Fransızlar aşırı sağa karşı tek yürek olmaya hazır: İttifaklar arasında Macron ortada mı kalıyor?
Fransa'da 17 yaşındaki Nahel'in polis tarafından öldürülmesinin ardından başlayan protestoların beşinci gecesinde polis 719 kişiyi tutukladı. Bir belediye başkanının evine yapılan saldırıya rağmen yetkililer, protestoların şiddetinin azaldığını iddia ediyor. Peki bu protestoların çıkış noktası ne?
Fransa’da taşradaki Nanterre’de 17 yaşındaki Nahel’in polisin dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürülmesinin ardından başlayan protestolarda özellikle Lyon, Marsilya ve Grenoble kentlerine güvenlik takviyeleri gönderildi. Çoğu çocuklardan oluşan protestocular arabaları ateşe verdi, dükkanları yağmaladı ve polisle çatıştı.
İçişleri Bakanlığı 719 kişinin daha gözaltına alındığını bildirirken Elysee Sarayı, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un pazar akşamı durumu değerlendirmek için üst düzey bakanlarla bir araya geleceğini açıkladı.
Bakanlık, 40’tan fazla polis memurunun yaralandığını, 577 aracın ateşe verildiğini, 74 binanın yakıldığını, sokaklarda ve diğer kamusal alanlarda 871 ayrı ateş yakıldığını bildirdi. 45 bin polis ve itfaiyecinin seferber edildiği söylenildi.
Protestolardaki en ciddi olay ise isyancıların Paris’in güneyindeki L’Hay-les-Roses’un Belediye Başkanı Vincent Jeanbrun’un evine yanan bir araçla dalması oldu. Jeanbrun o saatlerde belediye binasında olsa da eşi ve iki çocuğunun olay yerinden kaçarken yaralandığı açıklandı.
Muhafazakar Les Republicains partisinden olan belediye başkanı, “Dün gece dehşet ve utancın yeni bir dönüm noktasıydı” şeklinde tweet atarak ‘tarifi olmayan bu korkakça eylemi’ kınadığını söyledi. Bölge savcısı da saldırının ‘cinayete teşebbüs’ olarak soruşturulacağını belirtti. Başbakan Elisabeth Borne, ‘tahammül edilemez saldırı’yı kınayarak sorumluların ‘yaptıklarının yanına kâr kalmayacağı’ sözünü verdi.
Öte yandan Tours kentinin dışında kalan La Riche’de de protestocuların başka bir belediye başkanının bahçesine girdiği ve arabasını yakmaya çalıştıkları bildirildi. Tüm partilerden siyasetçiler saldırılara öfkelerini dile getirirken, bugün Fransa genelinde belediye binaları önünde destek gösterilmesi yapılması planlanıyor.
Diğer yerlerde ise yoğun polis varlığından dolayı büyük çatışmalar yaşanmadı. Le Monde gazetesi, “Dört gecelik ateşin ardından ilk kez nispeten sakin bir gece yaşandı” dese de bu sükunetin geçici olabileceği uyarısında bulundu. Paris polis şefi Laurent Nunez de protestoların bastırıldığını söylemek için henüz erken olduğunu belirtiyor.
Protestoların en yoğun şekilde yaşandığı Marsilya’da polis göz yaşartıcı gaz sıktı ve çoğu ergenlik çağında olan gençlerle sokakta çatışmaya girişti. Yetkililer Nice ve Strasbourg’da da tek tük çatışmaların ve çok sayıda tutuklamanın olduğunu, ancak Lyon da dahil olmak üzere çoğu şehirde cuma gününe kıyasla daha az olay yaşandığını belirtiyor.
20’nci yüzyıl Fransız ve Avrupa tarihi üzerine çalışan Emile Chabal, Twitter’da yaptığı bir paylaşım selinde bugünkü protestoları geçmiş üzerinden ele aldı.
1995 yapımı La Haine filmini hatırlatan Chabal, “Protestolara yol açan temel sorunlar geçerliliğini koruyor: ekonomik durgunluk, devletin geri planda durması, yüksek işsizlik oranları, sistematik polis şiddeti, ırkçılık, uyuşturucu, adi suçlar, yetersiz altyapı, düşük bina kalitesi… Fransa’nın savaş sonrası konut projelerinde kullandığı tasarımlar bu sorunları mekânsal hale getirdi” dedi. Chabal’ın tweetleri şöyle devam ediyor:
Ayrıca ırkçı saiklerle işlenen suçlara ve polis şiddetine karşı politik eylemler hep vardı. En bilindik örneklerden biri olan 1983’teki ‘Marche des beurs’ eylemi, 15 yılı aşkın bir süredir devam eden ırkçılık karşıtı aktivizme büyük çapta dikkat çekmişti. Bu aktivizmle söz konusu sorunların altı çizilmişti.
Bu durum, yerel topluluklara nüfuz eden ve nesiller boyunca aktarılan ırkçı şiddete dair güçlü yerel anılarla birleşti. Bu arka planlar önemli çünkü öfkenin kaynağının bağlamı hakkında bize derin bir perspektif sağlayacaktır.
90’lar ve 2000’lerde büyüyen genç nesil, çok az gelecek beklentisi, çok az umut ve ırkçı suçların hatırasıyla büyüdü. Tabii ki polisten de nefret ediyorlardı. Fransız polisi kısmen Fransa’nın sömürgeciliğinin mirası, kısmen de kamusal alandaki köklü ırkçılığın bir sonucu olarak, kötü bir kolektif polislik örneği (mesela gösterilerin bastırılış şekli) gösteriyor ve özellikle de ırklarıyla etiketlenmiş azınlıkları hedef alma geçmişine sahip. Bu durum, 2005 yılında da olduğu gibi yoğun polis karşıtı şiddet olaylarına yol açtı.
2005 yılındaki ayaklanma, Avrupa’da yıllar sonra görülen en büyük ayaklanmalardan biriydi. 20 günden fazla süren protesto ateşi, Fransa’nın pek çok farklı bölgesini etkilemişti. Şiddetin, işsizlik ve devletin ‘kentsel dönüşüm’ politikalarının hedefindeki mahallelerle ilişkili olduğu sonucuna varılması da şaşırtıcı değildir. Polis ve devlet arasındaki ilişki, devletin neden kilit bir çatışma noktası haline geldiğini ve neden okullar, yerel yönetim binaları gibi onca devlet sembolünün hedef alındığını açıklıyor.
Oldukça benzer koşullar 2023’te de mevcut ve bunlar gördüğümüz şiddetin bir kısmını açıklıyor. Ancak ağırlıklı neden, özellikle de 2017 yılında mevzuatta yapılan değişiklik sonucu polise ‘işbirliği yapmayı reddeden’ sürücüleri durdurma konusunda daha fazla yetki verilmiş olması.
Bunun sonucunda trafik çevirmeleri sırasında meydana gelen ‘olaylarda’ (yaralama, ölüm gibi) keskin bir artış yaşandı. Sürücülerin yanı sıra yoldan geçenler de öldürüldü. Polis sendikaları, 2017 yılında polise yönelik ‘nefret’ ve polis karşıtı şiddet algısına tepki olarak bu yasayı talep etmişti. Ancak yasayı eleştirenler de (haklı olarak) bu yasanın polise şüphelileri vurmak için daha fazla yetki verdiğini düşünüyor. Gerçekten de polis şiddeti son birkaç yıldır hem bireysel hem de protestolar gibi toplu olaylarda dikkat çekiyor.
Fransız polisi kentteki ve taşradaki protestoları şiddetle bastırmasıyla ünlü. Bu da tarih boyunca protestocuların şiddete başvurmasına yol açmış, bu şiddetin bir kısmı polis şiddetine karşı yapılan örgütlü olmayan protestolara da yansımıştır. 2005’teki ve bugünkü protestolar, çevrecilerin ya da emeklilik reformu karşıtlarının protestoları gibi ‘organize’ değildi ancak polis tarafından kullanılan şiddet benzerdi.
Polis şiddetinin ırka bağlı değişimlerinden bahsetmeye gerek bile yok. Comite Adama gibi aktivistler yıllardır Fransa’daki yapısal ırkçılık belasına dikkat çekiyor. Herkes polisin genellikle ırkçı olduğunu ve yerel topluluklar arasında ırkçı polis şiddetine dair anıların hafızalardaki yerini koruduğunu bilmektedir. Dolayısıyla her ne kadar şu anda meydana gelen olaylar, kamu binalarına ve altyapıya zarar vererek öncelikle yerel toplulukları etkilese de ‘yersiz’ değildir. İhmalden, yapılandırılmış siyasallaşmadan, ayrımcılıktan ve şiddetten doğan bir öfkedir.
Some elements to help analyse what is happening in France, where police violence, racism and social deprivation are once again in the news. First, there is nothing new. This cocktail has plagued France since the 1990s – remember the film La Haine? Basic causal factors… pic.twitter.com/ri5GwhZEwm
— Emile Chabal (@emile_chabal) June 29, 2023
Londra Ünviersitesi’nde kültür tarihi profesörü olan Andrew Hussey, The Guardian’da yer alan yazısında Fransa’daki eylemleri konu alarak, “Vercingétorix Sokağı ile Alain Sokağı’nın köşesinde, bisikletleriyle bölgede devriye gezen bir ekibin parçası olan iki polis memuruyla konuştum. Gayet arkadaş canlısı olsalar da sinirliydiler. Onlara ayaklanmaları tetikleyen olayı sordum. 17 yaşındaki Nahel’in polis memuru tarafından vurulması ya da ‘infaz edilmesi’nin kötü olduğunu söyleseler de er ya da geç böyle bir şeyin olmasını beklediklerini de sözlerine eklediler. ‘Bu banliyölerden bazılarına gittiğinizde anlarsınız. Sürekli gergin ve tetikte olmanız gerekiyor, her an saldırıya uğramaya hazır beklemelisiniz. Savaş alanındaymışsınız gibi bir his oluşuyor’ dediler” diye yazdı.
Bu dilin, ‘savaşta olduğumuz için çatışıyoruz’ diyen iki Fransız polis sendikasının kullandığı dille aynı olduğunu belirten Hussey, “Aşırı sağcı eski cumhurbaşkanı adayı Eric Zemmour da ayaklanmaları ‘bir iç savaşın ilk sancıları’ olarak tanımlıyor. Zemmour ya da Marine Le Pen ‘iç savaş’ uyarısında ilk kez bulunmuyor” diyerek devam etti.
Savaş dilinin sağcı siyasetçilerle ve polisle sınır olmadığını da sözlerine ekleyen Hussey, sosyal konutlardaki dairelerden birinde oturan Beşir Mokrani’nin, “Bu sıradan bir savaş hissiyatı değil. Gerçek bir savaş. Böyle yerlerde yaşayan bizlere karşı açılan bir savaş. Şu anda 40 yaşındayım, yüksek lisans derecem ve bir ailem var ancak hayatım boyunca ayrımcılığa uğradım ve aşağılandım, hepsi de polis tarafındandı. Ve şimdi de bu oldu. İnsanlar artık dayanamıyor” sözlerini aktardı.
Hussey, “Eğer Fransa’da bir iç savaş varsa bile bu en azından şimdilik askeri olmaktan ziyade sembolik bir savaş. Öfke, cumhuriyetin temsil ettiği her şeye odaklanıyor. Bu da nihayetinde ‘özgürlük, eşitlik ve kardeşlik’ ilkeleri anlamına geliyor. Nedeni ise banliyölerdeki dışlanmış nüfusun büyük bir bölümünün bu ilkelerin kendileri için geçerli olmadığını ya da daha basit bir şekilde yalan olduğunu düşünmesidir” dedi.