Atatürk’ün en net görüntüleri ABD’de açık artırmada ortaya çıktı
Kurtuluş Savaşı'nın yol haritası Mustafa Kemal Samsun'a çıkmadan önce İstanbul'da geçirdiği altı aylık süreçte şekillendi. Ama o altı ayın hikayesi genel olarak tarih kitaplarında saklı kaldı. Oysa işgalden kurtuluşa giden yolda o altı ayda yaşananlar belirleyici oldu. İşte o altı ayın hikayesi...
Tarih 14 Mayıs 1919… Mustafa Kemal Paşa iki gün sonra 9. Ordu Müfettişi olarak Galata Rıhtımı’ndan Samsun’a hareket edecektir. Sadrazam Damat Ferit Paşa, Nişantaşı’ndaki evine davet ediyor Mustafa Kemal’i. Yemeğe Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa (Cevat Çobanlı) da davetlidir. Önden büyük bir sessizlik içinde yemek yenir. Sadrazam Damat Ferit Paşa biraz sıkılgan biraz da endişelidir. Yemek sonrası “Biraz konuşalım” der. Mustafa Kemal Paşa ve Cevat Paşa “Emir buyurursunuz” derler.
Ortasında genişçe bir masa bulunan çok dar, fakat hoş bir salona geçerler. Damat Ferit Paşa daha ayaktayken “Bir harita getirsek de müfettiş paşa onun üzerinde izahat verse” der. Hemen Kipert’in atlası getirilir. Anadolu paftası bulunur. Mustafa Kemal Paşa Sadramaz’a bakıp “Hangi koşullarda açıklamaya emir buyruluyor?” der. Sadrazam “Mesela Samsun havalisine ne yapacaksınız?” diye sorar. Mustafa Kemal Paşa ” Yerinde yapacağımız inceleme ile hallederiz. Şimdiden isabetli bir şey söylemekten korkarım” diye cevap verir. Sadrazam Cevat Paşa’ya “Siz ne dersiniz” der. Cevat Paşa da “Öyledir efendim bu gibi işler yerinde hallolunur” diye Mustafa Kemal Paşa’yı destekler. Ama Sadrazam Damat Ferit’in asıl kaygısı başkadır. “Pekala siz bana harita üzerinde nerelere kadar komuta edeceksiniz, gösterir misiniz” diyerek endişesini dile getirir.
Mustafa Kemal, Kipert’in küçük haritasına elini koyarak “İhtimal, şu kadar ufak bir parça” diye bazı vilayetleri gösterir. Cevat Paşa’nın yüzüne bakar. Cevat Paşa “‘Paşa tabii o mıntıkadaki kuvvete kumanda edecek. Zaten nerede kuvvet kaldı ki” Durumun çok da önemli olmadığını anlatmak istermiş gibi, masadan uzaklaşır.
Konaktan çıktıktan sonra, Mustafa Kemal Paşa Cevat Paşa ile kol kola, Teşvikiye’ye doğru ilerlerken Cevat Paşa samimi bir şekilde sorar: “Bir şey mi yapacaksın Kemal?” Mustafa Kemal Paşa da ‘”Evet Paşam, bir şey yapacağım!” der. Cevat Paşa “‘Allah muvaffak etsin!” diye karşılık verir. Mustafa Kemal son sözü ” Mutlaka muvaffak olacağız!” olur.
Kimi tarih kitaplarının sayfaları arasında kalmıştır bu görüşme. Tarihçiler bilir belki ama pek anlatılmaz. Tıpkı Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldiği ve 16 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmadan önce Osmanlı’nın başkentinde geçirdiği o 184 günün hikayesinin tam olarak anlatılmadığı gibi. Oysa bu altı ayda gizlidir Kurtuluş Savaşı’nın yol haritasının nasıl çizildiğinin hikayesi…
Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918’de Adana’dan İstanbul’a trenle gelip Haydarpaşa’ya ayak bastığında, yıllarca cephede çarpıştığı düşmanın 55 gemisi de Boğaz’a giriyordu. Hazin bir manzaraydı. Bu manzara karşısında işte tarihi sözünü söyledi: “Geldikleri gibi giderler…” Peki nasıl gideceklerdi? Büyük bir savaş yaşanmıştı. Osmanlı Ordusu’nun bir neferi olarak pek çok arkadaşı gibi türlü kahramanlıklar göstermişti ama 30 Ekim’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğu’nun yenildiği de tasdiklenmişti. İtilaf Devletleri, bu yenilgiden yararlanarak Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak istiyordu.
O günlerde vatanın kurtuluşu için tekrardan bir Kurtuluş Savaşı verilmesi gerektiğini pek de öngören yoktu. Savaş bitiminde İttihatçılar tasfiye edilince, İttihatçı olmayan başarılı komutanlara alan açılmıştı. Onların çoğu da İstanbul’a çağrılmıştı. Fakat sağlam bir yol haritası çizilemiyordu. Herkesin bir fikri vardı belki. Ama günün sonunda kurşun atarak vatanın savunulacağı fikri kimsenin aklında yoktu. En fenası da İtilaf Devletleri’nin Osmanlı’yı nasıl parçalamak istediklerine dair kimsenin öngörüsü yoktu.
Padişah Vahdettin 21 Aralık 1918’de yeni seçimler yapılmak üzere Meclisi Mebusan’ı feshetmişti. Ayrıca ordu içindeki askerlerin ona fenalık yapacağı kaygısı taşıyordu. Bir kurulup bir yıkılan hükümetler sağlam bir irade koymaktan uzaktı. Siyasi bir kriz içindeydi İstanbul. Bir yandan da tutuklamalar, takipler, baskınlar herkesi tedirgin ediyordu.
Aslında Mustafa Kemal’in İstanbul’a gelirken, Anadolu’ya gitme fikri olmadığını ve İstanbul’daki 184 günde neler yaşandığını Falih Rıfkı Atay’ın ‘Atatürk’ün Bana Anlattıkları’ ve Şevket Süreyya Aydemir’in ‘Tek Adam’ kitaplarından biliyoruz. Paşa İstanbul’a gelirken, aklında kurulacak hükümetlerde Harbiye Nazırı olma isteğinin bulunduğunu anlatıyor. Amacı Mondros ateşkesinden barış antlaşmasına (o zaman Serv’in adı konmamıştı) kadar geçecek süreçte etkin rol almak. Fakat bu emeline ulaşamıyor. Ama ülkenin var olan durumdan nasıl kurtulması gerektiğine dair görüşlerini söylemekten de çekinmiyor. Öyle ki her kesimden kritik insanlarla sürekli görüşmeler yapıyor. Kimi açık kimi gizli.
Kazım Karabekir de görüştüğü isimlerden biri. O, bütün önemli paşaların İstanbul’a çağrılmasından rahatsız aslında. Karabekir’e göre hepsinin İstanbul’a toplanması feci bir durum. Karabekir İsmet Paşa’ya “Hepimizin İstanbul’a toplanması feci, beni getirmemeliydiniz. Yapılacak ilk iş ordularımızın başına gitmektir. Ne yap yap, beni bir kolorduya tayin ettir. Anadolu’da olsun, mümkünse kendi kolorduma. Hepimiz buradan uzaklaşalım. Yoksa günün birinde toptan bir ihanete kurban gidersek her ümit de mahvolur” diyor. (Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz)
24 Şubat’ta da XV. Kolordu Komutanı olarak Erzurum’a atanıyor. Erzurum’a gitmeden önce Mustafa Kemal’le Şişli’deki evinde görüşüyor. Karabekir, Paşa’ya İstanbul’da bir şey yapmanın imkansız olduğunu ve onun da kendisi gibi Anadolu’daki bir ordunun başına geçmesi gerektiğini öneriyor: “İstanbul’da ne siz ve ne de kıymetli arkadaşlar fazla müddet kalmayınız. Başka türlü milli birlik ve milli varlık göstermek imkânı yoktur.” Mustafa Kemal, Karabekir’e, “Bu da bir fikirdir, ahval günden güne size hak verdiriyor” karşılığını veriyor. Kazım Paşa ısrar edince Mustafa Kemal düşünüp ve “İyi olayım (o sırada İspanyol Gribi nedeniyle hasta) size mülaki olmaya çalışırım” diyor.
Zaten sonrasında günden güne yaşanan gelişmeler Karabekir’i haklı çıkarıyor. Mustafa Kemal’in Beşiktaş Akaretler’deki annesi ve kız kardeşinin kaldığı ev de iki kere, sonra taşındığı Şişli’deki evi de bir kere ‘işgal kuvvetlerinin’ askerleri tarafından basılıyor. Akaretlerdeki ev baskınının ilkinde Mustafa Kemal evde. Gelen de İtalyan askerleri. Bu baskını Mustafa Kemal İtalyan mübessilliğini arayarak durduryor. İkinci baskında evde yoktur. Gelenler İngiliz askerleri. Evi dağıtıyorlar. Bu hamleler karşısında Mustafa Kemal’i kaygılandıran, tutuklanması halinde aklındaki ve arkadaşlarıyla paylaştığı kurtuluş planını hayata geçiremeyecek olması. Ki İngilizler tarafından tutuklanabileceği duyumları da kulağına geliyor. Hatta İtalyanlar, Mustafa Kemal’e tutuklanma durumunda kendilerine sığınabileceklerini söylüyor.
Bir yanda ev baskınlarıyla Paşa’ya verilen gözdağı, diğer yandan Mustafa Kemal Paşa’nın Vahdettin’le, nazırlarla yaptığı görüşmelerden istediği neticeyi alamaması, arkadaşlarının tutuklanması… Mustafa Kemal de İstanbul’da bir şey yapılamayacağını anlayıp Anadolu’ya geçme kararı alıyor Yakın arkadaşları Rauf Bey (Orbay), Ali Fuat Bey (Cebesoy) ile de karanını paylaşıyor. Ama Anadolu’ya nasıl geçecek?
Samsun ve çevresinde yaşanan olaylar sonrasında İngilizlerin ihtarı ve Samsun ve çevresini işgal etme tehdidi karşısında Sadrazam Damat Ferit Paşa sıkıntılıdır o günlerde. İşte bu süreç, Mustafa Kemal’e Anadolu’ya gitme fırsatı verir. Peki onun ismi nasıl gündeme gelmiştir. Rauf Orbay’ın hatıralarından okuyalım: “Sadrazam Ferit Paşa hemen Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’i çağırır ve ‘Dahiliye Nazırı olarak bu meseleye nasıl bir çözüm ürettiğini’ sorar. O da ‘Bu iş burada Babıali’de yoluna koyulamaz. Asayişin bozulduğu bölgeye bu davanın hakkından gelebilecek, tecrübeli bir şahsiyeti geniş salahiyetlerle göndermek lazımdır. Mevcut kumandanlar arasında bu vasıflara haiz olarak hatırıma gelen Mustafa Kemal Paşa’dır’ cevabını verir.”
Kısa bir süre sonra Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Mustafa Kemal’e yeni görevini tebliğ eder. Görevle ilgili yetki belgesini Mustafa Kemal’in arkadaşlarından Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım Paşa (Kazım İnanç) düzenler. Bu düzenleme sırasında Mustafa Kemal ile istişare ettiklerini yetki belgesini Mustafa Kemal’in isteği doğrultusunda düzenlediğini onun anılarından öğreniyoruz. Peki Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey neden Mustafa Kemal ismini vermiştir. Paşa’nın İstanbul’dayken tanıştığı ve görüştüğü isimlerden biridir Mehmet Ali Bey.
Padişah Vahdettin ile Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da birçok kez görüşüyorlar. Ki hukukları da eskilere dayanıyor. Vahdettin şehzade iken Almanya seyahatinde kendisine askeri yaver olarak eşlik eden bir isim Mustafa Kemal Paşa. Fakat görüşmelerde Mustafa Kemal Paşa, Vahdettin’in vatanın kurtuluşu için irade koymadığını görüp büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaktır.
Müfettiş olarak atandıktan Samsun’a çıkmadan önceki Vahdettin ile yaptığı görüşme, aslında son görüşmeleridir. Yıldız Sarayı’nda yapılan bu görüşmede Vahdettin o ünlü konuşmasını yapar: “Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa devleti kurtarabilirsin.” Vahdettin’in ne demek istediği Mustafa Kemal Paşa yıllar sonra anlatır. Padişah güvendiği bir paşanın, Samsun ve çevresindeki olayları İngilizleri tedirgin etmeden sakince halledebileceğini umuyordur. Fakat Mustafa Kemal’in aklında başka bir plan vardır.
Mustafa Kemal, Samsun’a ordu müfettişi olarak gönderilecektir, fakat Boğaz’ın kontrolü İngilizlerde olduğu için İngiliz yetkililerden Bandırma Vapuru ve bu vapura binecekler için vize almak gerekmektedir. Bu belgeler düzenlenir ve İngiliz Yüksek Komiserliği’ne gönderilir. Burada, daha sonraları adı ‘işkenceci Bennett’a’ çıkan Yüzbaşı John Godolphin Bennett vardır. Kendisiyle yıllar sonra yapılan bir söyleşide Bennett o günü şöyle anlatıyor: “Vize talebi geldiğinde Mustafa Kemal’i tanıyordum. Yalnız beraberinde götürmek istediği heyet çok kalabalıktı. Üç-dört kişi yerine 35 kişi. Büyük zabitler, albay, tuğgenenal falan. Osmanlı Genelkurmay’ının en mühim isimleri gidiyordu. Bunun bir müfettişlik için çok olduğunu hissettim ve mesuliyetimin üzerinde olduğunu gördüm. Dosyayla Şişli’deki kumandanlığa gittim. İngiliz Başkomiserliği’ne Rumbolt’ta telefon ettiler. Bana ‘Mustafa Kemal gitsin ne lazımsa yapsın. Padişah onlara itimat ediyor. Vizeyi verin’ dediler.”
Mustafa Kemal, Samsun’a doğru yola çıkacakken kendisine İngilizlerin vapuru batıracakları haberi geliyor. Sonrasını kendi ağzından dinleyelim: “Bandırma vapuru Galata Rıhtım’ında hazır. Karargahımızdan olanlar muayyen saatte rıhtımda olacaklardı. Evdeki vedaları bitirmiştim. Tam o sırada gelerek beni büroma götüren bir dostum, aldığı bir habere göre benim ya hareketime müsaade edilmeyeceğini, yahut vapurun Karadeniz’de batırılacağını söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Bir an yalnız kaldım ve düşündüm. Benim için yakalanmak, hapsolmak, düşündüklerimi yapmaktan menedilmek, hepsi ölmekle müsavi idi. Hemen otomobile atlayarak Galata rıhtımına geldim. Rıhtıma yanaşmış olacağını sandığım vapur, uzaklardadır. Sandallarla vapura gittik. Kaptana yola çıkmak için emir verdimse de Kızkulesi açıklarında muayeneye tabi tutulduk. Muayene uzayıp gitti. Kaptana hareket hazırlıklarını çabuklaştırmasını söyledim. Hareket ettik. Karadeniz boğazından çıkarken, kaptana tehlikeli ihtimalleri anlattım. Cevap verdi: ‘Ne aksi, bu denizi pek iyi tanımam, pusulamız da biraz bozuk…’ Mümkün olduğu kadar kıyıları takip etmesini tavsiye ettim. Çünkü bundan sonra benim tek istediğim, Anadolu’nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibaretti.”
İşte 16 Mayıs’ta Galata Rıhtımı’ndan başlayan yolculuk sonrası 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya ayak basıyor. Böylece Kurtuluş Savaşı başlıyor.
20 Aralık 2024 - Ormanda yeni bir lider doğuyor, şımarık oğlan dersini alıyor!
13 Aralık 2024 - Yılın en iyilerinden ‘Hemme…’: Öfke ruhu kemirir!
6 Aralık 2024 - Babaların kızları için yaptığı yolculuk hiç biter mi!
5 Aralık 2024 - Keşanlı Ali 60 yaşında mikrofonlarımız Haldun Taner’de