Altın Koza günlüğü: Adana’da zafer ‘Hemme’nin
Altın Koza'da dün Bahçelievler Katliamı'nı anlatan 'Hiçbir Şey Yerinde Değil' Türkiye'de ilk defa gösterildi. Film hem yaşanan gerçekliği manipüle ediyor hem de seyirciyi katliamdan hüküm giyen Haluk Kırcı ile empatiye zorluyor.
31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde Ulusal Yarışma’nın kıran kırana geçeceğini program açıklanınca anlamıştık. Lakin bu kadar politik filmlerin baskın olacağını filmleri izledikçe kavrıyoruz. Önceki gün 15 Temmuz’la ilgili ‘Gecenin Kıyısı’ filmini izlemiştik, dün de Bahçelievler Katliamı’yla ilgili bir film çıktı karşımıza, Burak Çevik’in ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’. ‘Döngü’ sınıf meselesini işliyor, ki yine dün izlediğimiz ‘Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’nin de çekirdeğinde emek sömürüsü var. Bakalım jüri nasıl karar verecek merak etmemek elde mi!
Katliamlar meselesine de ayrı bir parantez açmak gerekiyor, çünkü özel gösterimdeki Madımak Katliamı’nı anlatan Ümit Kıvanç’ın ‘Çok Kötü Bir Şey Oldu’, Belgesel Yarışma’da yer alan Maraş Katliamı sonrasında şehirden göç eden kadınların izini süren Mediha Güzelgün’ün çektiği ‘Üçüncü Gurbet’le birlikte ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’i birlikte düşününce, festival yakın tarihimizdeki üç katliamı bize bir kez daha hatırlatıyor denilebilir.
Lakin yazımızın odağında Bahçelievler Katliamı’nı anlatan ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’ var. Açıkçası filmin bu katliamı konu edildiği pek açık edilmedi. Bu açık edilmeme hali dünkü gösterimde ve gösterim sonrası söyleşide de kendini gösterdi. Filmin başında geçen “Gerçek bir hikayeden esinlenmiştir” ibaresi ve son jenerikteki küçük bir uyarı dışında filmin Bahçelievler Katliamı’yla ilgili olduğuna dair bir bilgilendirme yok. Nedense yönetmenle gösterim sonrası yapılan söyleşide ‘vahşet gecesi’, ‘ağır konu’ gibi tanımlar yapılsa da tarihe geçen adıyla bir türlü katliam anılmadı. Oysa Burak Çevik T24’e verdiği söyleşide açık açık her şeyi anlatıyordu. Tuhaf bir tabloydu.
Gelelim filme ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’, 1978’de bir evde TRT’de yayınlanan bir haber bülteniyle açılıyor. Sağ sol çatışması üzerine siyasi liderlerin günlük demeçlerini aktarıyor bülten bize. Alparslan Türkeş’in, bazı semtlerin ülkücüler için güvenli olmasına dair o meşhur demeci de bunlar arasında. Sonra TV haberlerinden beş solcu gencin çıkardıkları parti dergisinin içeriğiyle ilgili tartışmasına geçiyoruz. Gençlerin bağlı bulunduğu fraksiyon sol mücadelede silahlı eyleme karşı. Ama kimi arkadaşları kendini korumak için partiden gizli silah almış. İçlerinden biri sigara almaya dışarı çıkıyor. Sonrasında ülkücü bir grup evi basıyor ve onları rehin alıyor, işkence yapıyor ve sonunda da katliamı gerçekleştiriyorlar.
Yönetmen Burak Çevik filmi tam ortandan ikiye bölmüş. İlk bölümde solcu gençlerin ideallerini, idealleri uğruna mücadele pratiklerini öğreniyoruz. Silahla işlerinin olmadığı da bu tartışmada ortaya çıkıyor. İkinci bölümde ülkücüler evi basıyor ve bu sefer onların idealini, solculara düşmanlığını, bu düşmanlık uğruna onları katletmesini izliyoruz. Yani Çevik sol ve sağa eşit yaklaşmak istemiş. Bunu da ‘dönemi anlamaya yönelik bir çaba’ olarak tanımladı söyleşide.
Bahçelievler Katliamı aradan geçen 46 yıla rağmen aslında güncel bir konu. En son 2020’de katliamı gerçekleştirenlerden Haluk Kırcı TV’ye çıkıp ‘intikam için TİP’li yedi genci öldürdüklerini’ söylemişti ve yine büyük bir olay olmuştu. Ama 90’larda katliam faillerinin ‘yanlışlıkla’ hapisten salıverilmesi, Susurluk kazasında Çatlı’nın ortaya çıkması, 1999’daki mahkeme kararı, 2010’larda kimi faillerin afla salıverilmesi gibi olaylarla sürekli gündemde olan bir tarihsel vaka. Katliamın her yönüyle aydınlatılamamış olması, bu konuyu hem ağırlaştıran hem hassaslaştıran bir durum. Yani bu katliam kamu vicdanında hala açık bir yara.
İşte bunun için filme ilgi yoğundu. Yönetmen Çevik babasının kütüphanesinde bulduğu bir kitap sayesinde küçük yaşta Bahçelievler Katliamı’na vakıf olmuş. Lakin filmde anlattığı katliamla ilgili bilinen birçok şeyi değiştirmiş. Mesela Bahçelievler’de yedi TİP’li genç öldürüldü, filmde dört genç öldürülüyor. Ama dönemin tanıklarıyla yaptığı görüşmelerden elde ettiği bilgilerle de o evde olan kimi kitaplara kadar birçok detayı da filme koymuş. Çevik, gerçeğin farklı şekilde ortaya konmasına karşı yükselecek itirazlara gerekçesini, kurmaca bir hikaye anlatmış olmasıyla açıklıyor. Yani Çevik gerçek olaylardan yola çıkarak bir kurmaca dünya kuruyor, o dünyanın içinden dönemi ve o dönemin sağ sol çatışmasını anlamaya çalışıyor.
Ama Bahçelievler Katliamı sağ sol çatışmasını anlamak için galiba yanlış adres. Çünkü orada sol var da sağ var mı orası tartışılır! Tarihsel veriler orada olanın sağ görünümlü, hani şu meşhur Gladyo’nun silahlı aparatları olduğunu bize söylüyor. Filmde kimsenin adı yok ,bir tek kişi dışında ‘Reis’. Reis, Abdullah Çatlı’nın lakabı. Katliam emrini veren o. TİP’li gençleri katleden evde silah bulamayınca “Bu nasıl devrimcilik, evde silah bile yok” diyen Haluk Kırcı… (Ki bu cümle filmde kullanılmış) İkisinin daha sonra birçok olayda ‘kullanıldığını’ da istihbaratın resmi görevlilerinin mesela Mehmet Eymür’ün açıklamalarından biliyoruz. Dolayısıyla Bahçelievler Katliamı gladyo’nun solu sindirme operasyonlarından biri. Hal böyle olunca da yanlış adresten de doğru anlam çıkmıyor!
Filmin bir başka sorunu da Haluk Kırcı’yı temsil eden, katliamı gerçekleştiren karaktere karşı filmin seyirciyi empatiye zorlaması. Bozkurt işareti yapıp kurt gibi uluyan bu genç (tarihsel gerçeklere uymayan bir nokta daha), solcu gençlere ağır işkenceler yaparken, ‘eylemini’ kendince meşru gösterecek gerekçeler sıralayıp duruyor. Lakin bu noktalarda kameranın karaktere karşı mesafesizliği dikkat çekici. Ki, biraz da zorla sesimizi duyurarak, jenerikte katkıda bulunanlarda adı geçen Haluk Kırcı’ya dair soru sorma imkanı bulduk. Çevik, Kırcı ile görüşmüş. Detaylarını açıklamadı. Gerçek olayın faili kamuoyu önünde bile hala bu katliamı savunurken dönemi anlamaya çalışan bir filme nasıl bir katkı sunabilir anlamak zor!
Gerçek olaylardan yola çıkarak filmler çekilir, çekiliyor da zaten. Ama açık kalan yaraya yaklaşılırken de bir hassasiyet gerekir. Ki böylesi bir açık yaranın sinemada tekrar üretilirken de sorumluluğu var, en azından tarihe, öldürülen kişilerin anısına ve yakınlarına karşı. Kurmaca bir hikaye anlatılıyor olsa bile. ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’ bu sorumluluğun üstesinde gelememiş bir film. Şahsen seyirci olarak işkence ve öldürülme sahnelerinin canlandırılması da fazla saygısızca geldi bana.
Geçeyim dünün bir başka filmine, Venedik’ten ödülle dönen Murat Fıratoğlu’nun ‘Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’ne. Festivalin merak edilen filmlerinden biri olduğu için salon hınca hınç doluydu. Neşeli ve hareketli bir düğün halayıyla açılan film, hemen bizi Hemme ve Eyüp’le tanıştırıyor. Eyüp mevsimlik işçi. Hemme de onu çalıştıran ustabaşı. İlk sahnelerde mevsimlik işçilerin nasıl bir düzen içinde emek sömürüsüne maruz kaldıklarını anlatıyor. Eyüp hakkını aradıkça Hemme onu mimliyor ve suni bir gerilim yaratıp ona küfür etmeye başlıyor. Eyüp de buna sinirlenip işi bırakıyor ama bir an önce eve gidip silahını alıp Hemme’yi öldürmek istiyor.
İşte film de bu noktada başlıyor. Yörenin olağan şartları, insan ilişkileri, Eyüp’ün hemen eve gitmesini sürekli engelliyor. 1986 model motosikleti tekliyor. Tanıdıklarını görüyor, onların “Gel otur iki dakika” ısrarını kıramıyor. Sokakta denk geldiği yaşlı bir amcayı evine götürmek zorunda kalıyor. Zar zor eve ulaşsa da bu sefer geri dönmesi yine aynı nedenlerden dolayı zor oluyor. Bu sırada da siniri geçiyor.
‘Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’, 14 yıldır avukatlık yapan Murat Fıratoğlu’nun ilk uzun metraj filmi. “Hayatta ast üst ilişkisini anlamadım, anlayamayacığım galiba” diyerek hayatın her alanında insanlar arasında eşitlikçi bir ilişkiden yana olduğunu söylüyor. Oyuncu bulamadığı için kendisi zorunluluktan Eyüp’ü canlandırmak zorunda kalmış. Zor koşullarda filmini çekmiş. Ama sinema sevgisi her şeni üstesinden gelmesini sağlamış.
Venedik’te ödül aldığında andığı Yavuz Turgul, Vittorio De Sica, Abbas Kiarostami’ye ek olarak bir de Fellini’yi anarak beslendiği kaynakları da açık açık söylüyor. Ki filmde bu usta yönetmenlerin sinemalarının izlerini görmek de mümkün. ‘Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’ hesapsız filmlerden, Fıratoğlu sezgisel olarak sorunları çözdüğünü anlatıyor. Filmin final tercihini de halaydan yana kullanınca filmin duygusu daha iyi geçti seyirciye. Öyle ki salonun halaya durması an meselesiydi… Jüri nasıl değerlendirir bu filmi bilinmez ama uzun uzun alkış alan film seyirci ödülünün favorilerinden biri…