10’ca bilim arasından: Yine yaşlı nesillere karşı kaybediyoruz… X kuşağı baby boomer’lardan daha sık kansere yakalanıyor
Bilim ve teknoloji dünyası, her gün birbirinden ilginç onlarca buluş ve yenilikçi haberle karşımıza çıkıyor. Bu köşede bilim, uzay ve teknoloji alanında son bir haftada yaşanan gelişmelerle ufak bir yolculuğa çıkacağız.
Seçimlere bir gün kala en azından 15 dakikalığına gündemden uzaklaşmak isterseniz sizi Ay’ın çekirdeğine doğru bir yolculuğa çıkarabiliriz. Oradan da dünyaya dönmeden Voyager 2 ve Hubble’ın yaşam mücadelesine göz atıp bu sefer de kabuslarımıza doğru piyano akorlarının üzerinde yol alabiliriz. Sonrasında ise geleceğimizi zora sokan sera gazı salınımı tehlikesinin yapay et üretiminde, gerçek et ticaretinden çok daha fazla olabileceği ihtimaliyle yüzleşebilir, hemen ardından çekirgelerin hayatta kalma mücadelesi için türdeşlerine nasıl da ‘beni yeme’ sinyalleri gönderdiğini görebiliriz. Finali ise TikTok’un eşcinsel temalı içerikleri izleyen kullanıcılarının listesini tutmasına ve OpenAI CEO’su Sam Altman’ın uzaktan çalışma şikayetlerine bırakıyoruz.
Ay’ın iç yapısı daima merak edilen bir konu oldu, iç çekirdeğinin katı mı yoksa erimiş bir halde mi olduğu da yine bir tartışma konusuydu. Güneş Sistemi’ndeki nesnelerin iç yapısını, en etkili şekilde sismik veriler aracılığıyla araştırmak mümkün. Depremlerin ürettiği akustik enerji dalgalarının, bir gezegenin ya da uydusunun içindeki malzemeden yansıyarak hareket etmesi, bilim insanlarının nesnenin iç kısmının ayrıntılı bir haritasını çıkarmasına yardımcı oluyor. Apollo misyonu sayesinde elimizde Ay’a ait sismik veriler var ancak çözünürlüğü, iç çekirdeğin durumunu doğru bir şekilde belirleyemeyecek kadar düşük. Araştırmacılar bunun için uzay görevlerinden ve Ay lazer menzil deneylerinden topladığı verilerle Ay’ın özelliklerinin bir profilini çıkardı. Daha sonra da verilerle en uygun eşleşmenin hangisi olduğunu anlamak için çeşitli çekirdek türleriyle modellemeler yapıldı. Nature’de yayımlanan çalışmanın sonucunda Ay’ın çekirdeğinin Dünya’nınkine çok benzediği, dışta akışkan bir tabaka, içte ise katı bir çekirdek olduğu görüldü. Ekibin keşfine göre, iç çekirdeğin demire benzer bir yoğunluğu var.
ABD’nin Voyager programı kapsamında 1977’de fırlatılan insansız uzay aracı Voyager 2 için çalınan ölüm çanlarının abartı olduğu ortaya çıktı. NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı’ndan yapılan açıklamaya göre uzay aracı kısa bir süre önce araç içi güvenlik mekanizmasının parçası olarak hazırlanan yedek güç depolarına geçti. Bu geçiş, aracın en az 2026 yılına kadar uzayı incelemeye devam etmesi anlamına geliyor. Ancak 2026’ya geldiğimizde de bilim aracının kapanması görevinin sona erdiği anlamına gelmeyecek. Beş cihazlı araç o tarihten sonra dört cihazıyla çalışmalarına devam edecek. NASA, herhangi bir aksilik çıkmazsa Voyager’in yıllarca uzayda dolaşabileceğini tahmin ediyor.
Kurtarma meselesine girmişken bir umut verici haber de Hubble Uzay Teleskobu tarafından geldi. NASA’nın emektar teleskobu Hubble, yavaş yavaş ölümüne ilerliyor. NASA 2022’nin sonlarına doğru Hubble için yardım çağrısında bulunmuştu. Bu çağrıya kulaklarını tıkamayan merkezi Tokyo’daki Astroscale ile merkezi Kaliforniya’daki Momentus Space, 33 yıl önce fırlatıldığından bu yana yavaş yavaş alçak Dünya yörüngesine doğru düşen Hubble’ı kurtarmak için ortak bir plan hazırladı. Plan şöyle: İnsansız bir roket, su tahrikli uzay römorkörü iticisini alçak Dünya yörüngesine fırlatacak ve bu itici Hubble’ı yaklaşık 31 mil yukarı çekecek. Ayrıldıktan sonra ise sistem Hubble’ın yeni yörüngesinde soruna yol açabilecek uzay çöplerini ortadan kaldıracak.
Beyin kanserinin en yaygın ve agresif formlarından biri de glioblastomadır ve bu hastalığın tedavisi epey zordur. Ancak bilim insanlarından iyi haberler geldi. PNAS’ta yayımlanan çalışmaya göre fareler üzerinde test edilen bir hidrojel, gliobastomanun izlerini ortadan kaldırdı ve kanserli hücrelerin geri dönmelerini engelledi. Hidrojel, kanserden geriye kalan çukurları eşit şekilde kaplayarak birkaç hafta boyunca aCD47 adı verilen bir antikor salgıladı. Jelin diğer ilaçların gözden kaçırabileceği kısımlara da ulaşabildiği görüldü. Hidrojeli özel kılan bir diğer özelliği de aynı anda hem kemoterapi hem de immünoterapi olarak işlev görmesi. Sonuca gelecek olursak hidrojel öylesine etkiliydi ki denendiği hayvanlar üzerinde yüzde 100’lük bir başarı sağlandı. Bununla birlikte tümörü çıkarmak için yine de ameliyat yapılması gerekiyordu. Jel tümör çıkarılmadan önce uygulandığında hayatta kalma oranı yüzde 50’ye düştü. Tabii aynı tedavinin insanlarda da farelerdeki kadar büyük bir başarı sağlayacağından emin değiliz. Ancak yine de bunun umut verici bir çalışma olduğu ortada.
Uykularımızın azılı düşmanı kabuslardan tamamen kurtulmak mümkün olabilir. Öyle olmasa bile en azından kabusun şiddetini azaltabilirsiniz. Kabus bozukluğu teşhisi konan 36 hafta üzerinde geçen yıl yapılan bir araştırma hiç de karmaşık olmayan iki yöntemin bir arada uygulanmasıyla kötü rüyaların sıklığının azaltılabileceğini gösterdi. Peki nedir bu yöntemler? Bilim insanları gönüllülerin yarısına en sık gördükleri kabusları sonu mutlu olacak şekilde yeniden yazmalarını ve sonra yazdıkları hikayeyi kendilerine anlatmalarını istedi ve ardından bu kişilere uyurken olumlu anılarıyla bağdaştırdıkları sesler dinletildi. Gönüllülerin diğer yarısı ise bunlardan hiçbirini yapmayarak sadece kontrol grubu işlevi gördü. Her iki gruba da uyurken, kabus görme olasılığının en yüksek olduğu REM uykusu sırasında her 10 saniyede bir piyano akoru olan C69 dinletildi. Gruplar iki hafta daha günlük tuttuktan sonra üç ay boyunca hiç tedavi görmedi. Bu noktada tekrar değerlendirilen gönüllülerde sonuçlar ilginçti. Kontrol grubunun çalışmanın başında haftada gördükleri kabusların ortalaması 2,58’ken çalışmanın ardından bu miktar 1,02’ye geriledi. Hem günlük tutan hem de mutluluk verici sesleri dinleyen diğer grupta ise başlangıçta 2,94 olan ortalama 0,19’a düştü. Daha umut verici olanı ise ikinci gruptaki kişilerin kabusları azalırken neşeli rüyalarda da artış yaşandı.
ABD Gıda ve İlaç İdaresi’nin son zamanlarda bazı şirketlere yapay et için yeşil ışık yakması gıda endüstrisinin geleceğinin bu yönde olacağı yönündeki görüşleri güçlendirdi. Aktivistler de bunun hem hayvanlar hem de çevre için daha iyi olacağını düşünerek yapay etin en büyük destekçilerini oluşturmaya başladı. Peki ya laboratuvarda üretilen etlerin seri üretiminin çevre için gerçek sığır etinden çok daha kötü etkileri olabileceğini söylesek? Şu anda hayvan hücresi baz alınarak üretilen etler küçük ölçekli olsa da onaylarını tam olarak almasının ardından ölçeği elbet büyüyecek. Henüz hakem incelemesinden geçmemiş olan bir çalışma, işte bu büyümenin yaşandığı noktada yapay et üretiminin, küresel sığır eti endüstrisinden dört ila 25 kat daha fazla sera gazı salınımı yapabileceğini öne sürüyor.
Araştırmayı yürüten ekibe göre yapay etin karbon salınımı analizlerinin birçoğunun söz konusu etin iklim üzerindeki etkisini ya mevcut olmayan ya da işe yaraması mümkün olmayan teknolojiler kullanarak modellemesi. Bir örnek üzerinden gidelim. Sıklıkla atıf yapılan bir çalışmada yapay et üretiminde hayvan hücresi hammaddesi olarak siyanobakteri hidrolizatı göz önünde bulundurularak karbon emisyonu tahmini yapılmış. Ancak siyanobakteri hidrolizatı şu anda bu alanda kullanılan bir şey değil. Bunu bir kenara bırakarak yüksek oranda rafine edilmiş yetiştirme ortamlarının kullanılmaya devam edildiğini varsayarsak, her bir kilogram yapay etin 246 ila 1508 kilogram karbondioksit salınımı yaptığı tahmin ediliyor. Bu da yapay etin küresel ısınmaya etkisinin perakende sığır etinden dört ila 25 kat daha fazla olduğu hesaplarını güçlendiriyor.
Yaşın önemi nedir? Günlük yaşamda belki de o kadar mühim olmasa da bilimde bir şeyin yaşını net olarak bilmek kritik öneme sahip. Örneğin fosillerin yaşının bilinmesi dinozorlar gibi geçmişin canlılarının daha iyi kavranmasında bilinmeyenleri öğrenmemize vesile olabilir. Utahraptorun tam yaşı konusunda belirsizlikler devam ediyor. Birkaç yıl önce bilim insanları Utah’ta büyük bir jeolojik kaya oluşumunu incelerken dünyanın en büyük yırtıcı kuşu Utahraptora ait oldukça iyi korunmuş fosil kalıntılarını buldu. Yeni çalışma ise dinozorun daha önce düşünülenden 10 milyon yıl daha yaşlı olduğunu ortaya koyuyor. Bu da 125 milyon yaşında olduğu tahmin edilen dinozorun yaşını 135 milyona çıkardığı anlamına geliyor.
Bir sürüye bağlı olmadan yaşayan çekirgeler birbirlerini yemez. Ancak birçok çekirge için sürü halinde yaşamak adeta bir pikniktir. Kalabalığın yarattığı besin sorunu çekirgeleri birbirlerini yemeye iter. Ancak dışarıdan gelen göçmen çekirgelerin (Locusta migratoria) yamyam arkadaşlarına ‘beni yeme’ sinyali gönderen bir feromon yaydığı ortaya çıktı. Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre dışarıdan gelen göçmen çekirgeler, bir araya geldiklerinde PAN olarak da bilinen fenilasetonitril diye bir uçucu bir bileşik yayıyor. Feromon yaymayan çekirgelerin ise daha çok kurban olduğu tespit edildi. Tabii feromon yayan çekirgelerin tamamen güvende olduğunu da söyleyemeyiz. Zira feromonu fark etmeyen çekirgeler arkadaşlarını yiyebiliyor. Yine de bu bileşiğin yamyamlığı bastırmada etkili olduğunu söylemek mümkün.
Sosyal medya şirketlerinin ilgi alanlarına uygun reklamlar sunmak için kullanıcılarının ayrıntılı bilgilerini kayda aldığını artık dünya alem biliyor. Ancak sosyal ağların cinsel yönelimlerle ilgili veri toplaması, söz konusu, kullanıcıları hedef haline getirme ihtimali taşımasından dolayı pek tavsiye edilmiyor. Eski TikTok çalışanları ise şirketin eşcinsel içerik izleyen kullanıcıların listesini tuttuğu iddiasını ortaya attı. Çalışanlar bu bilgilerin herhangi bir şekilde sızdırılması ya da LGBTİQ+ karşıtı politikalar yürüten ülkelere satılmasının kullanıcıların hayatını riske atabileceğini düşünerek, listeden endişelerini dile getirmeye başladı. Eski çalışanlardan birinin anlattığına göre, Çin’deki personellerin verilere kolaylıkla erişimi vardı ve bu verileri kimin görüntüleyebileceğini düzenleyen izinleri zaman zaman kontrol edebiliyorlardı. Bir TikTok temsilcisi Wall Street Journal’a yaptığı açıklamada söz konusu verilerin en az bir yıl boyunca mevcut olduğunu ancak veri setine erişimi sağlayan kontrol panelinin ABD’de geçen yıl silindiğini söyledi. Temsilci, bu verilerin Çin hükümeti ile paylaşılmadığının da altını çizdi.
OpenAI CEO’su Sam Altman da uzaktan çalışmaya karşı teknoloji liderlerinden biriymiş. ChatGPT’yi geliştiren şirketin yöneticisi Altman, fintech devi Stripe’ın ev sahipliğinde düzenlenen etkinliğe katıldığı sırada evden çalışma uygulamasını gömmekle kalmadı bir de üstüne bu uygulamayı sürdüren şirketleri hedefine aldı. “Bence teknoloji sektörünün uzun zaman sonra yaptığı en kötü hatalardan biri çalışanların sonsuza dek uzaktan çalışabileceği fikriydi” diyen Altman, “Start-up çalışanlarının yan yana olmasına gerek yoktu, herhangi bir yaratıcılık kaybı yaşanmayacaktı” diye belirtti. “Ancak bu konudaki düşüncemin sona erdiğini söyleyebilirim” diyen Altman, “Teknoloji henüz insanların, özellikle de yeni kurulan şirketlerin, sonsuza kadar uzaktan çalışabilecekleri kadar gelişmedi” diye ekledi.
Haberleri Altman ile bitirsek de araya bir izleme önerisi sıkıştırabiliriz. Ekranlarda siyasi bir figür olarak görmeye alışık olduğumuz TİP lideri Erkan Baş, tarihçi Emrah Safa Gürkan’ın programında çoğumuzun bilmediği bir yüzüyle konuk oldu. İstanbul Üniversitesi Bilim Tarihi bölümünden mezun Baş’ın Gürkan ile akıcı sohbetini izlemenizi kesinlikle tavsiye ederiz.
Biz önümüzdeki hafta da yeni bilim ve teknoloji haberleriyle burada olacağız. O zamana kadar öneri ve eleştirilerinizi [email protected]’e beklerim.