Almanya’dan ‘Nehirden Denize Özgür Filistin’ sloganına ceza
Şili bizden 14 bin kilometre uzakta olsa da Boric'in zaferiyle gözlerimizin döndüğü, mücadele tarihinde de ismini asla es geçemeyeceğimiz topraklar. Şili'nin en büyük sendikası CUT Genel Sekreteri Campos bize ülkesini anlattı.
Şili, Latin Amerika’nın bakır zengini. Emperyalizmin pençelerini geçirdiği vücudu verimli vadilerden, değerli metallerden ve sofralardan eksik olmayan zenginliklerden oluşuyor. Haliyle Şili de tüm Latin Amerika’da olduğu gibi sömürge düzeninden nasibini aldığı için halkı da mücadele kültürüyle iç içe. 1810 yılında İspanya’ya karşı başladıkları bağımsızlık mücadelesi bir sömürgeciyi yenmenin ardından kendi içine döndü. Çünkü sömürgeciyi yenmek ülkenin refaha kavuşması için yeterli değildi. Arka bahçe oyunlarını kuran ve oynayan ABD’ye sıra geldi, ancak Washington alışılageldiği gibi açıktan oynamak yerine kendi planlarını hayata geçirecek bir Şilili aradı. Buldu da: Augusto Pinochet.
1973 yılında başlayan Şili tarihinin en karanlık yıllarına yeni sayfaları ekledi General Pinochet. Tüm satırları da kanlı elleriyle yazdı. Şili 1810’lardan 1990’lı yıllara kadar hep bir devinim, hep bir mücadele ülkesi oldu… Şimdi de bir “sosyalist” başkan ile yapabildiği kadar mücadeleci politikalarla, emperyalizme ve neoliberalizme karşı mücadele sürdürüyor. Ancak halkın mücadele kültürü öyle gelişmiş ki, Devlet Başkanı Gabriel Boric Font da eleştirilerin odağında. Dünyanın en genç devlet başkanı olarak seçildiğinde Boric geçmişte verdiği bir sözle manşetlere taşındı: Şili neoliberalizme mezar olacak.
Şili’nin en köklü işçi sendikalarından Şili Birleşik İşçiler Sendikası (CUT) Genel Sekreteri Eric Campos ile İstanbul’da buluştuk. Aymara dilinde “dünyanın bitimi” anlamına gelen Şili’yi, ülkedeki emek mücadelesini, anayasaya neden hayır dendiğini, tekstil sektörünün ülkedeki sahibi olan Filistinlileri ve Boric’i anlattı bize.
Ben sözü Boric’ten açmayı tercih ediyorum. “Şili neoliberalizmin mezarı olacak” söylemi o kadar vurucu ve o kadar kuvvetli ki, buradan görünenin aksine bu sözün Şili için ne ifade ettiğini merak ediyorum. CUT Genel Sekreteri Campos anlamlı bir tebessümle sözü devralıyor:
Bu sözleri milletvekiliyken söylemişti. Dolayısıyla iki Boric’ten bahsetmek lazım. Biri milletvekili olan Boric, diğeri de başkan olan. Hükümetin kapasitesiyle hükümetin verdiği sözler arasındaki açının genişliğini hesaba katmak lazım. Birincisi, hükümetin mecliste yeterli çoğunluğu yok. Bu da onların verdikleri sözleri yerine getirmeleri açısından büyük bir engel. İkinci olarak da 4 Eylül’de ağır bir yenilgi aldılar. Anayasanın referandumla reddedilmesi onlar için büyük bir yenilgi oldu.
Evet çok da eski değil, geçen sene. 2022 yılının Eylül ayına kısa bir yolculuk yapacağız. Bütün dış habercilerin gözü o sırada Şili’deydi. Şili halkı ülkenin askeri yönetim altında hazırlanan 1980 anayasasının yerini alacak yeni anayasayı oyladı. Sandıktan “hayır” çıktı. Yani halk, kimsenin anlam veremediği bir şekilde Pinochet yasasını ilerici olana tercih etti. Nedenleri üzerine de haliyle çok yazılıp çizildi. Şili’de hak mücadelesi veren yerli halkın edineceği özgürlüklerden çekinildiği dahi belirtildi. Ama aslında mevzu pek de öyle değildi. Campos bize nedenlerini ve nasıllarını anlatırken aslında çok daha şaşıracağımız bir bilgi de veriyor: En çok hayır diyenler yerlilerdi.
Campos’a göre halkın bu ilerici anayasaya “hayır” demesinin temel nedeni bütüncül olmamasıydı. Halkın oylamasına sunulan anayasada, her bir hak mücadelesinin yer aldığı doğruydu ancak, temel olarak çok fazla ayrışıktı ve “toplama” algısı nedeniyle de kaybetti. CUT Genel Sekreteri anayasanın sunulduğu halindeki biçemin, yani “toplama” algısının aşırı sağın manipülasyon oyunlarına da olanak sağladığını söylüyor. Yani aşırı sağ saldıracak bir açık buldu ve aslında anayasayı derinlemesine okumayan halk da tüm bu oyunların etkisi altında “hayır” dedi.
Tekil sorunlara ilişkin maddelerden oluşan toplama bir anayasa taslağı oldu. Haliyle toplumun genel sorunlarını ele alan bir yasa ortaya çıkarılamadı. Aşırı sağ da bunu halkı korkutmak için manipüle aracı olarak kullandı. Bir diğer önemli şey de şuydu; anayasayı hazırlayanların unuttuğu bir şeyden bahsedeceğim. Aslında Pinochet anayasası sermaye için çok fazla özgürlük tanıyıp emek mücadelesine çok baskı uygulayan bir anayasaydı ve yenisi inşa edilirken bu atlandı. Yani emeği ön plana çıkarma boyutunu gözardı ettiler.
Boric’in partisinin bir yandan elinin kolunun bağlı olduğunu söyledi Campos. O sebeple de anayasa sürecinde çok da istenen çerçeve çizilemedi. Yani böyle daha genel şekilde analiz edilerek değil de herkesin kendi sorunlarını ifade ettiği ve topladığı bir metin çıkmış ortaya.
Emek sermaye çelişkisini de göz ardı ettiler. Yerli halkın olduğu bölgelerle ve özellikle su mücadelesinin aktif olarak yürütüldüğü bölgelerde de hayır çok fazla çıktı. Bu beklenen bir şey değildi elbet ama o kadar özelleştirme içinde su hakkı mücadelesi verenler haliyle ‘evet’ diyemedi.
Yani Campos’a göre tekil sorunlar derlendi, ancak gerçek bir karşılık bulamadı. Bunun sebeplerinden biri de özelleştirme konusunda Boric yönetiminin çok net bir politika izleyemiyor oluşu.
Campos’a göre böylesine tekil sorunlar üzerine yaratılmış bir metnin tekil mücadele yürüten kesimlerce sahiplenmesi bekleniyordu ancak olmadı, bu da beklentilere büyük bir darbe oldu. Çünkü yukarıda da değindiği gibi emek ve sermaye çelişkisi göz ardı edildi. Tekil mücadelesini yürüten kitleler bu metinde kendi mücadelelerinin güvenceye alınacağına ikna olmadı. Ama asıl neden halkın politikacılara ve elitlere güvensizliği. Campos şimdi de aşırı sağın benzer bir anayasa sürecinde olduğunu, ancak bunun da halk nezdinde karşılık bulamadığını anlatıyor:
2019’daki ayaklanmayı biz neoliberalizm karşıtı olarak adlandırıyoruz ve öyle de görmek istiyoruz. Ama aslında belki de halkın çoğunluğunun bu eylemlere katılmasının sebebi politika sınıfına bir bütün olarak karşı olmasıyla alakalı. Yani elitlere karşıtlığıyla alakalı. Çünkü aynı zamanda Şili’de çok ciddi bir politik istikrarsızlık var. Mesela biri seçimi kazandı, dört sene sonra görev süresi dolduğunda ortadan kayboluyor. Şimdi de aşırı sağın önayak olduğu yeni bir anayasa girişimi var, ama o da çok karşılık bulmuş değil. Dolayısıyla böyle bir tutarsızlık var politikada. Bu da aslında politikacılara genel olarak güvensizlikle alakalı. Genel olarak politika, siyasal partilerin aslında insanlara güven verememiş olması.
Arjantin’de yaşananlar dış politikayı takip eden hepimizin malumu. Elinde elektrikli testeresi, dağılmış saçları bir de Trump ile Bolsonaro tipi düşüncelerle dolu kafasıyla yeni Devlet Başkanı Javier Milei seçimlerin galibi oldu, göreve de başladı. Arjantin’de yaşanacak her gelişme Şili’yi de yakından ilgilendiriyor. Günün sonunda 5.308 kilometre uzunluğunda bir sınırı paylaşıyorlar. bizim de Türkiye’den yakinen bildiğimiz bir durum. Haliyle Milei’yi nasıl gördüklerini ve olası göç dalgası ihtimalini soruyorum Campos’a:
Her şeyden önce Milei’nin seçilmesi aslında bir tepkiydi. Özellikle de gençlerin mevcut siyasal partilerin tümüne, yani bütün siyaset sınıfına tepkisiydi.
Şöyle devam ediyor Campos: Dolayısıyla Arjantin’de büyük ihtimal olacak olan şey aslında neoliberalizmin daha güçlü şekilde uygulanacak olması. Bu Şili’dekinden farklı bir durum. Şili’de tabii darbeyle, kanla uygulandı bu. Ama işte bu son sol iktidarla biraz gerilemiş durumda. Arjantin’de ise her zaman böyle bir ilerleme ve gerileme yaşandığına tanıklık ettik. Neoliberalizm aslında bir Şili’deki kadar yerleşmiş diyemeyiz ama bundan sonra sosyal harcamalarda yapılacak kesintilerle tamı tamına neoliberalizmi yaşatan bir rejim göreceğiz diye düşünüyorum.”
Pembe Dalga, çok yazıldı, çok konuşuldu. Ne zaman Latin Amerika’dan biriyle konuşsam, pembe dalgayı kendilerinden uzakta olanların karşıladığı kadar coşkuyla benimsemediğini gördüm. Nedeni aslında çok anlaşılabilir, ancak Sayın Campos dururken açıklamak bana düşmez: “İlk pembe dalgada orta sınıfta bir artış oldu. Ama bu artış çok kırılgandı. Çünkü insanları politize etmeyi başaramadı. En büyük hataları da buydu. Dolayısıyla aynı orta sınıf bu hükümetlerden memnun kalmadığı zaman sağa oy vermeye başladı. Sonrasında ise sağ dalga geldi. Aynı şekilde sağ hükümetlerin de yarattığı memnuniyetsizliklerin ardından şimdi de sol ilerici bir dalgadan bahsedebiliriz. Ama sağ dalgaların kıyıda bıraktığı kumun soldan daha fazla olduğunu söylemek isterim. Çünkü sağ iktidar olduğu zaman sağ politikaları gerçekten uygulayabilirken sol iktidar olduğunda sol politikaları tam anlamıyla harekete geçiremiyor.”
Konu ABD’ye geliyor haliyle. Campos’un da politikaların uygulanmasında yaşanan sorunlardan bahsederken kast ettiği de bu. Şöyle diyor CUT Genel Sekreteri: “Latin Amerika’da çok uluslu şirketler ve ABD’nin varlığı unutmamamız gereken bir şey.”
Ardından da Brezilya örneğini veriyor: “Özellikle Brezilya örneği çok önemli, çünkü Lula, BRICS’e öncülük etmeye çalıştı, Çinli birçok şirketin Latin Amerika’ya girişi de haliyle ABD’yle çok büyük bir krize sebep oldu.”
Şimdi ise konuyu daha güncel bir çerçeveye çekiyoruz. İsrail’in Filistin’deki kanlı katliamından. Bilindiği üzere Şili’deki Filistinli nüfusu azımsanacak gibi değil hatta tekstil sektörü genel olarak Filistinlilerin elinde. Ben de bu sebeple Filistin sendikalarından gelen grev çağrısını ve Şili sendikalarının cevabını soruyorum Campos’a:
Filistin devletinin kurulması arzusu Şili kamuoyunda bilinen ve tanınan bir durum. Biz CUT olarak işte Filistin yanlısıyız. Ama sendikalarla bir araya gelip seferberlik anlamında bir şey yaptığımız söylenemez. ama Şili’de sendikaların yönetimleri de Filistin yanlısıdır.
Filistinlilerin Şili’deki yaşamlarına dair şöyle konuşuyor Campos: “Mesela Santiago’nun bir bölgesi var Filistinlilerin daha yoğunlukta yaşadığı. Eskiden tekstil fabrikalarının olduğu bir yerdi, ama artık dönüşmüş durumda ve daha tekstil ürünlerinin satıldığı bir merkez oldu. Filistinlilerin yaşadığı o bölgede Komünist Parti çoğunluğu kazandı. Ama öte yanda sağcılar da var, hatta sağa oy veren Filistinliler de var. Ama tabii İsrail saldırıları söz konusu olduğunda sağa oy veren de sola oy veren de seferber oluyor.”