Samandağ’da molozlar ‘olabilecek en kötü yere’ dökülüyor
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu beklenen büyük deprem için çözüm ürettiklerini ve üretmeye devam edeceklerini söyledi. Ayrıca bakanlığın haritasını göstererek kaygı içinde olduğunu anlattı.
50 bini aşkın insanın yaşamını yitirdiği Kahramanmaraş merkezli depremlerin üstünden bir yıl altı ay geçti. Çevre ve Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre 271 bin 892 bina kullanılamaz hale geldi.
Felaketin yarattığı yıkımın etkileri hem maddi hem manevi anlamda halen sürerken bir yandan da gözler büyük depremin beklendiği İstanbul’a çevrildi.
Marmara Belediyeler Birliği ve İstanbul Planlama Ajansı (İPA) iş birliğiyle ’17 Ağustos’un Çeyrek Asır Ardından’ başlığıyla iki gün süren (18-19 Ağustos) bilimsel etkinlik düzenlendi.
Etkinliklerin açılış konuşmalarını Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey yaptı.
6 Şubat 2023 depremlerinde yıkımı yaşayan Adıyaman’ın Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere, Hatay’ın Defne ilçesinin Belediye Başkanı Halil İbrahim İbrahim Özgün, Bilecik Belediye Başkanı Melek Mızrak Subaşı ve İzmit Belediye Başkanı Fatma Kaplan Hürriyet de etkinlikleri izleyenler arasında yer aldı.
Konuşmasına “25 yıl önceyi bugün konuşmak ve içi yine kaygılarla ve de üzüntülerle ve hatta görevimizi tam yapamamanın da biraz başımızı öne eğen duruşuyla sürdürmenin hüznünü yaşıyorum” sözleriyle başlayan İmamoğlu özetle şunları söyledi:
“Bilimsel bir sunum elbette benim ne tarzım ne de haddim, hakkım. Ben, açıkçası o sunumlardan, yazılardan ve bilim insanlarının ortaya koyduğu, teknik insanlarının ortaya koyduğu prensiplerden kendisine ders çıkaran ve görev çıkaran bir belediye başkanıyım. Bir haritayı sizlere göstermek istiyorum. Bu haritayı biz tasarlamadık. Bu harita, Sanayi Bakanlığı’nın 2021 yılında yapmış olduğu bir araştırmada elde edilmiş bir harita. Kamuya açık bu harita, acaba ne söylüyor? Bunu düşünürken de biraz kaygılanıyorum açıkçası. Yani bu İstanbul için bir kaygı değil sevgili dostlar, bu, Türkiye için bir kaygı. Çok stratejik bir kaygı. Jeopolitik bir kaygı. Toplumsal bir kaygı. Yani sadece depreme dayalı bir can kurtarma üzerinden kaygıyı da içermiyor. Çok yönlü kaygıları içeriyor burada gördüğünüz bu harita.
Bu haritadaki akışlar ilginin odağının ne denli bir noktaya bütünleştiğini, yüzde 80’lik bir ekonomik hacmin sadece bir ülkenin 10’da 1’ine sıkışmışlığını -ne kadar büyük bir hatadır, sıkıntıdır- gösteriyor bize. O bakımdan Marmara diye konuştuğumuz deprem Marmara ya da İstanbul’un değil, net olarak Türkiye’nin depremidir. Türkiye’nin her yerindeki acı, bizim acımızdır. Ama bu deprem, Türkiye’nin depremidir. Yani buradaki sarsılmamız, buradaki yıkım ya da yıkılmama, dik durma, dirençli olma, bizim geleceğimizin tasarımını sağlayacak. Bu kadar nettir ve açıktır.
O bakımdan meseleye bu çerçeveden bakmamız lazım. Baktığınızda, insanların geldiği yerler itibariyle, okunan üniversiteler itibariyle, üretim ve tedarik zincirleri, ticaret ilişkileri itibariyle, Türkiye’nin her yerindeki insanımıza, çeşitli oranlarda büyük bedeller ödetecek bir depremdir İstanbul’da ya da Marmara’da yaşanacak deprem. Bu gerçek, bu iş, burada bulunan her birimizi aşıyor, anlamında elbette paylaşmadım. Sorumluluğumuzun büyüklüğünü hatırlatmak adına paylaştım.
Geçen hafta Çin Halk Cumhuriyeti’nin önemli bir kenti Shenzhen’in Belediye Başkanı’nı burada misafir ettik. 18 milyonluk bir nüfustan bahsediyor. Aslında bu nüfus orada okuyan ya da altı aydan fazla oturumu olan herkesi kapsayan bir nüfus. Ki ben, bu nüfus sayımıyla ilgili uzun zamandır bir eleştiriyi yapıyorum. Türkiye’de yerleşik nüfusun TÜİK verileri üzerinden hesaplanamayacağını ve bize realiteyi vermediğini, bütün yönlendirmelerin ve bütün stratejik kararların altlığını oluşturan nüfus verisinin de ne yazık ki doğru bir veri olmadığını yıllardır söylüyorum.
‘İstanbul’un resmi nüfusu 16 milyon’ dedim Shenzhen’in Belediye Başkanı’na. Ki bir milyonun üzerindeki üniversite öğrencisinin neredeyse yüzde 60’ı bizim gurbetçimiz ama o, bu sayıda yok. Sonra su tüketimindeki yüzde 20’lik artışa göre konuşuyorum ki, iki milyonun üzerinde ekstra bir misafirimiz var. Bunun adı sığınmacıdır, resmidir, gayriresmidir. Ben buradan bir söz söyleyince bütün bakanlarımız açıklamalar yapmaya koşuyor ama soruna çözüm bulmakta, toplumu aydınlatmakta çaba göremiyorum. Bu bağlamda bütün bunları üst üste koyduğumuzda 20 milyon oluyoruz.
Bunu niye söylüyorum? 20 milyonluk bir nüfus varken biz şunu konuşamayız tek başına: ‘İstanbul’da zaten nüfus azalıyor.’ İstanbul’da nüfus azalıyorsa o zaman askeri alanları niye konuta açıyoruz? Ne yapıyoruz biz? O kadar meseleler birbirine grift (iç içe) bir şekilde girmiş ki. Burada tek sorunumuz var. Yüzlerine baktığımda, başımı hafif öne eğmek durumunda kaldığım bilim insanlarını bu işin odağına koymamaktır tek sorun. Bu kadar nettir. Tekniği, aklı, veriyi oturup masada analiz etmemektir. Yani bir kişinin ya da bir şahsın, bir grup insanın keyfi, siyasi ihtiraslarıyla karar alabileceği bir mesele değildir. Bunu söylerken kimse üzerine alınmasın.
Bunun adı Cumhuriyet Halk Partisi’dir veya bir başka partidir; fark etmez. Siyasi ihtiras alanı değildir, olamaz. Memleketin geleceğinden bahsediyoruz ve geleceğini konuşuyoruz. Bu kadar açık ve nettir mesele. İşte o bakımdan ticari ilişkiler, tedarik zincirleri, üretim, yani tüm meselelerin, 7 üzerindeki bir şiddette deprem yaşandığında Türkiye’ye çok çeşitli bedeller ödeteceğini görüyoruz. Bu derece hayati bir konuya ne kadar ağırlık verirsek verelim yaptıklarımızdan da tatmin olma şansımız yok. Daha fazlasını yapmakla da yükümlüyüz.”