Boğaz’ın ortasında ‘Göz Alabildiğine İstanbul’
Bazen bir kabus bazen bir rüya... Ama her şeye rağmen "dünyanın en tuhaf ve güzel yeri" İstanbul. Meşher, 'Göz Alabildiğine İstanbul' sergisiyle izleyicileri 500 yıllık bir zaman yolculuğuna çıkarıyor, İstanbul’un siluetine bir uçtan bir uca bakmaya davet ediyor.
“Şehre yaklaştığımız sırada, suyun içinden yükselen kar beyazı kubbe ve minareler öyle harika bir etki yaratıyor ki insan şaşırıyor; bu kadar tuhaf ve güzel bir yer olamaz.”
Sanatçı Edward Lear, 1848’de kardeşi Ann Lear’a bu sözlerle anlatıyor İstanbul’u. Her ne kadar İstanbul’un yıllar içindeki değişimini çok da sevmeyerek izlesek de yüzyıllardır değişmeyen tek bir şey var: “Bu kadar tuhaf ve güzel bir yer olamaz.”
Tepeleri, kuleleri, incisi boğazı ile dünyanın en büyüleyici şehirlerinden biri İstanbul. Şiirlere, şarkılara, romanlara, resimlere konu oldu, olmaya devam ediyor. Meşher de ‘Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar’ isimli yeni sergisiyle İstanbul’un panoramik ve geniş açılı şehir temsillerini bir araya getiriyor. Küratörlüğünü Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı üstlendiği sergi, İstanbul’a kimi zaman bir tepeden ya da kuleden geniş açıyla bakan eserlerin ağırlıkta olduğu, Ömer Koç Koleksiyonu’nda yer alan çeşitli eserlerden oluşuyor. Sergi, İstanbul’un Osmanlı payitahtı olduğu, 15. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreğine uzanan bir zaman yolculuğuna çıkarıyor ziyaretçileri.
Meşher’in üç katına yayılan sergide, bir kısmı ilk defa İstanbul’da sergilenen panoramik ve geniş açılı şehir temsillerinin yanı sıra gravürlerden nadir kitaplara, yağlıboya tablolardan fotoğraflara 100’ün üzerinde eser yer alıyor. İngiliz ressam Henry Aston Barker’ın 1799 yılında Galata Kulesi’nin tepesinden çizdiği eskizlere dayanarak oluşturduğu İstanbul Panoraması, elçilik sekreteri olarak İstanbul’da bulunan Philipp Franz von Gudenus’un 1741’de İsveç Elçiliği’nin çatısından yaptığı çizime ait gravür, Joseph Schranz’ın Karadeniz’den Marmara Denizi’ne Boğaz panoraması eserlerden birkaçı… Ayrıca bilinen en eski 360 derecelik panoramik İstanbul fotoğraflarını çeken sanatçı olarak tarihe geçen James Robertson’ın Bayezid Kulesi’nden çektiği Mayıs 1854 tarihli fotoğrafın sanatçının imzasını taşıyan ithaflı albümünü görmek mümkün.
Sergide yer alan eserler, gemi kaptanından seyyahlara, askerlerden elçilere, yazar, ressam ve fotoğrafçılardan mimar ve şehir plancılarına kadar Batılılar tarafından bazen politik veya askeri bazen estetik amaçlarla üretilen eserlerde farklı tekniklerle öne çıkıyor. Bu yönüyle bazı eserlerin aynı zamanda bir belgeleme görevini üstlendiğini söylemek de mümkün. Serginin duvarları ise eserlerle konuşuyor. Yapıldıkları dönemin diplomatik ilişkilerine, şehrin geçirdiği dönüşümlere, çokkültürlü yapısına ve sosyal yaşamına ait izler bulunduran eserlere, yazılı kaynaklardan alıntılar eşlik ediyor. Bu alıntılar Batılı eser sahiplerinin bakış açısı ile 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıl Osmanlı/Türk edebiyatından sanatsal üretimler arasında bir diyalog imkânı yaratıyor.
‘Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar’ kronolojik ya da eserlerin malzeme ve teknikleri üzerinde düzenlenmiş bir sergi değil. Belki de en ilgi çekici yönü de bu. “Ön plana çıkan tema ve hikâyeler birbirinden keskin sınırlarla ayrılmıyor, aksine birbirlerini besleyip tamamlıyorlar. Yapıtları dönem ve tekniklerine göre değerlendirmek yerine aralarında kurdukları ilişkileri ortaya çıkarmanın, bu çok katmanlı şehri anlama çabasına katkı sunacağına inanıyoruz” diyerek açıklıyor bu durumu küratörler.
Sergiyi gezerken Batılı sanatçılar neden özellikle panoramik ve geniş açılı şehir temsilleri çalışmayı tercih etmiş, neden İstanbul’a uzaktan bakmışlar sorusu düşüyor akla. İstanbul’un engebeli ve tepeli yapısı nedeniyle buna çok uygun olduğunu söylüyor küratörler. Etkileyici manzaralar en çok da gelen yabancıları çok etkiliyor. Bir diğer sebebi ise her daim merak uyandıran İstanbul’u tüm ayrıntılarıyla görmek, olabilecek en geniş şekilde kayda geçirmek olabilir diye yorumluyorlar.
Sergide 100’ün üzerinde eser yer alıyor lakin yalnızca üçü kadın sanatçıların ellerinden çıkmış. Zira o dönemde surların ya da kulelerin tepelerine çıkmak, tüm gün resmetmek için sokakta kalmak o dönemin kadınları için çok da mümkün değil. Kadın sanatçılar ya eşleriyle ya da ailelerinden herhangi biriyle seyahat edebiliyor. 18. yüzyılda yaşamış, çoğunlukla İstanbul manzaraları resmetmiş ressam Clara Barthold Mayer de bu isimlerden biri. Tam karşısında ise birbiriyle benzerlik gösteren eserler ürettiği eşi Luigi Mayer’in bir eseri var zaten. Küratörler Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı özellikle bu nedenle kadın sanatçıların eserlerinin peşinden koşmuş, sergide mutlaka yer vermek istemiş.
Bu bir İstanbul güzellemesi değildir
Satıcı ve Çetin, Ömer Koç Koleksiyonu’nda yer alan çeşitli eserlerden derlenen serginin bir İstanbul güzellemesi olmadığını vurguluyor. Sergilenen eserler, ve sergiyi destekleyen duvar yazılarında da bu yaklaşımın olduğu görülüyor. Zira İstanbul hem kabus hem bir rüya. Zaten tüm büyüsü de bundan.
Bugünlerde yolunuzu İstiklal’e düşürme konusunda tereddütleriniz varsa, bir kenara bırakmak için iyi bir neden veriyor Meşher: İstanbul’a geniş açıdan, belki bir tepeden ya da kuleden 500 yıllık bir bakış atmak; ne kadar tuhaf ama her şeye rağmen bir o kadar da güzel olduğunu hatırlamak.
‘Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar’ 26 Mayıs 2024 tarihine kadar ziyaret edilebilir. Meşher, İstiklal Caddesi’nde 211 numaralı bina.