Kapitalizm ve Amerika’nın çöküşünü bekleyenlere kötü, yapay zeka fanatiklerine iyi haber
10'ca bilim arasından'da bu hafta Güneş patlamalarından, ESA'nın yakında atmosfere girecek uydusundan, nükleer füzyon deneylerindeki yeni rekordan, Çernobil kurtlarının mutasyonundan ve ChatGPT döneminde aşkın geldiği noktadan bahsediyoruz.
Ocak ayının aksine şubat ayı epey hızlı bir şekilde ilerliyor, sizce de öyle değil mi? Bu hafta kendimizi ilk Türk astronot Alper Gezeravcı “ha döndü, ha dönecek” diye günleri sayarken bulduk. “Merhaba dünya, ben geldim” sözlerini duyduk da rahat bir nefes alabildik. Bilim dünyasında Türkiye için tek önemli an bu değildi ama, sahipleri Türk olan Sierra Space’in Star Wars’taki uzay gemilerine benzeyen yeni aracı da heyecanlandırdı bizi. Star Wars demişken, Ölüm Yıldızı’na benzeyen Satürn uydusu Mimas’ın altında okyanusun saklı olduğunu da öğrendik. Bilimin sınırlarının zorlandığı bir haftaydı aynı zamanda. 3D yazıcıda insan beyni gibi büyüyen ve çalışan beyin dokusu yapıldı mesela. Kömüre dönmüş parşömenleri yapay zeka sayesinde okuyabileceğimizi gördük ve sınırların belki de en endişe vericilerinden birini aşmış olabileceğimizi öğrendik. Peki ya öğrenmediklerimiz?
Buralar biraz ısınacak ama yolculuğumuza Güneş’ten başlamaya ne dersiniz? Perseverance’ın fark ettiği büyükçe leke yüzünü Dünya’ya döndü ve yakında büyük bir koronal kütle atımı gerçekleşmesi bekleniyor. Dünya sadece bu koronal kütle atımıyla değil, ESA’nın 29 yaşındaki uydusunun bu ay içinde Dünya atmosferine girmesiyle de sınanacak. Atmosferden içeri girdiğinde parçalara ayrılacak bu dev uydu ve parçaları çeşitli yerlere düşecek. Bu yerlerden biri kuşkusuz okyanuslar olacak. Dolayısıyla rotamızı okyanuslara kıralım, belki de denizler altında bir değil, iki değil, tam dört deniz dağı buluruz.
Okyanustan sonra Birleşik Krallık’a geçerek burada temiz enerji için büyük önem taşıyan bir rekora göz atalım ve hemen ardından bütün gün masa başında hiç hareket etmeden oturanlar için endişe verici bir habere geçelim. Şimdiyse 1986’da nükleer faciayla sarsılan Çernobil’deyiz. İnsanlar ayrıldıktan sonra burayı yuva bilen kurtların nasıl olup da radyasyona rağmen hayatta kalabildiklerini inceleyeceğiz. Bülteni ChatGPT’nin konu aşk olduğunda nasıl verimli kullanılabileceğine dair ders niteliğinde bir hikayeyle bitirelim.
NASA’nın Mars’ta harıl harıl çalışan keşif aracı Perseverance geçen sonbaharda Güneş’in yüzeyinde devcileyin bir leke tespit etmişti. Şimdi bu devasa leke doğrudan Dünya’ya bakıyor. SpaceWeather.com’un haberine göre bu lekenin Dünya’ya doğru koronal kütle atımı gerçekleştirmesi bekleniyor. Koronal kütle atımı ne ki diyebilirsiniz, Güneş’in en dış katmanı koronadan parçacıkların yüksek hızda atılmasına koronal kütle atımı deniyor. Leke ne kadar büyükse patlama ve kütle atımı da o kadar büyük. Bu atımların Dünya üzerinde belli başlı etkileri oluyor, elektrik kesintileri ya da kuzey ışıkları gibi. Güneş lekeleri ya da güneş patlamaları zaten arada bir yaşanıyor. Bu seferkini önemli kılan ise patlamanın çok büyük olacak olması.
Güneş’teki lekenin Mars’taki Perseverance tarafından görüntülenmesi lekenin gerçekten çok büyük olduğunu gözler önüne seriyordu. Space.com’da yer alan habere göre, A3576 adı verilen bu leke, her biri Dünya büyüklüğünde en az dört karanlık noktaya sahip. Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi hafta başında yaptığı açıklamada AR3576’nın patlama şiddeti bakımından X sınıfı olabileceğini söyledi ki bu da tonlarca elektromanyetik radyasyon yayabileceği anlamına geliyor. Bu tür patlamalar “dünya genelinde iletim sorunları ve elektrik kesintileri yaratma potansiyeli” taşıyabiliyor. Son zamanlardaki Güneş patlamaları ve eşlikçisi olan enerji patlamaları aralık ayında ABD’de, bu hafta başında ise Pasifik’in güneyinde geçici radyo kesintilerine neden oldu. Ama iyi haber en azından bu patlamaların 2025 yılına kadar zirve yapması beklenmiyor.
Konu UFO’lar ve uzaylılar olduğunda en ilgisiz kişiler bile pürdikkat odaklanıp ne neymiş diye araştırabiliyor. Ancak bir sıkıntı var ki araştırmaları sonucunda ulaşacakları şeyler çoğu zaman komplo teorilerinden öteye geçemiyor.
Geçen yılın en çok konuşulan konularından biri UFO tartışmalarının yapıldığı kongre oturumuysa, diğeri de Meksika’daki sözde uzaylı cesetlerinin konuşulduğu kongre oturumuydu. Pentagon’un UFO işlerinden sorumlu eski şefi ise bir durumdan şikayetçi ve bu sorun için de bizzat Pentagon’u suçluyor.
Sean Kirkpatrick All-domain Anomaly Resolution Office’nin (AARO) yöneticisiydi. Gökyüzünde tespit edilen tanımlanamayan cisimleri yani UFO’ları araştıran bir birim bu. Ama Kirkpatrick artık Oak Ridge Nükleer Laboratuvarı’nın baş teknoloji şefi olarak çalışıyor. Politico’ya konuşan Kirkpatrick, Pentagon’un gizlilik stratejilerini eleştirdi. “Eğer bir konuda eksik bilgi varsa” diyor Kirkpatrick, “bu eksiklik hayal gücü, komplo ve suçlamalarla kapatılmaya çalışılır.”
Kirkpatrick daha önce de bu konudaki eleştirilerini dile getirmişti. Scientific American’da geçen ay yayınlanan yazısında “sözde” hükümet muhbirlerinin gerçek olmayan, fantastik iddialarını kamu önünde paylaşarak AARO’nun çalışmalarını engellediğini belirtmişti. Kirkpatrick’e göre bu kişilerin iddialarının AARO’nun çalışmalarına en ufak bir katkısı olmuyordu.
Kirkpatrick sansasyonel ama dayanağı olmayan, çelişkileri görmezden gelen iddiaların siyasetçilerin ve kamuoyunun ilgisini çektiğini, AARO’nun çabalarının bu ilginin altında kaldığını yazmıştı. Pentagon’un AARO’nun işinin ne olduğu ve neden önemli bir birim olduğu konusunda net davranması gerektiğini belirten Kirkpatrick, birimin işinin uzaylıları avlamak değil tanımlanamayan uçan cisimlerin gerçekte ne olduğunu anlamak olduğunu anlattı. Kirkpatrick, insanların gördüğünü iddia ettikleri çoğu uçan cismin gizli askeri araçlar olduğunu da sözlerine ekledi. ABD için konuşacak olursak Çin’in geçen yıl kriz yaratan casus balonlarını bu askeri araçlara örnek verebiliriz. Kirkpatrick’in eleştirileri yapıcı olsa da işinden olduğuna göre Pentagon bu itirazları pek ciddiye almamış.
Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) neredeyse 30 yıl önce, 1995’te, yörüngeye fırlattığı Avrupa Uzaktan Algılama 2 (ERS-2) uydusu, 2011’de devre dışı bırakıldı. Devre dışı bırakılmadan önce Dünya’da gitgide azalan kutup buzları, karalardaki değişimler, deniz seviyelerinin yükselmesi, ısınan okyanuslar ve atmosferin yapısı hakkında bize bir sürü bilgi sağladı.
Artık yakıt rezervlerinden geriye hiçbir şey kalmayan uydu bu ayın ortalarına doğru atmosferimize girecek. ESA’nın devasa uydusunun tam olarak nereye düşeceğini şimdilik bilmiyoruz ama ajans uyduyu sıkı bir şekilde takip ettiklerini söylüyor.
Neredeyse 2300 kg ağırlığında olan araç atmosfere girdiğinde parçalara ayrılacak ve bu parçalar yeryüzüne çakılacak. Ama korkmanıza gerek yok çünkü bir insana uzay enkazının çarpma olasılığı 100 milyarda birin altında. Yani yıldırım çarparak yaralanma ya da ölme ihtimaliniz çok daha yüksek. Hem ayrıca daha önce Çin’in 2022 yılında fırlatılan ancak sonrasında yere çakılan 23 tonluk Long March 5B roketi gibi çok daha büyük nesneler atmosferden kontrolsüz bir şekilde geçmişti.
Falkor keşif gemisi Güney Amerika açıklarında şaşırtıcı bir şey buldu: Yükseklikleri 1600 ila 2700 metre arasında değişen ve daha önce hiç bilinmeyen dört devasa dağ. Bu dağların daha önce hiç keşfedilmemiş olmasının sebebi ise sualtında olmaları.
Schmidt Okyanus Enstitüsü’nden Jyotika Virmani ve ekibi Falkor gemisiyle deniz dağlarını inceliyordu. Kosta Rika’dan Şili’ye doğru yelken açmışken birtakım anomalilerle karşı karşıya kalmışlar. Sonra anlamışlar ki anomalilere sebep olan şey bir değil, iki değil, tam dört deniz dağıymış. Eğimli olmaları nedeniyle deniz dağları canlılarla çevrili oluyor. Mesela burada birkaç defa değindiğimiz bir ahtapot bahçesi vardı. O ahtapot bahçesi de hidrotermal bacanın yakınındaydı.
Keşif okyanusların altındaki yaşamla ilgili ne kadar az şey bildiğimizi bir kez daha gözler önüne serdi. Bilim insanlarına göre okyanusların yüzde 80’inden fazlası keşfedilmek bir yana hiç haritalandırılamadı bile. Virmani ve ekibi şimdiye kadar 29 deniz dağı keşfetmiş. Ama Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne göre en az 1000 metre yüksekliğinde 100 binden fazla deniz dağı olması mümkün.
Bilim insanları uzun zamandır nükleer füzyon yoluyla enerji üretebilmenin hayalini kuruyor, bunun için canla başla çalışıyor. Bunun sebebi ise nükleer füzyonun temiz enerji kaynağı olması.
Günümüzde nükleer enerji santrallerinde atomları parçalayarak enerji üreten fisyon yöntemi kullanılıyor. Nükleer enerji her ne kadar bol miktarda temiz enerji üretse de güvenliği ve ortaya çıkardığı nükleer atıklar konusunda süregelen çekinceler mevcut.
Füzyonda ise atomları bir araya getirerek enerji üretiliyor, yani fisyonun aksine ortaya radyoaktif atık çıkmıyor. Nükleer füzyon Aralık 2022’den beri hayal olmaktan çıktı, gerçekten ulaşabileceğimiz bir şey olma yoluna girdi. Çünkü o tarihte ABD’deki bilim insanları nükleer füzyon reaksiyonu gerçekleştirmeyi başardı ve bunu daha sonra dört kez daha gerçekleştirebildiler. Yani başarı artık tesadüf olmaktan çıktı.
Birleşik Krallık’taki son nükleer füzyon deneyinde rekor kırıldı. Joint European Torus’ta (JET) yapılan son füzyon deneyinde 0.21 miligram yakıttan beş saniye içinde 69.26 megajul enerji açığa çıktı. 16.5 kg TNTye eşdeğer bir enerji patlamasıydı bu.
Deneyde kullanılan yakıt, geleceğin nükleer füzyon laboratuvarlarında kullanılacak döteryum ve trityum denen iki ağır hidrojen türünün karışımı. Füzyon enerjisinin tek tük değil de sürdürülebilir şekilde uygulanabileceği kanıtlanırsa şirketler gelecekte yeşil devrime daha istekli olabilir. Çünkü bir kilogramlık füzyon yakıtı; bir kilo kömür, petrol ya da gazdan yaklaşık 10 milyon kat daha fazla enerji içeriyor.
Peki ya neden nükleer füzyon değil de nükleer fisyon yapılıyor?
Füzyon tepkimesi Güneş’te her an doğal bir şekilde gerçekleşiyor zaten. Ama dünyada bunu sağlayacak ısı ve basınç doğal olarak yok. Halbuki iki atomun birleştiği reaksiyon için 150 milyon dereceye varan bir ısı gerekiyor. Bunun için bilim insanları tokamak denen füzyon reaktörü kullanıyor.
Döteryum ve trityum tokamak içinde plazma haline getiriliyor ve sonrasında bu plazmalar manyetik alanın içine hapsediliyor. Böylelikle plazmanın reaktörün dış duvarlarına temas etmesi engellenmiş oluyor. Aksi takdirde büyük bir patlamayla reaktörün zarar görmesi işten bile değil. Sonrasında gerekli sıcaklıklar ve basınç verilerek reaksiyonun gerçekleşmesi sağlanıyor. Bu işlemi sürekli gerçekleştirmek kolay bir iş sayılmaz.
JET elde edilen rekor miktardaki enerjiye rağmen bu türden deneylere uygun bir tesis değil. Zaten aralık ayında bilimsel çalışmalarına da son verdi. Aralık ayında yaptığımız haberde de bu meseleden biraz bahsetmiştik ama nükleer füzyon çalışmalarının yapılabilmesi için yeni tesisler gerekiyor çünkü mevcut tesisler nükleer füzyon çalışmaları için ihtiyacı karşılayacak kalibrede değil.
Yine de bu çalışmalar gelecekteki ITER ve DEMO gibi projelere umut ışığı oluyor. Gelecek yıl devreye girmesi planlanan ITER projesinde harcanan yakıtın 10 katı kadar enerji üretilmesi bekleniyor. ITER’in halefi olacak DEMO’da ise harcanan enerjinin 25 katı kadarının üretilmesi hedefleniyor.
Eğer bütün gün masa başında çalışıyorsanız size kötü bir haberimiz var: JAMA Network Open dergisinde yayınlanan araştırmaya göre zamanlarının büyük bir kısmını oturarak geçiren kişilerin herhangi bir nedenden dolayı erken ölme olasılığı, işteyken fazla oturmayanlara göre en az yüzde 16 daha fazla, kalp hastalıklarından ölme riskleri ise hiç oturmayanlara göre yüzde 34 daha yüksek.
Çalışma Tayvan’da yapılmış. 20 yaş ve üzeri 481 bin 688 katılımcı yaklaşık 13 yıl boyunca izlenmiş. Katılımcıların hiçbirinde deneye katıldıklarında kalp hastalığı yokmuş. Oturma süresiyle ayakta durma süresi birbirine yakın olanların hiç oturmayanlara göre erken ölüm riski artmamış. Ayrıca işte bütün gün oturmak zorunda kalsa da günde yalnızca 15 ila 30 dakika hareket edenlerin erken ölüm riskini işyerinde yerine oturacak vakit bulamayanların seviyesine getirebildikleri görülmüş.
Bilim insanları her 30 dakikada bir ayağa kalkarak hareket etmeyi, telefonla konuşurken oturmak yerine ayağa kalkılmasını ve toplantıların konferans salonunda değil de ayaküstü yürürken yapılmasını öneriyor. Biz de bu vesileyle ofiste yapılabilecek egzersizleri sizinle paylaşalım.
Geçmişten günümüze canlıların hayatta kalmak için kazandıkları ya da kaybettikleri özelliklerle ilgili sık sık yeni haberlerle karşılaşıyoruz. Bu mutasyonlar bazen hemen kendini gösterirken bazen de aradan asırlar geçmesi gerekir. Bizim bugün ele alacağımız konu neredeyse 40 yıllık süreçte meydana gelen bir mutasyon.
1986’daki nükleer facianın ardından Ukrayna’nın Çernobil bölgesi insanlardan arındırıldı. Bu da kurtlar ve diğer canlıların oradaki popülasyonlarını artırdı. Ne var ki özgürlükleri karşılığında yüksek miktarda radyasyona maruz kalmaları gerekiyordu. Ne de olsa insanların bölgeden ayrılmasındaki etken bu radyasyondu.
Princeton Üniversitesi’nde evrimsel biyolog olarak çalışan Cara Love ve ekibi, Çernobil’i ev bilen canlıların bunca yıldır nasıl hayatta kalabildiklerini anlamak için 10 yıldır Çernobil kurtlarını inceliyor. Kurtlardan kan örnekleri alan ekip, bazılarına bulundukları yerler ile radyasyona maruz kalma durumlarını karşılaştırmak için izleme cihazlı tasmalar takmışlar. Sonuçlar şöyle:
📌Çernobil kurtları yaşamları boyunca her gün 11.28 miliremden fazla radyasyona maruz kalıyor. Karşılaştırma yapacak olursak 11.28 milirem, insanların maruz kalabilecekleri radyasyon sınırının altı katından fazla bir miktar.
📌Kurtların bağışıklık sistemleri kanser nedeniyle radyasyon tedavisi gören hastalara benzer şekilde değişmiş. Genetik analizler de kurtların genlerinin kansere direnç gösterecek şekilde değişime uğradığını gösteriyor.
Bu bulgular sadece kurtlara özel değil üstelik. Çernobil’de yaşayan yüzlerce vahşi köpekte de aynı durum gözlemlenmiş. Love ve ekibi bulgularını insanların kanserden kurtulma olasılığını artırabilecek mutasyonları saptamak için kullanmayı umuyor. Ne var ki Covid-19 ve ardından gelen Ukrayna savaşı Love ve ekibinin Çernobil’e dönmesini engellemiş. Ekip ne zaman bölgeye dönebileceklerini bilmiyor.
Sohbet robotu ChatGPT ve GPT dil modelini kullanan diğer yapay zeka modelleri bugün bazı kişilerin gerçek insanlara tercih ederek arkadaşlık kurduğu, hatta gönül bağı kurduğu modeller haline geldi. Kendi ideallerine göre oluşturduğu kişiselleştirilmiş sohbet robotu modeliyle evlenenler bile var. Ama bugün konumuz sohbet robotlarıyla aşk yaşayan insanlar değil. ChatGPT’nin gerçek bir insanla gönül bağı kurabilmek için nasıl kullanıldığına şahit olacağız. Bunun için de Moskova’ya, Alesandr Zadan’ın yanına gidiyoruz.
Tinder, Bumble gibi uygulamalarda çok fazla kişiyle eşleşebiliyorsunuz ancak bunların kaçının gerçekten ciddi bir ilişkinin peşinde olduğunu ya da kafanıza uygun kişiler olduğunu anlamak pek mümkün olmuyor. Zadan ne yaptı dersiniz? Eşleştiği kadınlarla kendi konuşmak yerine ChatGPT’yi kendisi adına konuşması için programladı ve böylelikle 5 binden fazla kadınla kendisi değil, ChatGPT muhatap oldu.
Gizmodo’nun haberine göre Zadan, asistanının alkolle poz veren kadınların profillerini filtrelemesini ve eşleştiği kişilerle gerçekte randevu planlamasını sağlayacak kadar ileri gitti. İstediği sonucu da aldı.
Zadan, eşi Karina Vyalşakayeva ile ilk olarak Aralık 2022’de eşleşmiş. Vyalşakayeva ilişkilerinin birkaç ayında ChatGPT ile flörtleşmiş karşısındakinin Zadan olmadığından bihaber. İlerleyen zamanlarda Zadan ChatGPT’nin yerini almış ve ikili yüz yüze görüşmeye başlamış. Vyalşakayeva ilişkilerinin ilk aylarında bir insanla değil de ChatGPT ile konuştuğunu anlayınca öfkelenmemiş ama şok olmuş.
İşin ilginci ne biliyor musunuz? Zadan’ın aklında Vyalşakayeva ile evlenmek gibi bir düşünce yokmuş ama bir noktadan sonra ChatGPT artık Karina’ya evlenme teklifi etme vaktinin gelmiş olabileceğine dair ona tavsiye vermiş.
Zadan bu hikayeyi şöyle anlatıyor: “Karina bir düğüne gitmek istediğini söylemişti ama ChatGPT bunu kendi düğününe gitmeyi tercih edermiş gibi algıladı. Ben de onun tavsiyesine uyup evlilik teklifi ettim. Karina da teklifimi kabul etti.”
İyi ki ChatGPT insan değil, yoksa sohbet robotu da Yeşilçam’da izlediğimiz filmlerdeki gibi arkadaşının sevdiğine onun yerine mektup yazan bahtsız kişi gibi Karina’ya aşık olsaydı ne olacaktı?