İYİ Parti Ordu için teyakkuzda: Oylar çalındı iddiası
Seçimlere çok az kaldı ve ortada hâlâ bazı vergisel adımlar ve orta-uzun vadede etkili olabilecek bazı gelişmeler dışında kapsamlı bir program/model yok. Bir şeyler saklanmıyorsa, seçim sonrasında da bir mucize olmayacağını görmemiz gerekiyor.
Mayıs seçimleri öncesi ekonomide kabusun son perdesi gibiydi. 2019’dan itibaren uygulanan “Türkiye Ekonomi Modeli” tüm dengeleri alt üst etmiş ve büyük çaplı kriz beklentisi zirve yapmıştı. Buna rağmen ekonomi yönetimi her türlü riski göze alarak ve akla hayale gelmeyecek yöntemler kullanarak seçime kadar kurları kontrol altında tutmuş ve krizin seçim öncesinde patlamasını engellemişti. Seçim bir dönüm noktasıydı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yol ayrımında olduğu açıktı. Durumun vahametinin farkına varıldı ve ülkeye nefes aldırıp zaman kazandıracak bir tercih yapıldı. Seçimleri kazandıran (en azında kaybettirmeyen) Türkiye Ekonomi Modeli terk edildi ve daha konvansiyonel, teknik tabirle “ortodoks” politikalara geçildi.
Başlangıç hızlı, heyecanlı ve bol alkışlı oldu. Seçimden yenik çıkan muhalefet cephesinden bile “Erdoğan bizim dediğimize geldi” mealinde açıklamalar ve yeni ekonomi yönetimine ve politikalara övgüler geliyordu. Çok değil, sekiz ay öncesiydi…
Ekonomi modeli ve yönetimindeki değişimin üzerinden bir sene bile geçmedi ama hava tersine dönmüş durumda. Yine rezervler yakılıyor, enflasyon yine yükseliyor, Türkiye’ye akın etmesi beklenen sıcak para yine Türkiye’den kaçıyor… Bu noktaya nasıl geldik ve beklentiler neden gerçekleşmedi?
Başlangıç noktasında ekonomi yönetiminin attığı adımlar istikrar odaklıydı ve doğru yöndeydi, bunu teslim etmek gerek. Ama ortada eski dönemin büyük yıkımının etkilerini çözecek ve ekonomiyi tekrar rayına oturtacak bir ekonomik model veya program yoktu. Nitekim para politikasında sıkılaştırıcı adımlara diğer alanlardan destek gelmedi ve bir süre sonra tek kanatla uçulmaya çalışıldığı ortaya çıktı. Oysa sorunların sadece faiz artırımı, kısa vadeli dış kaynak temini, rezervlerde toparlanma, kurda istikrar gibi parçalı adımlarla çözülemeyeceği çok açıktı.
Yine de piyasa kurduğu hayallerden hemen vazgeçmedi. “Doğru yoldayız” söylemi “Yerel seçimlerden sonra gerekli adımlar atılacak”a dönüştü. Bu söylemle yine aylar geçirildi ve bugüne geldik.
Artık seçimlere çok az kaldı. Ve ortada hâlâ bazı vergisel adımlar ve orta-uzun vadede etkili olabilecek bazı gelişmeler dışında kapsamlı bir program/model yok. Büyük bir gizlilikle bir şeyler saklanmıyor, bir sürpriz hazırlanmıyorsa seçim sonrasında da bir mucize olmayacağını görmemiz gerekiyor. Üstelik sekiz ay önce rafa kaldırılan Nebati-Kavcıoğlu dönemi uygulamaları (mikro müdahale, bankalara telefonla talimat, rezerv satışı) birer birer raftan indiriliyor…
Ortada ekonominin bütününü kapsayan, 2001’deki Güçlü Ekonomiye Geçiş benzeri bir istikrar programı olmadığı gibi böyle bir programı uygulayabilecek kadro da yok. Eski Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu’nun BDDK Başkanlığı görevine atanması bile başlı başına bir sinyaldi. Bakan yardımcılığı kadrolarına atamalar, Merkez Bankası’nda bir başkan yardımcısı koltuğunun boş bırakılması, ardından Para Politikası Kurulu’na yapılan atamalar Şimşek’in çevresinde güçlü bir kadro oluşturulmayacağının göstergeleriydi.
Topyekûn bir programın ve güçlü bir kadronun yokluğunda bütün yük Mehmet Şimşek’in sırtına yüklenmiş gibiydi. Ama piyasanın yüklediği abartılı anlamların aksine onun da sihirbaz olmadığı açıktı. Şimşek bilinmeyen bir figür değildi, azımsamayacak bir süre Maliye Bakanlığı görevi yapmıştı. Geçmiş bakanlığı döneminde kayda değer, büyük dönüşüm denebilecek herhangi bir uygulamaya imza atmamıştı. Keza Türkiye ekonomisini darboğaza sokan onlarca uygulama hakkında herhangi bir tavır da almamıştı… Şimşek’in hem uluslararası yatırım çevreleri hem de Körfez’deki Arap ülkeleriyle güçlü ilişkileri sayesinde Türkiye’ye kısa sürede büyük bir dış kaynak çekebileceği beklentisine gelince… O da somut gerçeklere dayanmayan abartılı bir beklentiydi.
Artık yüzleşme zamanı: Seçimler sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eski modelde ısrar etmeme kararı ciddi bir ferahlama yarattı ve beraberinde beklentileri yükseltti, temelsiz, abartılı krediler açıldı. Bu havanın etkisiyle normal şartlarda sorgulanması gereken hayati noktalar (kadro, program, uygulama takvimi vs.) görmezden gelindi.
Bugün geldiğimiz noktada gerçeğin acı ve soğuk yüzüyle karşı karşıyayız. Türkiye’nin saplandığı sorunlar birkaç faiz artırımıyla çözülecek kadar sığ değil. Türkiye’nin ekonomik-sosyal düzeni ciddi bir çöküş içinde, isimler veya sınırlı adımlar Türkiye’yi bu kuyudan çıkartmaya yetmez, yetmiyor. İktidarın ortodoks görünümlü yerli-milli unsur eklemeli modellerle olmayacağını anlayarak içinden bir türlü çıkılamayan ekonomik bunalımı çözecek topyekûn bir programı devreye alması gerekiyor. Başka yolu kalmadı.