Cem Karaca beyazperdede göründü
Yedi filmlik vizyon haftasında çeşit çok. Haftanın iddialısı 'Örümcek-Adam: Örümcek Evrenine Geçiş', Salvador Dali 'Dali Diyarı' ile huzurlarınızda. Robert De Niro'lu 'Eyvah Babam' eğlenceli bir seyirlik. Dardenne Kardeşler'in 'Tori ve Lokita' bağımsız sinemadan bir seçenek.
Örümcek Adam kaç kuşak büyüttü! Adeta babadan oğula geçen bir miras haline geldi. Sinemada aynı hikayenin üç farklı versiyonu izledik. İzlemeye de devam ediyoruz. Ama 2018’de ‘Örümcek-Adam: Örümcek Evreninde’ animasyonu ile yönetmenler Peter Ramsey, Bob Persichetti, Rodney Rothman farklı bir şey yaptılar.
Senaristler Phil Lord ve Rodney Rothman bildik hikayeyi anlatırken, işte adamımımızı bir örümcek ısırır o da süper kahramana dönüşür, bir yandan Örümcek Adam’ın ‘beyazlığına’ son verdiler, diğer yandan farklı evrenlerdeki Örümcek Adam’ları bir araya getirdiler. Yönetmen üçlümüz ise çizginin gücünü de ziyadesiyle kullanıp Örümcek Adam külliyatında yeni bir sayfa açtılar.
Açıkçası farklı kuşakları aynı anda kucaklayan bir film vardı karşımızda. Epey de sevildi bu Örümcek Adam’ın bu hali. Nihayetinde kahramanımıza insani haklarını teslim edip süper olmakla ilgili sorumluluğunu hatırlatıyordu.
Maceranın ikinci halkası ‘Örümcek-Adam: Örümcek-Evrenine Geçiş /Spider–Man: Across the Spider–Verse’ filminde öncelikle hem senarist ekibi hem de yönetmen ekibi değişmiş durumda. Senarist ekipten Phil Lord sabit kalsa da yanına Christopher Miller ve Dave Callaham’ı almış. Yönetmen üçlümüz de Joaquim Dos Santos, Kemp Powers, Justin K. Thompson olmuş.
Bu değişiklik ikinci serinin tasarımına derinden sirayet ediyor. Hatırlanırsa ilk filmde çoklu evren dünyasına seyirci dahil edilmiş, farklı boyutlardaki Örümcek Adamlar bir araya getirilmişti. İkinci filmde ise sinemanın son gözde temalarından biri haline gelen çoklu evren dünyasında güya daha da derinlere dalıyoruz. Anlıyoruz ki ilk film mevzuya giriş niteliğindeymiş. Gelişme bölümünü ikinci filme saklamışlar. Gelişmeden kasıt da her şeyin arapsaçına dönmesi… Hal böyle olunca çoklu evren dünyasında kafalarımız karışıyor ama kafası karışan sadece biz değiliz en yeni örümcek adamımız Miles Moreles’in kendisi de bir karmaşanın ve karışıklığın içinde buluyor kendini.
Brooklyn Örümcek Adamı’mız Miles Moreles çoklu evrende bir sürü örümcek insanla tanışıyor. Lakin bu çoklu evren bir tuhaf bir yer. Her eyleminiz başka bir boyutta başka bir sonuca neden olabiliyor. Yani her hareket, aslında çok bilinmeyenli bir denklemi çözmekle eşdeğer. Kahraman ne yapar, mücadele eder, fedakarlık yapar, sorumluluk alır, sorunu öyle ya da böyle çözer.
Fakat çoklu evrende kahraman olmak zor işte. Miles Moreles zeki biri. Ama senarist ekip anlaşılan bu tekli evrendeki kahramana olan yaklaşımı değiştirmek istiyor. İşte bu durum bizim gibi örümcek adamın da kafası karışıyor. Tamam görevini yerine getirecek ama nasıl? Hangi eylemin ne sonuç doğuracağı konusunda düşünmek onu sürekli tedirgin ediyor. Sürekli bir hesap hali, tedirgin olma durumu…
Can sıkıcı olan şu. Özünde bir büyüme hikayesi Örümcek Adam, biraz eğlenceli büyüme hikayesi ama nihayetinde dönüp dolaşıp kendi gerçekliği ile yüzleşir kahramanımız. Bu çoklu evren meselesinde işte kendi gerçekliği ile yüzleşme bir türlü olamıyor. Bunlar filmin hikayesi daha doğrusu senaryosuna ilişkin eleştiriler. Naçizane fazla bir anlam yükleme hali…
Ama animasyon tasarımı görkemli ve yenilikçi. Yani Örümcek Adam’ın bir çizgi roman kahramanı olduğunun ziyadesiyle farkında olan bir anlayışla kotarılıyor. Bu konuda yeni yönetmen kadrosu ilk filmin misyonunu sürdürüyor. Filmin seyirlik keyfi artıyor. Fakat kötü senaryodan iyi film çıkmaz kuralını aşamıyor nihayetinde film. Keşke bu serüven tek filmlik bir macera olarak kalsaymış dedirtiyor içten içe…
Yönetmen Luc Dardenne ve Jean-Pierre Dardenne’nin filmlerini takip edenler bilir, onlar sinemalarıyla Avrupa’nın vicdanı olan sinemacılardır. Bu sefer mültecilere çeviriyorlar kameralarını. ‘Toki ve Lokita’da Afrika’dan Belçika’ya tek başlarına seyahat eden küçük bir çocuk ve genç bir kızın yenilmez dostluklarını, sürgünlerini anlatıyorlar, insani bir perspektiften. Pablo Schils, Mbundu Joely, Alban Ukaj’ın rola aldığı, geçen yıl Cannes Film Festivali’nde 75. Yıldönümü Ödülü’nü kazanan film biraz gecikmeli olarak sinemalarımıza gelse de kaçırmayın derim.
Robert Rodriguez’in yönettiği, Ben Affleck, Alice Braga, JD Pardo’nun rol aldığı ‘Hypnotic: Zihin Avı’ bir polisin kızını bulmak için verdiği mücadeleyi konu alan bir polisiye gerilim. Dedektif Danny Rourke, küçük kızı Minnie kaybolduktan sonra onu bir daha bulamamış ve eşiyle de ayrılmışlardır.
Öfkesini ve kızını bulma umudunu hiç kaybetmeyen Danny, görev başındayken bir banka soygunu haberini alır. Bankaya hırsızlardan önce ulaşmayı başaran Danny, kasada kızı Minnie’nin fotoğrafını bulur ve kızını bulmak için elindeki tek ipucunun peşinden gider. Ancak karşısına insanların zihinlerine yön verip tüm algısını yönetebilen hipnotikler çıkar. Onlara karşı bir savaş başlatan Danny, kızını kurtarmak için hipnotikleri yenebilecek midir?
‘Amerikan Sapığı’nın yönetmeni olarak biliyoruz Mary Harron’ı. Sonradan çok film ve dizi çekti ama bu filmle anıldı hep. ‘Dali Diyarı /
Daliland’ filminde resim tarihinin en popüler ressamlarından Salvador Dali’nin hayatına odaklanıyor. Filmde artık yaşlanmakta olan Salvador Dalí’nin New York’ta açmaya hazırlandığı sergi süreci, sanatçıya yardımcı olan genç asistanının gözünden anlatılıyor. 1973’teki sergi öncesinde yaşananlar da Dali’nin portresi de filmde kendine yer buluyor. Ben Kingsley, Barbara Sukowa, Ezra Miller’ın rol aldığı film, sanat tarihine meraklı izleyiciler için iyi bir seçenek.
İki hafta sonra Babalar Günü. Ama sinemada en kıdemli babalardan Robert De Niro’nun başrolde olduğu ‘Eyvah Babam’ filmiyle kutlamalar başladı. Laura Terruso’nun yönettiği Robert De Niro ile birlikte Kim Cattrall, Leslie Bibb’in rol aldığı film İtalyan göçmen babasını nişanlısıyla tanıştırmak üzere bir yolculuğa çıkan Sebastian ile babası Salvo’nun bu yol sürecinde yaşadıklarını anlatıyor.
İki farklı ailenin bir araya gelmesiyle yaşanan komik olaylara sırtını dayayan filmde, Robert De Niro, eski kafalı İtalyan göçmen babayı canlandırıyor. Tabii ki Sebastian’ın babasıyla nişanlısını tanıştırması sonrası olayla hiç de onun istediği gibi gelişmiyor. Çünkü babamız biraz huysuz.
Stephen King’in kısa öyküsünden uyarlanan ‘The Boogeyman’ yönetmen Rob Savage imzasını taşıyor. İki kız kardeşin annelerini kaybetmeleri sonrası yaşadıklarını anlatıyor film.
16 yaşındaki Sadie ve 10 yaşındaki kız kardeşi Sawyer, annelerinin trajik ölümünün şokunu yaşamaktadırlar. Babaları Will Harper kızları için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmakta ancak onlarla duygusal ve psikolojik düzeyde bağ kurma konusunda tökezlemektedir. Başarılı bir ev terapisti olan Will’in kızlarına açılamaması ve annelerinin yıkıcı kaybı hakkında konuşamaması, zaten parçalanmış olan ailenin işini daha da zorlaştırır.
Lester Billings adındaki gizemli yeni bir hasta, çocuklarının ölümünden duyduğu üzüntüden kurtulmak için beklenmedik bir şekilde evlerine geldiğinde, ardında gölgelerde yaşayan ve kurbanlarının acılarıyla beslenen şeytani bir varlık bırakır. Sadie ve Sawyer, bu doğaüstü varlığın evlerinde ortaya çıkmasıyla bir dizi korkunç olaya maruz kalırlar ve babaları Will’in de onlara inanacak durumda olmaması, aileyi sonsuza dek yok etmekle tehdit eder.
Vizyona girse de 6 Şubat depremleri nedeniyle çok izlenemeyen Mahsun Kırmızıgül’ün ‘Prestij Meselesi’ filmi ikinci vizyonuyla karşımızda. Mahsun Kırmızıgül, Onur Gözeten, Ali Erkin, Erkan Petekkaya, Biran Damla Yılmaz, Erdal Özyağcılar, Engin Hepileri Eser Yenenler’in rol aldığı film, 1991 yılında kurulan ve özellikle 90’lı yıllar boyunca ülke müziğine birçok önemli ismi kazandıran Prestij Müzik ile yolları kesişen Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz ve Haluk Levent’in, müzik yapımcısı Hilmi Topaloğlu ile birlikte çıktıkları ve yıldızlığa uzanan yolculuklarını anlatıyor.