Madrid’deki dev maç berabere, tur Manchester’a kaldı
George Frideric Handel hem Almanların hem İngilizlerin ortak gurur kaynağı. Ancak onu başkaları da sahipleniyor. Örneğin futbolseverler ve sinefiller. 23 Şubat 1685'te doğan besteci eserleriyle geride büyük bir miras bıraktı.
Bir Stanley Kubrick filmleri tutkunuyla bir futbol izleyicisinin ne gibi ortak noktası olabilir? Peki ya İngiliz Kraliyet ailesinin? Peki ya ‘Barry Lyndon’, ‘Şampiyonlar Ligi Marşı’ ve ‘Zadok the Priest’ desem? Tüm bu ortak noktaların da bir ortak noktası var. O da Georg Friedrich Händel ya da İngilizleştirilmiş adıyla George Frideric Handel. 23 Şubat 1685’te bugünkü Almanya’nın Halle kentinde dünyaya gelen besteci geride bıraktığı eserlerle yüzyıllar sonra dahi popüler kültürün içinde yer almayı başarmış biri.
17. yüzyılda henüz birleşmekten çok uzakta olan ve adından başka hiçbir şeyi olmayan Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’na bağlı Magdeburg Düklüğü’nde dünyaya gelen Handel dükün hem doktorluğunu, hem de berberliğini yapan bir babayla ev kadını bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi. Böyle olunca da iyi bir eğitim alması çok zor olmadı. Ancak babası müzisyen olmasına karşıydı. Oğlunun almasını istediği eğitim onu saray bürokrasisine taşıyacak nitelikteydi daha çok. İddialara göre babası eve enstrüman sokmasını dahi yasaklayacak derecede bu işe karşıydı. Belli ki müziği boş bir uğraşı olarak görmekteydi. Ancak yetenek abidesi oğlunun azmi onun bu inadını bir yerde yumuşatacaktı.
Johann Sebastian Bach ile aynı yıl doğan besteci Bach’ın aksine yaşadığı dönemde de hem toplumda, hem saray ortamında saygınlık görmüştü. Bu hem şansı hem de yeteneğinin karşılığıydı. Onun müziğe olan aşk ve yeteneğini ilk fark eden babası aracılığıyla tanıştığı Dük Johann Adolf oldu. Ergenlik yıllarında kilisede org çalmaya başlayan Handel hocası Wilhelm Zachow’dan iyi bir müzik eğitimi aldı. En büyük şansıysa barok müziğin inceliklerini öğrenmenin yanı sıra yenilikleri de takip edebilmekti.
12 yaşında babasını kaybeden Handel belki de ona verdiği söze uyup üniversite eğitkimi bile aldı. Üstelik hukuk okudu. Bu o dönemin müzisyenler arasında pek karşılaşacağımız bir profil değildi. Zira iyi müzisyen olmanın yolu kilisede ustalardan ders alıp pişmekti. Liberal hocalardan eğitim alan müzisyen kaçınılmaz olarak da bu fikirlerden etkilendi. Üstelik bahsettiğimiz dönem hep Ortaçağ’a mal edilen ama aslında cadı avlarının gerçekten yaşandığı 17. yüzyılın en zorlu günleriydi. Aldığı eğitimin niteliği ve hocaların tavsiyeleri daha özgürlükçü bir coğrafyaya yönelmesinin nedeni olacaktı. Bahsettiğimiz ülke, henüz üstünde güneş batmayan imparatorluk seviyesine ulaşmamış İngiltere’ydi.
1710’da İngiltere’ye taşınmadan önce Medicilerin daveti üzerine bir süre İtalya’da kalan Handel burada elbette akademik kariyerini değil, müzisyen yönünü konuşturdu. Sık sık seyahat ettiği bu dönem hem birikimini, hem de müzikal açıdan etkilerini hayatı boyunca göreceğimiz ilhamını besledi. Barok müziğin altın çağında herkes bu müziğin büyük bir bestecisiyle karşı karşı olduğunun farkındaydı. Alman ve İtalyan şehirlerinde besteleriyle kazandığı prestij İngiltere’de de kabul görmesi için iyi bir referans oldu. Bu referanslar sayesinde Kral 1. George ile kurduğu yakın ilişki onu saraya taşıdı. Babası o günleri görse oğluyla gurur duyardı muhtemelen.
1759’da hayatını kaybeden müzisyen hayatının yarım yüzyılında İngiltere’de yaşadı. Londra’nın Mayfair bölgesindeki evi günümüzde bir müze. Üstelik Halle’deki müzeden de daha zengin doğal olarak. Handel tarihe geçen eserlerinin çok büyük bölümünü Londra’da besteledi. Bunlardan biri 1727 tarihli ‘Zadok the Priest’ti. Kral 2. George’un tahta çıkışı için bestelediği bu eser ölümünden asırlar sonra popülerleşecek bir spor dalının en prestijli organizasyonunda da kullanılacaktı. Şampiyonlar Ligi’nden bahsediyoruz.
Rusya ile Avrupa’nın arasının bozuk olmadığı dönemde Gazprom Şampiyonlar Ligi’ne sponsor oldu ve durumu bir nebze değiştirmek için Çaykovski’nin ‘1 nolu Piyano Konçertosu’nu da Şampiyonlar Ligi’ne dahil etmeye çalıştı, fakat başarılı olamadı. Elimizde kesin delil yok, ama futbolun popülaritesini düşünecek olursak ‘Zadok the Priest’in tarihin en bilinen bestelerinden biri olduğunu söylemek abartı olmaz. Siyaset ve sporu bir araya getiren bu büyük beste müzisyenin şöhretinin tek nedeni değil elbette. İşin sinema boyutu da bir o kadar zengin.
Gérard Corbiau’nun 1994 yapımı filmi ‘Farinelli’ filminin en unutulmaz sahnelerinden birinde ‘Rinaldo’ operasının ‘Lascia ch’io pianga’ aryası çalar. Handel “Bırakın ağlayayım” diyen bu aryayı 1711’de bestelemişti. Barok dönemin bu büyük bestecisinin en ünlü opera eserlerinden olan ‘Rinaldo’daki bu arya yıllar sonra bir Lars von Trier filminde de karşımıza çıkacaktı. 2009 yapımı ‘Deccal / Antichrist’ filminin açılışındaki o ateşli sevişme sahnesinde çalan şarkı başlangıçta görüntü ve sözler arasında tezat oluştursa da taşlar kısa süre sonra yerine oturacaktı.
Tarihçi Emrah Safa Gürkan’ın tarihi gerçeklere en uygun filmlerden biri dediği ‘Barry Lyndon’da da Handel imzası taşıyan bir şarkı duyarız sık sık. 1975 yapımı Stanley Kubrick filminde prömiyeri 1731’de yapılan ‘Sarabande’ı o kadar çok duyarız ki, zihinlerde filmi ve bu müziği birbirinden ayırmak artık çok zor.
Bir İspanyol dansı olan ‘Sarabande’ besteye ilham olurken Mozart’ı da büyülemişti. Eseri dinleyen Mozart, Handel için ‘Duyguları ifade etmekte onun gibisi yok. İstediğinde şimşek gibi çakıyor’ demişti.
1750’de Almanya’dan İngiltere’ye dönerken Lahey’de bir araba kazası geçirir Handel. Ağır yaralanır ve hatalı ameliyatların etkisiyle görme kaybı yaşamaya başlar. 1752’de görme yetisini tamamen yitiren besteci bu talihsiz kazanın ardından kendisini yavaş yavaş toplumdan soyutlar.
Hayatı boyunca hiç evlenmeyen ve 74 yaşında hayatın kaybeden besteci Londra’da devlet töreniyle Westminster’a defnedilir. Son yolculuğuna binlerce insanın katıldığı cenaze bir töreniyle uğurlanır. Hayatı boyunca biriktirdiği sanat koleksiyonu o öldükten sonra açık artırmada satılır, elde edilen gelir de ağırlıklı olarak hayır kurumlarına aktarılır. Bir kısmı da yeğeni ve hizmetçilerine tahsis edilir.
Hayatı boyunca bestelediği 612 eser arasında 42 opera, 29 oratoryo, 120’den fazla kantat, trio ve düet, çok sayıda arya, oda müziği, ekümenik parça, odes ve serenatla 16 org konçertosu var. Büyük besteci aradan yüzyıllar geçse de sadece klasik müzik dünyasında değil popüler kültürde de yer tutmayı sürdürüyor.