İyi ki modernleştik: Antik Çağ’da ne kadının adı var ne tuvalet!

Gününü ekranlara bakarak geçiren modern insan ile antik Roma'da yaşamış biri bugün karşılaşsa hangi noktada benzeşir, hangisinde ayrışırdı? 'Antik Roma'da Günlük Hayat' ve 'Antik Yunan'da Günlük Hayat' kitapları bu ve benzeri sorulara odaklanıyor.

Arkeoloji 26 Ekim 2024
Bu haber 2 ay önce yayınlandı
Atina'da Akrapol'ün hemen aşağısında yer alan agora kentin en canlı alanıydı.

Thomas Cole’un 1836’da resmettiği ‘Roma’nın Çöküşü’ tablosu bu görkemli imparatorluk ve onun başkentinin ihtişamından geriye kalan yıkıntıları çarpıcı bir şekilde yansıtır.. Yanan ya da yıkılan görkemli binalar, yerle bir olmuş heykeller ve dört bir yana kaçışan insanlar… Roma’nın barbarlar tarafından yıkılışını betimleyen bu ve benzeri onlarca tablo Rönesans’tan bu yana Antik Çağ’ın o imrenilen kentine bir ağıttır adeta.

Tüm yolların çıktığı Roma bugün de turistlerin ilk görmek istedikleri kentlerden biri. Pantheon, Kolezyum, Forum ve daha nice yapı 2 binyıl öncesinin ihtişamını günümüzde de yansıtmaya devam ediyor. Peki ya bu görkemli yapılardan gelip geçen yorulduğunda duvarına yaslanan veya kanlı bir yarışı izleyen sıradan insanlar? Onların hikâyesi neydi? Günümüz insanıyla hangi noktada benzeşip nerede ayrışıyorlardı?

Thomas Cole’un ‘Roma’nın Düşüşü’ tablosu günümüzde Metropolitan Müzesi’nde sergilenmekte.

Tarihi savaş meydanlarında sokağa taşıyor

Alfa Yayınları’nın Türkçeye kazandırdığı iki yeni kitap bu ve daha pek çok sorulara cevap veriyor. Tarihçi David Matz’ın kaleme aldığı ‘Antik Roma’da Günlük Hayat’ ve Robert Garland’ın yurtdışında da büyük ilgi gören ‘Antik Yunan’da Gündelik Hayat’ tarihi savaş meydanları ya da senatolardan çıkarıp sokağa taşıyor. Her iki kitabının çevirisi Tufan Göbekçin’e ait.

Her iki kitap da Akdeniz’in bu iki yarımadasında yaşayan toplumların gündelik yaşantılarına benzer perspektiften bakıyor. Zaten kitapları bir seriye dönüştüren de bu benzerlikleri. Örneğin evin içine, yani aileye ve mahrem yaşantıya bakalım.

Evden agoraya bir yol

Antik Yunan denince akla gelen ilk şeylerden bir agora. Kentte yaşayan insanların rağbet ettiği bu agoralar Antik Çağ’da ticaretin de kalbinin attığı yerlerdi. Burada genellikle ailenin reisi olan babalar pazar alışverişini yapar bir veya iki katlı evlerine dönerdi. Modern toplumlarda doğal olarak tepkiyle karşılanan ergenlikte evlilik Antik Yunan’da sıradan bir şeydi. Ancak her iki kitabı okuyup kıyaslama imkânı bulanlar Atinalı bir kadının Romalı bir hemcinsiyle benzer çileleri yaşadığını görecektir. Bahsi geçen bu dönemde toplumsal yaşamın en eksik parçasının kadının bu sürece katılımıydı. Bir soylunun kızı ya da eşi olmadığı sürece kadınlar için Roma ve Atina gibi büyük kentlerde bile yaşam pek de parlak değildi.

Peki sokaklarda durum neydi? Başta Efes olmak üzere Atina, Sparta ve Milet gibi kentler özellikle Büyük İskender sonrası dönemde hem şehir planlaması hem de mimari açıdan örnek teşkil ediliyordu. Izgara kent planı olarak bilinen ve şehirlerde birbirini dik kesen caddelerden oluşan bu mimari Antik Yunan’da bir dezavantaj yaratıyordu. Özellikle şehrin işgal tehlikesi yaşadığını düşündüğümüzde bu mantıktaki caddeler düşman birliklerinin merkeze kolayca erişimine olanak sağlayacaktı. İşte tam da bu örnekten ders çıkaran Romalılar hiçbir zaman kentlerinde bu mimari planlamayla yapmamıştı.

Roma’da gündelik yaşamın içindeki en büyük eğlence Kolezyum’da yarış veya dövüş izlemekti.

Roma’da evin reisi baba

Bir Romalı evinde babanın tartışılmaz otoritesi söz konusuydu. Babadan sonra anneden ziyade varsa erkek çocuk daha kıymetliydi. Öyle ki bir nevi kadının adı yoktu. Hem çok zengin hem de çok fakir ailelerde kız çocuklarına gerçek bir isim yerine “numaralandırma” yaygın bir tercihti. Roma kentinde genellikle dört ya da beş katlı apartmanlarda yaşayan bu aileler için en büyük eğlence, yılın belirli dönemlerinde düzenlenen festivallerdi. Bugün mitoloji olarak adlandırdığımız ama bundan 2 binyıl önce insanların uğruna savaştığı tanrıları hoşnut kılmak için düzenlenen bu festivaller başta imparator olmak üzere zenginlerin de bol keseden harcama yaptığı günlerdi.

Bu festival dönemlerinin en güzide etkinlerinden biri Kolezyum’daki yarışlardı. Titus döneminde milâttan sonra 80 yılında tamamlanan Kolezyum, Romalılar için büyük bir lütuftu. Günümüzde Hollywood’un en sevdiği konulardan biri konumundaki Kolezyum’da yaşanan bu kanlı mücadeleleri izleyen seyirciler, seyyar satıcıların sattığı içi balla doldurulmuş hurmayı afiyetle yiyordu. Dönemin en lezzetli sokak tatlısı konumundaki bu lezzet her yaştan Romalının favorisiydi.

Ortalama bir Romalının besin konusundaki seçenekleri fotoğraftaki gibiydi.

‘Ne vereyim abime?’

Domates ve patates gibi günümüzün temel besinlerinden bihaber bu Antik Çağ insanları şaşılmayacağı üzere tahıl ve baklagil ağırlıklı besleniyordu. Evlerin çoğunda mutfak olmadığı için öğününü kuru ekmekle geçirmeyecek kadar şanslı olanlar lokantaların yolunu tutuyordu. Tabii bu mekânlar için de zengin menü beklentisine girmemekte fayda var. Özellikle et ve meyveler daha pahalıya satılırken tavuk ve balık nispeten daha erişilebilir protein kaynaklarıydı.

Bir ucu Portekiz diğer ucu Dicle nehri olan bu devasa imparatorluğa sadece sınırları içinden değil, “barbarların” topraklarından da yiyecek akıyordu. Açlık kaynaklı bir isyan Roma imparatorlarının korkulu rüyası oldundan kıtlık dönemleri haricinde besin tedariği yöneticilerin en çok özen gösterdiği konulardan biriydi. Devlet mekanizmasıyla ilişkisi modern insana göre çok da kısıtlı olan bu dönemin gençleri bazen Kolezyum’da kaybettikleri bir bahis yüzünden bile isyan edebiliyordu. Bunun bedeli iyi ihtimalle sürgün, kötü ihtimalle karın tokluğuna çalıştırılmak daha da kötüsü idamdı.

Köleler isyan etmesin de kim etsin?

Hem Atina hem Roma’ya baktığımızda Antik Çağ’da köleliği konuşmadan ne toplumsal yapı ne de gündelik yaşantıyı konuşmak mümkün. Pratikte bir çömlek satın almakla bir köle satın almak arasında neredeyse hiç fark yoktu. Özellikle Kuzey Afrika ve Kuzey Avrupa’dan getirilen bu köleler Roma’nın merkezinde kurulan pazarlarda satılıyordu. benzer bir durum Atina için de geçerliydi. Hatta bu alanlarda köleler gibi evcil hayvanlar da satılıyordu.

Evcil hayvan demişken… Roma’nın bir zamanlar başkenti olan İstanbul’dan ilham mı aldı bilinmez ama şehrin sakinleri özellikle kedilerle iyi bir duygusal bağ kurmuştu. Köpek sahipliği de yaygın bir durumdu. Peki bugünkü apartmanların öncülü olan bu dört beş katlı yapılarda insanlar ve onların evcil hayvanları tuvalet ihtiyaçlarını nasıl karşılıyordu. İşte modern insana bu devirde yaşadığı için büyük mutluluk verecek bir detay da. Şayet bir erkekseniz gidip sosyalleşebileceğiniz halk tuvaletleri vardı.

Antik Roma’da halk tuvaletleri sadece bir ihtiyaç molası için değil sosyalleşmek için de kullanıyor.du.

Herhangi bir mahremiyetin söz konusu olmadığı bu ortamı günümüz insanın anlayacağı şekilde tasvir edersek bir nevi açık ofislere benzetebiliriz. Hijyen eksikliği ve koku bir süre sonra alışılmış bir hal alırken evde tuvalet ihtiyacı gidermek çok daha meşakatliydi. Evin bir köşesinde kova kullanarak ihtiyacını gideren apartman sakini sonrasında bu pisliği camdan aşağı rastgele fırlatıyordu. Sokaklarda biriken bu pislik sonraki asırlarda da hastalıklara ve salgınlara neden olacaktı.

Vaktini Kolezyum ve antik tiyatrolarda geçiren bu Antik Çağ insanlarına dair okunması rahat bu iki kitap bu alanda kendisini geliştirmek isteyenlerin başucu eserleri olacak seviyede. Antik Çağ ve günümüz insanını kıyaslandığında bu ikişilerin çok daha az çalıştıklarını ve paraya da daha az ihtiyaçları ihtiyaç duydukları apaçık ortada.

Roma'nın kanlı yüzü: Arenada ölmek ya da ölmemekRoma’nın kanlı yüzü: Arenada ölmek ya da ölmemek

 

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.