Bayram gelir hoş gelir: Bir kahvenin 100 yıllık hafızası var

Bugün bayram. Bayramlaşma ritüeli kahvesiz olmaz. Bir fincan kahvenin 40 yıl hatıra var denir ama bir de mazisi var. ALFA Yayınları'ndan yeni çıkan '100 Sene 100 Nesne' kitabından bayramların vazgeçilmez nesnelerinin mazisinin peşine düştük.

Kültür Sanat 10 Nisan 2024
Bu haber 4 hafta önce yayınlandı

Günlük hayatımıza yerleşmiş bu nesneler hakkında ne biliyoruz, onları ve bugünkü hallerine geliş yolculukları hakkında bilmediğimiz neler var? Bu soruların cevabı, Bediz Yılmaz ve Esin Gülsen’in derlediği, ALFA Yayınları’nın 4500. kitabı olarak okuyucularla buluşan ‘100 Sene 100 Nesne’yle cevaplanıyor.

Projenin mazisi eski. Çalışmanın kapsamı ve içeriği, 2 seneyi bulan bir süreçte kolektif atölyelerle şekillenmiş.2021 yılında başlayan bu proje, kolektif atölye çalışmalarının bir ürünü.

Türkiye’nin 100 yıllık yakın tarihine ve bu tarihi oluşturan nesnelerin Cumhuriyet öncesi kırılma noktalarına yakından bakmak isteyenlere aradığını verecek bu çalışma, arşiv materyallerinden kitaplara, nadir rastlanan fotoğraflardan açık kaynak metinlere dek pek çok unsuru bir araya getiriyor. Biz de bayram denilince akla gelen nesneleri, kitaptan bir araya getirdik; nesnelerin 100 yıllık tarihiyle hafıza labirentinde ufak bir gezintiye çıktık.

Yaygınlaşan şerbetli, lokumlu kahve sunumlarınından. “La Foule – Ankara” [Blog Gönderisi] Oburcan ile Gastronomik Seyahat (26.03.2013) /

Kahve

Bir kahvenin sadesi, ortası, şekerlisi bazen falı ve  40 yıl hatrı vardır bilirsiniz. Sadece bayram ziyaretlerinin değil, günlük hayatın da olmazsa olmazı kahve. Bi’ mola bahanesi, buluşma vesilesi… Gülnur Elçik, 15. ve 17. yüzyıllarda “Osmanlı şarabı” olarak tanımlanan kahvenin Türkiye toplumunda nasıl algılandığını, bugüne gelişini ve kahvenin sosyal hayatta nasıl bir bir araya gelme kültürü yarattığını anlatıyor.

Dikkat çekici bir bölümü olduğu gibi aktaralım: “En çok marka kahve tüketenlerin kadınlar, gençler, öğrenciler ve 4501 TL ve üzeri gelire sahip olanlar; en çok Türk kahvesi tüketenlerin ise erkekler, 45 yaş üstü, esnaflar ve 1500 TL ya da daha az gelire sahip olanlar.” Yani kahvenin kırk yıl hatrı olsa da bu hatrı, kimin nasıl tercih ettiği de farklı.

Bu arada kahveli filmler ve şarkı önerileri de tam bayramlık. Eğer bayram ziyaretinde değil de evde kendi başınıza kahve yapıp içiyorsanız, Elçik’in yazısına eşlik edecek istediğiniz türde bir kahveyle, belki bu önerilere de göz atarsınız.

Almanya’ya giden işçilerden birisi bavulunun üzerinde beklerken, 1965. Kaynak: Katja Iken, “Türkische Gastarbeiter: Von Istanbul in den Ruhrpott” Spiegel [Çevrimiçi Edisyon]

Bavul

Bayramda aile ziyaretine gidenlerden misiniz yoksa fırsat bu fırsat deyip dokuz günü tatilde değerlendirenlerden mi? Cevaplar muhtelif ama ortak bir noktası var. Nereye gidiyorsanız gidin, bavul hazırladınız. Meltem Gürle tahta bavullardan, bavul ticaretine, bavulların sırt çantasına dönüşümüne uzanan bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Ve görüyoruz ki bavullar her zaman hayali kurulan yolcuklarda, güle oynaya hazırlanmıyor.

Örneğin 60’lı yıllarda o meşhur tahta bavullar, yerini mukavva bavullara bırakıyor. En azından İstanbul’dan gitmek zorunda kalanların elindeydi bu kullanışsız bavul türü. 1964 yılında İstanbul’da yaşayan Yunan uyruklu nüfusun bir kısmı, dönemin Kıbrıs politikasının bir parçası olarak şehri terk etmek zorunda bırakıldığında, gidenlerin bazılarının elinde bu bavullardan varmış. “Binlerce insanın birdenbire ve tesadüfen aynı günlerde, 20 kilo ve 20 dolar ile yaşamlarını terk etmeye özgür iradeleri ile karar vermeye sebep olacak bir akıl tutulmasına kapıldıklarına kim inanır bilinmez” diye yazmıştı Rita Ender mukavva bavullara sığan o 20 kilonun hikayesini. Bavullu filmler, kitaplar ve daha fazlasını; bavulun 100 yıllık tarihini merak edenleri şöyle alalım.

 

Şeker

Bayramın bir başka olmazsa olmazı. Çocuklar kapıyı çalıp toplayacak, kendi aralarında en iyisini seçecekler. Şeker, bu bayramda da her ziyarette uzatılacak. Mazisi en eski nesnelerden biri şeker. M.Ö. ilk bin yılın ortalarından itibaren Hindistan’dan dünyaya yayıldığı söyleniyor. Yalnızca bitkiden ürüne dönüşen bir nesne değil şeker. Bir ülkenin kalkınmasından tutun da farklı kültürde farklı sembolik anlamlara kadar uzanıyor yolculuğu.

Türkiye özelinde de durum böyle. Cumhuriyet’in ilk yıllarında açılan şeker fabrikaları ekonomik kalkınmasının temelini oluşturmuştu. Bunun yanı sıra başlı başına bir kültürdür. Her ne kadar uzak durulması gerekilen üç beyazdan biri olsa da mutfağın demirbaşıdır, atasözlerine bile yansır. Şekerin geçmişine yolculuğa çıkaran Fatma Genç de kitabın bu bölümünde şekerin Endüstriyel bir ürün olarak şekerin Türkiye coğrafyasındaki yolculuğunu ele alıyor. Ve pek tabii bir klişeye değinmeyi de unutmuyor: “Şeker, kadim ritüellerin peşinde bir bayrama adını verir, Ramazan mı şeker mi diye adeta meydan kavgasına dönüşen isim tartışmalarının da odağında yer alır.”

Şeker tadında bir şeker bayramında; şekerin de hikayesini merak edenler buyursunlar.

Ankara civarında bir piknik sofrasının başında aile, 1930’lar. Kaynak: Milli Kütüphane, Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu / 1994 FOTO ALBÜM 265.

Sofra

Özel günlerin ve pek tabii bayramların en sevilen ritüeli: kocaman kocaman sofralarda toplanmak. O sofralar da araları açık akrabalar bir araya gelir, olmayanlar anılır, en lezzetli yemekler özenle sunulur (tabii ki misafir setiyle!) ve ne olursa olsun şen kahkahalar yükselir. İşte sofra budur. Her ne kadar yemek ve içmekle ilişkili olsa da bir araya getirici yönü ona kültürel ve ideolojik anlamlar da yükler.

Bu bölümde de elbette sinemada, edebiyatta ve siyasette sofranın temsiline değiniliyor. Edebiyat ve sinema sofaları geleneksel-modern bir yandan da zengin-yoksul ayrımını nasıl simgelediği anlatılırken; siyasetçilerin bir araya geldiği sofraların sembolik anlamları da ele alınıyor. Gittikleri yoksul ailelerin evinde mutlaka yer sofrasında oturan siyasetçiler diyelim, hemen zihninizde birkaç görüntü canlanacaktır.

Az önce her ne kadar neşeli ve ne olursa olsun bir araya getiren sofralara değinsek de ülkenin haline bakınca, sofra bölümünün yazarı Tülin Ural’a hak vermemek imkansız. Yazısını şu sözlerle bitiriyor Ural: Neticede bir türlü barışamadık, bir türlü bereketli bir yeryüzü sofrasının etrafında toplanamadık esasen. Biz ne zaman denesek, birileri o sofraları hep dağıttı…”

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Boğaziçi Köprüsü’nün yapım çalışmalarını incelerken, 1973. Kaynak: T. C. Cumhurbaşkanlığı İnternet Sitesi / Foto Galeri

Yol

Bayram vesilesiyle yollara düşmüş de olabilirsiniz, gözü yolda olanlardan da. En temel anlamıyla iki farklı noktayı birbirine bağlayan bir hat olarak tanımlansa da yolun getirdiği birçok anlam var. Kenti ve toplumsal ilişkileri, çelişkileri politik olarak kavrama nesnesi, bu bakımdan politik bilinci oluşturan, etkileyen canlı bir öge. Kimi zaman bir mücadelenin en büyük metaforu, çoğu zaman günümüz siyasetçilerinin en büyük kozu. Ama herkes sonunda bir ışık görmek istiyor yürüdüğü yolda. Bakın ilgili bölümün yazarı Deniz Kimyon nasıl anlatmış yolu:

“Değişim ve keşfetme sürecinin atmosferi. İnsanları bir araya getiren, politik bir mücadele alanı. Gündelik hayatta türlü amaçlarla kullanılan ve yeniden tanımlanan hareketlilikler zemini olan yol, yapımı ve dönüşümü ile her daim siyasetin ve tartışmanın konusu. Bir yatırım ve hizmet sunumu olarak hiç eskimeyen bir siyasi vaat. Sermayenin farklı ihtiyaçları ve dinamikleri gözetilerek belirlenen metalaşma sürecinin bir boyutu, önemli bir meta üretim alanı. Homojenleştirme ve/ya heterojenleştirme aracı. Belirlediği ayrımlar ve sınırlar ile bir denetim aygıtı.”

Eğer yollarda olacaksanız ya da birinin yolunu gözlüyorsanız, bir de bu gözle bakın deriz.

100 Sene 100 Nesne, Alfa Yayınları, 2024.

📌‘100 Sene 100 Nesne Ansiklopedisi’ni sesli dinlemek de mümkün.

📌100 nesnenin tamanını merak edenler, internet sitesini incelemek isterseniz buyrun, o da burada.

 

Işıl Aydın: Oysa yazmak da neymiş yaşarım diye yola çıkmıştımIşıl Aydın: Oysa yazmak da neymiş yaşarım diye yola çıkmıştım

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.