli görmemişti. Sinemadaki serseri halleri aslında kişisel hayatının bir yansımasıydı. Ama o karanlık yönünü hiç saklamadı.
“En çok da sevdiklerinizin sizi terk edebileceğini anladığımda sadece dört yaşındaydım. Dört yaşımdayken ailem benden kurtuldu. Kendimi yetim gibi koruyucu bir ailenin yanında buldum. Ünlü olduğumda ikisi de koşarak bana geri döndü. Birdenbire bir oğulları olduğunu hatırladılar. Çocukken bana verilmeyen sevgiyi geri getiremezsiniz. Bunlar asla doldurulamayacak boşluklar. Bir kadını sevdiğimde bile kendimi yalnız hissediyorum.”
Kameranın gördüğü en yakışıklı ve güzel yüzün sahibi Alain Delon’a ait bu sözler. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna birçok insan ona hayranken, onu severken, onu taklit ederken Alain Delon içindeki o hiç dolmayan boşlukla savrulan bir adamdı belki de.
Brigitte Bardot onu ‘İki başlı bir kartal, hem en iyisi hem de en kötüsü’ olarak tanımlamıştı. İyiyle kötü arasında bir yerde olsa da yüzünün güzelliği her şeyi gölgeliyordu.
“Ben böyleyim, aptalca şeyler yapıyorum. Hapishaneye girdim. Küçük bir hayduttum. Sahip olduğum tek şey yüzümdü” diyerek o da zaten yüzünün yarattığı auranın farkında olduğunu itiraf ediyordu. Ama o yüz ki sinema için önemli. Ne diyordu yönetmen Ingmar Bergman: “Sinematografinin en büyük hediyesi, insan yüzüdür.”
Alain Delon net bir şekilde uyumsuzdu. Okuldan sürekli atılan, asi ve hırsızlık yapan, hapse giren, insanların ‘haydut’ olarak tanımladıkları bir kişilikti. Ki pek bilinmez ama ilk defa kamera önüne geçtiğinde (Olvier Bourguignon imzalı ‘La rapt’ filmi) daha 14 yaşındaydı ve oynadığı kısa filmde namına uygun bir şekilde bir haydutu canlandırdı.
Sonrasında da uyumsuz olarak yaşadı. Hırsızlıkları, yeraltı dünyasıyla ilişkileri, bar kavgaları, hapse girip çıkmaları devam etti. Pek sevdiği ordudan bile atıldı.
Sinemaya tesadüfen bulaşmamış olsa belki de öylece devam edecekti ama kamera önüne geçince her şey değişti. Daha ilk filminde (Quand la femme s’en mêle) kiralık katil rolünde çıktı insanların karşısına. İkinci filminde Jean Paul Belmondo ile aynı çetenin üyesiydi. Üçüncü filminde sonradan sevgilisi olacak Romy Schneider ile başrolde oynayacaktı.
Yüzünü kamera da beyazperde de seyirciler de sevmişti. Uyumsuz kişiliğine denk düşen ‘serseri’ rollerle çıktı seyircisinin karşısına. Yüzünün ve kişiliğinin hakkını veren rollerdi bunlar.
Visconti’nin yönettiği ‘Rocco ve Kardeşleri’ (Halit Refiğ’in ‘Gurbet Kuşları’na bu filmin ilham verdiği söylenir ve bizim Alain Delon’umuz Cüneyt Arkın’ın da ilk filmidir bu yapım), ‘Kızgın Güneş’ (René Clément), ‘Batan Güneş’ (Michelangelo Antonioni), ‘Leopar’ (Visconti), ‘Vurgun’ (Henri Verneuil), ‘Aşk Kafesi’ (René Clément), ‘Sarı Otomobil’ (Anthony Asquith), ‘Doğru Yoldan Ayrılanlar’ (Ralph Nelson), ‘Kiralık Katil’ (Jean-Pierre Melville), ‘Sen Benimsin’ (Jacques Deray), ‘Şeytanın Kurbanları’ (Federico Fellini-Louis Malle-Roger Vadim), ‘Motosikletli Kız’ (Jack Cardiff), ‘Borsalino’ (Jacques Deray), ‘Ateş Çemberi’ (Jean-Pierre Melville), ‘Akrep’ (Michael Winner), ‘Şehirde İki Adam’ (José Giovanni), ‘Kaderini Arayan Adam’ (Joseph Losey), ‘Üç Adam Ölecek’ (Jacques Deray), ‘Nouvelle vague’ (Godard)…
O sadece bir star değildi. İkonik bir stardı. Bir erkek güzeliydi ve onun yüzünden etkilenmeyecek bir fani de pek olmadı. Soğukkanlı bir oyunculuğu vardı. Avrupa sinemasının en büyük aktörlerinden biri haline gelse de Hollywood’a gitmeyi tercih etmedi. Zirveye çıktığı andan itibaren hep bir ikonik stardı. Bunu hep sürdürdü. Fakat o kameranın sevdiği yüzünün gölgelediği uyumsuz kişiliğini hiç saklamadı, bir şekilde hep ortaya çıkardı.
2000’li yıllarda yayımlanan ve Delon’un basılmaması için çok uğraştığı Bernard Violet’in yazdığı biyografisi onun moda deyimle karanlık tarafının hikayesini anlatıyordu.
Kitap bir sürü belge ve onlarca insanla yapılan görüşme sonucu ortaya çıkmıştı. Delon’un yeraltı dünyasına yakınlığını, kumara düşkünlüğünü, kadınlarla olan problemli ilişkilerini, çocuklarına tavrını anlatıyor kitap, hatta 1968’de öldürülen Delon’un koruması Markovic cinayetinin sorumlusu olarak oyuncuyu işaret ediyordu.
Lakin kitap çıktığında bunlar zaten biliniyor diye basın bile pek ilgi göstermemişti. Yani Alain Delon uyumsuz kişiliğini saklayan biri olmadı. Ailevi sorunları, çocuklarıyla ilişkisi, her zaman basına yansıdı. “İyi baba olamadım” demekle yetindi. Siyaset yelpazesinin sağ tarafına denk düşüyordu görüşleri. Bunu da saklamadı.
Bir meslek büyüğüm hatırlattı. ‘Şehirde İki Adam’ filmi Fransa’da gösterime girince epey ses getirmiş. Delon’un bile giyotinle idam edilmesine Fransızlar büyük tepki göstermiş o dönemde. Sonraki yıllarda Fransa’da giyotinle idamın kaldırılmasında bu filmin önemli katkısı olmuş. Yani Alain Delon uyumsuz da olsa, bu durum filmlerinin bir karşılığı olduğunun göstergesi.
Lakin uyumsuzluk zamanla huzursuz bir kişilik olarak dışa vurmaya başladı. Bu huzursuzluğunu zamane değerleri de tetikliyordu. Son zamanlarında “İçinde yaşadığımız zamandan nefret ediyorum, midemi bulandırıyor. Nefret ettiğim insanlar var. Her şey sahte ve sadece para önemli. Bu dünyadan pişmanlık duymadan ayrılacağım” diyecek kadar netti aslında.
Dün Alain Delon’un ölüm haberi gelince yargılayan bakış açısı devreye girdi. Onun hiç de saklamadığı herkesin bildiği özelliklerinden dolayı Delon yargılandı hatta cezası bile kesildi. Sevmeyen sevmesin, kişisel bir tercihtir. Lakin o uyumsuz kişiliği olmasa sinemada böylesine ikonikleşir miydi acaba? Eğer bir ders çıkarılacaksa Alain Delon’un hayatından da sevdiklerinizi terk etmeden sevin dersi çıkar! Çünkü bütün dünyanın sevdiği biri olsanız bile hiçbiri anne baba sevgisinin yanında bir şey ifade etmiyor.
Sosyal medyada dönen bir video var. 1996’da çekilmiş bir söyleşiden. Sunucu soruyor “Öldükten sonra tanrının size ne demesi beklerdiniz” diye. Alain Delon da cevap veriyor: “Mademki bu senin en büyük ve en derin pişmanlığın, öyle olduğunu biliyorum. Gel seni babana ve annene götüreyim. Sonunda onları ilk kez bir arada görebilesin.”
Şimdi anne ve babasını birlikte görecek ve huzursuz, uyumsuz ruh hali sonunda durulacak. Bize de o uyumsuzun şahane filmleri kalacak!
22 Kasım 2024 - Cadılar dost oluyor, Paris’te tango şimdi başlıyor!
15 Kasım 2024 - Savulun Roma’nın kaderini değiştirecek adam arenaya çıkıyor
8 Kasım 2024 - Ara tatilin sürprizi: Robot da olsa insan insandır!
5 Kasım 2024 - Trump mı kazanacak yoksa Harris mi? Sinemacılar sonuçları açıklıyor!