Minik Narin sanki yer yarıldı, içine girdi
Efes, Troya, Çatalhöyük ya da Göbeklitepe. Türkiye'nin bu tarihi zenginlikleri en çok ziyaret edilen yerlerden. Peki ya Karadeniz'in Efes'i ya da Adana'nın kolezyumu veya Roma'nın en doğudaki sınır? Hazırsanız farklı bir yolculuğa başlıyoruz.
Türkiye’nin dört bir yanındaki antik kentlerde yaz mevsimi olması sebebiyle arkeolojik kazılar sürüyor. Bu çalışmalar bazı antik kentlerde yılın geneline yayılmışken bazısında da periyodik bir şekilde devam ediyor. Eldeki son verilere göre Türkiye’de 180 antik kent var. Bunların büyük bölümünde yerli ya da yabancı kazı başkanlarının koordinasyonunda arkeolojik araştırmalar devam ediyor.
Sadece Türkiye’de değil dünyada da büyük bir popülariteye sahip Efes, Troya veya Çatalhöyük gibi tarihi yerleşimlerin yanı sıra mutlaka görülmesi gereken onlarca antik kent ve höyük bulunuyor. 10Haber olarak Antik Rotalar serimizde bunlardan 10 tanesini sıraladık. Nasıl gidilir? Nereleri görmeli? Civarda neler yenir? Bir hilâl çizeceğimiz rotamıza Karadeniz’den başlıyoruz.
Düzce, Karadeniz’in en görkemli antik kentlerinden birine evsahipliği yapıyor. İstanbul’a 219, Ankara’ya 244 kilometre uzaklıktaki antik kent “Karadeniz’in Efes”i olarak da biliniyor. Günümüzde Sakarya ve Düzce’yi kapsayan antik Bitinya bölgesinin kralı 1. Prusias tarafından kurulan antik kent zaman içerisinde bölgenin en büyük ve gelişmiş yerleşimlerinden biri haline gelir. Milâttan önce 3. yüzyılda yani Helenistik Çağ’da gelişmeye başlayan Prusias ad Hypium’a zaman içerisinde görkemli kamusal yapılar inşa edilir.
Roma döneminde de önemini koruyan Prusias ad Hypium, geniş caddeleri, agorası ve görkemli antik tiyatrosuyla günümüzde ziyaretçilerin dikkatini çekiyor. Bölgede süren kazılarda bugüne kadar başta Büyük İskender olmak üzere ondan sonra yaşamış çok sayıda Roma imparatoruna ait dev heykeller de gün yüzüne çıkarıldı. İstanbul-Ankara otoyoluna yakın bir konumdaki antik yerleşimi iki ilâ üç saat içerisinde gezdikten sonra yol boyunca uzanan lokantalarda kendinizi mükafatlandırabilirsiniz.
Rotamızı Ege’ye çeviriyoruz. Muğla’nın Datça ilçesindeki Knidos antik kenti tarihi görkeminin yanı sıra yüzyılı aşkın bir süredir hüznü de barındırıyor. Bu hüznün sebebi günümüzde Londra’daki British Museum’un girişinde sergilenen dev Knidos aslanı. Bölgeden yasa dışı yollarla yurtdışına çıkarılan dev heykel bu tarihi yerleşimin bir dönem sahip olduğu ihtişamı gösteriyor. Bodrum-Milas Havaalanı’na yaklaşık 100 kilometre ve iki buçuk saat uzaklıktaki antik kente şahsi araçlarıyla ulaşmak isteyenlerin varış noktasına yaklaştıkça daha dikkatli olmaları gerekiyor. Muhteşem manzaranın tadını konforlu bir sürüşle çıkarmak isterken daralan yol ne yazık ki size bu imkânı pek sunmuyor. Yine de Knidos’a varmanın saadetini yaşayacağınıza şüphe yok.
Bölgede Büyük İskender öncesi dönemde hüküm süren Karyalıların önemli yerleşimlerinden biri konumundaki Knidos, Datça ilçe merkezine de yaklaşık 2 kilometre uzaklıkta. İlk olarak Dadacak Burnu’na kurulan antik kent, henüz tespit edilemeyen bir nedenden ötürü milâttan önce 4. yüzyılda bugünkü konumuna taşındı. dünyanın en güzel manzaralı antik tiyatrolarından birine evsahipliği yapan Knidos, Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos’un doğup yaşadığı yer.
İki antik limana sahip Knidos’ta bir zamanlar görkemli bir Afrodit Tapınağı ve ortasında da dev bir Afrodit heykeli bulunuyordu. Tekir Burnu’nun tepesindeki Apollon Tapınağı ise antik yerleşimin bir diğer önemli dini yapısı. Bu akropolün yanı sıra agora ve onun görkemli caddesi stoa, Knidos’un bir zamanlar sahip olduğu şaşa hakkında fikir veriyor. Özellikle günbatımı sahip olduğu muhteşem görüntüsüyle gezmenizi tavsiye edebileceğimiz Knidos’tan ayrıldıktan sonra Datça’daki salaş balıkçılarda bu gezinin mükafatını lezzetli balıklarla tadabilirsiniz.
Denizli Çardak Havaalanı’na 61 kilometre ve yaklaşık 50 dakika uzaklıktaki Laodikeia (Laodikya) antik kenti, tıpkı Knidos gibi Karya dönemine ait bir yerleşim. Denizli merkezine 6 kilometre uzaklıktaki antik kent, Roma döneminde dikkat çekici gelişim göstermişti. Antik dünyanın en büyük tiyatrolarından birine evsahipliği yapan Laodikeia’nın bu görkemli yapısı 20 bin izleyiciyi ağırlayabiliyordu. Bununla beraber antik kente geldiğinizde bir benzerini Patara’da da görebileceğiniz üzere küçük bir tiyatro daha bulunuyor. Küçük tiyatronu da 15 bin kişi kapasiteli olduğunu belirtelim.
Bu iki kamusal alanın yanı sıra Laodikeia bir de kolezyuma evsahipliği yapıyordu. Evet, şu Roma’da olandan. Ancak bu amfitiyatro yapısına Anadolu’da Helenistik dönemin etkisiyle stadion ya da bugünkü şekliyle stadyum deniyordu. 24 oturma sırasına sahip bu yapı, konsül Gargilus Antonius tarafından Roma imparatoru Hadrianus ve eşi Sabrina’ya ithaf edilerek inşa edilmişti. Bu bonkör ithaf için konsüle teşekkür ederiz.
Roma imparatorluğu’nun bu önemli kenti sonrasında Hristiyanlar için de kutsal kabul edilecekti. İncil’de bahsi geçen ve vahiy mektubu gönderilen Anadolu’daki yedi kiliseden biri Laodikeia’da. Bu nedenle antik kent Hristiyan ziyaretçiler nezdinde daha bir önemli. Bu tarihi yapıdan günümüze ne yazık ki sadece bir kaç taşıyıcı sütun ulaşabilmiştir.
Yolculuğumuza Hierapolis ile devam ediyoruz. Pamukkale yolu üzerinden 15 dakikada ulaşabileceğiniz Hierapolis, uzun yıllar boyunca travertenlerin gölgesinde kalmıştı. Ancak bölgedeki arkeolojik kazılarda gün yüzüne çıkarılan tarihi yapıların sayısı arttıkça bölgenin ne denli önemli bir yerleşim olduğu ziyaretçiler tarafından da fark edildi. Frigyalılar döneminde yani en az 2500 yıl öncesinde ana tanrıça Kibele kültünün merkezi konumundaki Hierapolis, coğrafyacı Strabon’a göre bölge Frigler ve Karyalılar arasında bir sınır kenti olma özelliği taşıyordu.
İlk yerleşimlerin 3300 yıl öncesine uzanan Hierapolis, yakınlarında açığa çıkan yeraltı gazları nedeniyle yeraltı dünyasına açılan kapı olarak anılıyordu. Özellikle bölgeye Yunanistan’dan gelen toplulukların yerleşmeye başlamasıyla mevcut Kibele tapınağı, yeraltı tanrı Hades’e adanır. Bugünkü bilinen adını Amazon prensesi Hiera’dan alan kent, Roma döneminde görkemli yapılarla donatılır. Hristiyanlığın hızlı bir şekilde yayıldığı kent Hz. İsa’nın havarilerinden Filip’in öldürüldüğü yer olma özelliği de taşıyor.
En görkemli döneminde 100 bin kişinin yaşadığı kentte 10 bin seyirci kapasiteli bir antik tiyatro inşa edilmişti. Mimari yapısı nedeniyle bir dönem burada gladyatörlerin kanlı dövüşler yaptığını da anlıyoruz. Bununla birlikte gymnasion ve agora gibi yine antik kentlerin olmazsa olmaz yapılarına evsahipliği yapan Hierapolis,’i ziyaretçiler en çok da antik havuzu nedeniyle seviyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki antik kent ziyareti sonrası hem yol üstünde hem de Denizli merkezinde sizi başta kuyu kebabı olmak üzere yoğutlu köfte ve yen böreği gibi yöresel tatlar bekliyor.
Denizli’den Akdeniz’e inmek yerini rotamızı Burdur’a çeviriyoruz. 140 kilometre ve iki saatlik bir yolculuğun ardından bizi dünyanın en güzel antik kentlerinden biri karşılıyor. Antalya merkezine de 110 kilometre uzaklıktaki bu antik yerleşim Psidiyalıların yönetim merkezi konumundaydı. Batı Torosların yamacına kurulan kent, 1707’de Fransız tüccar Paul Lucas tarafından keşfedilse de bölgede arkeolojik kazılar 1990’da baylayabilmişti.
Dünyanın en yüksek rakımlı antik tiyatrolarından birine evsahipliği yapan Sagalassos’taki bu tarihi yapının kapsitesi 10 bindi. Antik Çağ’da bu tip yapıların genelde kent nüfusunun yüzde 10’una ağırlayabilecek şekilde tasarlandığını düşünecek olursak Sagalassos’un en parlak döneminde 100 bin kişilik bir nüfusu barındırdığını söyleyebiliriz. Her biri estetik harikası çeşmeleriyle tanınan antik kentte Antoninler Çeşmesi’nin ayrı bir yeri var. Bölgede yapılan DNA çalışmaları kentte Roma döneminde yaşayan insanların nispeten daha sağlıksız olduğu sonucunu ortaya çıkarıdı. Bu da antik kentin Roma yönetiminden önce daha müreffeh olabileceği sonucunu ortaya çıkarıyor.
Ancak görkemli kamusal yapıları ve pek çok Roma imparatorunun büstüne evsahipliği yapan Sagalassos’un yine de Roma devrinde de önemi yadsınamaz. Antik kentte çıkarılan eserlerin neredeyse tamamı Burdur Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Antik kentten Burdur Arkeoloji Müzesi’ne yaklaşık 50 dakikalık bir yolculukla varmak mümkün. Eh gelmişken bir testi kebabı da yemeden olmaz tabii.
Yolda ilerlerken tam da Bulutsuzluk Özlemi’nden ‘Güneye Giderken’ dinlemelik bir ambiyans söz konusu. Burdur’dan Antalya’nın Kaş ilçesine geçiyoruz. Burası demokrasinin beşiği. Bilinen ilk demokratik birlik olan ve Helenistik Çağ’dan önce bölgede hüküm süren Likya Birliği’nin yönetim merkezi Patara, bir zamanlar dünyanın en zengin şehirlerinden de biriydi. Bunu da kuşkusuz ticaret gücü ve limanına borçluydu. Ancak sert rüzgarların getirdiği kumlarla dolan liman zaman içerisinde kullanılamaz hale gelir. Efes’le aynı kaderi paylaşan Patara, bu doğa felaketi sonrası görkemini yitirmeye başlar.
Hititlerin metinlerinde adı Patar olarak geçen antik kent, meclis binası, odeonu, agorası ve şu sıralar reprodüksiyonu bitirilmek üzzere olan deniz feneriyle görkemli bir mimari mirasa sahip. Fırtınalar sonrası bölgede oluşan kum tepeleri zaman içerisinde bu yapıların üstünü örtesi de bölgede yoğunluk kazanan arkeolojik kazılarda bu mimari eserler gün yüzüne çıkarılıyor.
Pandemi nedeniyle buruk geçen 2020 Patara Yılı ile onurlandırılan antik kent, günümüzün modern demokrasilerine yönetimlse açıdan örnek teşik ediyor. Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte kilise yapısının da inşa edildiği Patara’nın Aziz Nikola’nın doğduğu yer olabilecği düşünülüyor. Ancak bu konuda komşu ilçe Demre sakinleri kendilerinden daha emin görünüyor. Şurası bir gerçek ki bugün Noel Baba figürüyle özdeşleşen Aziz Nikola, Antik Çağ’da Patara ya da Demre’de doğmuş ve yaşamıştı. Bu antik kente gelmişken kum tepelerinden koşturup Akdeniz sularına atlamak sonrasında da Kalkan veya Kaş merkezindeki balıkçılarda karın doyurmak mümkün.
Termessos ya da nam-ı diğer Büyük İskender’in fethedemediği şehir. Torosların eteklerinde sarp kayalıklar üzerine kurulu antik kenti bu doğal yapısı tarihi boyunca istilâlardan korudu. Milâttan önce 333 yılında gerçekleşen bu fetih girişimine karşı koymayı başaran Termessos sakinleri Romalılara pek çok Anadolu kenti gibi pek bir direniş göstermeden kapılarını açacaktı.
Torosları aşıp gelebileceğiniz bu antik kente ulaşım Antalya merkezinden 41 dakikalık bir araba yolculuğuyla gelinebiliyor. Etrafında herhangi bir yerleşimin bulunmadığı antik kente önce karnınızı doyurmanızı tavsiye ederiz. Milli park statüsündeki Termessos’un rakımı 1500.
Anadolu’daki en büyük amfitiyatrolardan birine Adana evsahipliği yapıyor. Türkiye’de bilinen sekiz amfitiyatrodan birine evsahipliği yapan Anavarza’da arkeolojik kazılar devam ediyor.Amfitiyatrosu yani kolezyumuyla dikkat çeken Anavarza’da çıkarılan pek çok eser Adana Arkeoloji Müzesi’nde ziyaretçilerini bekliyor. Kadirli, Ceyhan ve Kozan ilçe sınırlarının kesiştiği yerdeki antik kent Adana merkezineyse 70 kilometre uzaklıkta. Bir süre önce açılan Çukurova Havaalanı’na uzaklıysa 128 kilometre.
Havaalanından yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolculukla ulaşabileceğiniz Anavarza antik kenti, altın çağını Roma döneminde yaşadı. Öyle ki antik kentin daha öncesi hakkındaki bilgiler neredeyse sıfır. Halife Harun Reşid döneminde inşa edilen cami Anadolu için bir ilk anlamına geliyordu. Bu coğrafyada inşa edilen ilk cami olma özelliği taşıyan yapının gün yüzüne çıkarılması için kazılar hız kazanmış durumda. Tarihi caminin temellerine birkaç gün önce ulaşılmıştı.
Agorası, ana caddesi, amfitiyatrosuyla kendinizi zaman içinde bir yolculukta bulabileceğiniz Anavarza ziyaretiniz sonrası yapacağınız şey belli. Türkiye’nin en önemli gastronomi duraklarından Adana’da zileri bekleyen çeşit çeşit kebabın yanı sıra meze ve tatlılar da bulunuyor.
Diyarbakır ile Mardin arasında, Çınar ilçesine yer alan Zerzavan Kalesi ve etrafındaki yapılar şu ara heyecan verici kazılara evsahipliği yapıyor. Asurlular döneminde Kinabu olarak anılan Zerzevan’ın tarihi 2500 yıl öncesine uzanıyor.Diyarbakır Havaalanı’na 42 dakikalık bir uzaklığa sahip Zerzevan, UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne girmek için de gün sayıyor. Kalenin içerisinde bulunan Mithraeum (Mithras Tapınağı), Roma’nın doğu sınırındaki ilk tapınak olma özelliği taşımakta.
Yeraltı sığınakları ve sarnıçlarının yanı sıra Mithas Tapınağı, Romalıların inanç dünyasına dair önemli bilgilere de evsahipliği yapıyor. Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırı konumundaki Zerzevan’da savunma kuleleri, kiliseler, idari bina, cephanelik ve kaya sunağı gibi mimari kalıntılar bulunmakta. Buradaki keşif geziniz sonrası Diyarbakır merkezinde çiğ köfteyle başlayan sonrasında etli yemeklerle zenginleşen menüler sizi bekliyor.
Dara, Roma İmparatorluğu’nun Doğu’daki en uç noktasıydı. Aslında farklı dönemlerde lejyonerler Irak’ın içlerine girse de lojistik sorunlar imparatorluğun Dara’da durması gerektiğini söylüyordu. Büyük bir ordu, komuutanlar ve dolayısıyla da soylularla tüccarlara evsahipliği yapan Dara bu insan gücü sayesinde zenginleşecekti.
Mardin Prof. Dr. Aziz Sancar Havaalanı’na 36 dakika uzaklıktaki Dara antik kentini özellikle gündoğumu ve günbatımında ziyaret etmenizi tavsiye ederiz. Tarihi yapılarda kullanılan kızıl taşlar günün bu anlarında harika fotoğraf kareleri vadediyor. Mardin merkezine 30 kilometre uzaklıktaki antik kent, Romalılar döneminde Anastasiopolis adıyla da anılıyordu. Romalılar döneminde altın çağını yaşayan kent daha öncesinde de tarihi bir savaşa tanıklık etmişti. Makedonya kralı Büyük İskender ve Pers imparato Darius arasındaki bir savaşın yaşandığı Dara, ilise, çarşı, zindan, tophane, mahsen ve su bendi gibi tarihi yapılara sahip.