Andrew Scott’ın ‘Vanya’sı: Gösteriş yapmadan çarpıyor!
‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’, Berkay Ateş’in hem oyunculuk hem yazarlık kariyerinde önemli bir eşik. Kendi kaleme aldığı girift metni, bugüne kadarki en güçlü sahne oyunculuğuyla aktarıyor.
“Hep anlatmak istediğim hikâyeler oldu. Olan bitene sessiz kalan bir yapım yok. Tarihin bugün söylediklerimizle karşımıza çıkacağını düşünüyorum. Yirmi sene sonra ‘Ya kardeşim, ülkede yüzlerce insan ölüyordu, sizin de tiyatronuz vardı şehrin göbeğinde. Ne yapıyordunuz?’ dediklerinde, sadece tanıklık etmiş olmaktansa bu tarihe bir şey anlatmış olmak istiyoruz…”
Alıntıladığım sözler Berkay Ateş’e ait. 2015 Kasım’ında, Milliyet Sanat dergisi için buluştuğumuzda Ateş, rol aldığı Emin Alper filmi ‘Abluka’ ile Altın Koza Film Festivali’nde ‘Umut Veren Genç Erkek Oyuncu’ ödülünü henüz almıştı. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndan arkadaşları Can Kulan ve Emir Çubukçu ile kurdukları Tiyatro D22 çatısı altındaysa çoktan dikkat çekici üretimler biriktirmeye başlamışlardı. (O zamanlar, alıntıda bahsettiği üzere, ‘şehrin ortasında’, Galata’da bir mekânları da vardı.)
Berkay Ateş zaman içinde geniş kitlelerin tanıdığı bir oyuncu oldu; yerli sinemanın güçlü örneklerinde, popüler ve nitelikli TV dizilerinde, dijital platform yapımlarında; oyunculuğunu her seferinde bir adım öne götürdüğü işler çıkardı ortaya.
Kaleme aldığı ve Tiyatro D22 olarak 2018’den beri oynadıkları ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’de bize Gezi Direnişi günlerinde katledilmesine göz yumulanların öyküsünü; distopik bir atmosferde, güçlü bir edebi ve reji diliyle anlatıyorlar. (Henüz görmeyenlere önermiş olalım.) Üstelik Ateş, bu oyunun metniyle Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü almıştı.
Bir oyun yazısını, oyunun yazarı ve oyuncusunun portresine çevirmek değil niyetim. Ama Berkay Ateş’in en son tiyatro işi, ocak ayında prömiyer yapan ve sezonun en güçlü tek kişilik oyunlarından olan ‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’in, Ateş’in tiyatro (hem yazarlık hem oyunculuk) yolcuğunda önemli ve ayırt edici bir yerde durduğunu düşünüyorum.
Yukarıdaki alıntıladığım, bundan dokuz sene önceki sözünün izinde devam ediyor Ateş yazmaya ve oynamaya. Bunu yer almayı seçtiği sinema yapımları için de söyleyebiliriz; ‘hakikatin, adaletin, vicdanın’ peşindeki hikâyelerin karakterlerine can veriyor.
Bu kez, kendi yazdığı, hatta yazmaya roman olarak başlayıp sonradan oyun metnine evrilttiği bir metinle düşüyor Berkay Ateş, ‘hakikat’in peşine. ‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’, bir faili meçhul öyküsünü; aklı, kalbi kadar parlak işlemeyen bir gencin, Salim’in gözünden anlatıyor.
Saf, güzeller güzeli bir genç adam Salim; kendisini, çocukluğunu anlatırken ona şefkat beslememek mümkün değil. Berkay Ateş’in, onun farklı dönemlerini, ilişkilenme biçimlerini ve duygularını aktarırkenki kusursuza yakın oyunculuğunun da etkisi var bunda elbette. Ama ben daha metni okurken de Salim’e karşı bir sıcaklık hissetmiştim içimde. Hem yazarken hem sahneye taşırken Salim’in her halini nokta nokta çizmiş gibi Berkay Ateş.
Adana’da yaşayan yoksul ve yakın tarihlerinde trajik bir evlat kaybı yaşamış bir anne-babanın oğlu Salim. “Elinden geleni yapmaz olur mu…” Ama yapsa da yaranamıyor belli ki babasına. Kalbinde annesine duyduğu sonsuz bağlılık ve sevgi, babasıyla arasındaki uçsuz bucaksız eksiklik hissiyle otobüsle İstanbul’a yollanıyor. Babasının aksine hali vakti yerinde ve kiminle oturup kalkması gerektiğini de pekala bilen, İstanbul’da ‘yolunu bulmuş’ amcasının kebapçı dükkanında çalışmaya… Aksaray’daki kebapçı dükkanı, emniyet müdürlüğüyle komşu… Arada bir duvar var. Birazdan arada bir de ‘faili meçhul’ olacak… Berkay Ateş roman tasarısına da ilk bu fikirle başlamış.
Salim İstanbul’da kaldığı sürede yaşadıklarını, olayların ardından ‘deli’ yaftasıyla kapatıldığı yerde tekrar yaşıyor sahnede. Yine 2015’te yaptığımız söyleşide ve bu oyun için yaptığımız sohbette bahsettiği üzere, ‘delilik’ mefhumu Ateş’in ilgi alanına giren bir mesele. Çocukluğunun geçtiği Bakırköy’de, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin bahçesinde gözlemlediği insanların da bunda etkisini olduğunu anlatıyor.
Salim de işte; şehirde kesiştiği insanları, tanık olduklarını ve kendi eylemleri sonucunda yaşadıklarını, zaten halihazırda travmatik anılarla dolu olan zihninin ve kalbinin kıvrımlarında birbirine geçiriyor. Kendimizi kâh Adana’da bir kaza gecesinde kâh Beyazıt’ta kalabalık bir öğrenci eyleminde, kâh Emniyet koridorlarında kâh kebapçının mutfağında buluyoruz. Anlatının parçaları birbirinin içine geçerek finalde bir yapbozu tamamlar gibi bitiriyor Salim’in öyküsünü.
Metnin yapısı da Salim’in zihni gibi. Bu açıdan ‘zorlu’ denebilecek bir metin biçimi bu. Ama bu kısacık metin çok yoğun ve güçlü bir öyküyü barındırıyor. Türkiye’nin toplumsal ve politik ikliminin –anlayana- gayet net bir fotoğrafını; kendi dünyasında yaşayan bir gence yazılan ‘kaderin’ kadrajından çekiyor Berkay Ateş. “Sessizliği vurun. Bana gerçeğimi verin” diyen Salim’in yalnızlığını izletirken; memleketin bugünlerinin hiç unutmamamız gereken üzücü, yakıcı, utandırıcı, öfke veren gerçeklerini seriyor önümüze.
Öfkeyle delilik, rüyayla gerçek arasında
‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’ sahneye taşıması zor bir metin. Bu zorluğun üstesinden, Yiğit Sertdemir’in yönetiminde çok başarıyla kalkılmış bir iş var önümüzde. Berkay Ateş sahnede bugüne dek izlediğim oyunları arasındaki en etkileyici performansını çıkarıyor.
Sahnedeki oyuncunun malzemesinin kuvveti yine de böyle bir metni sahneye taşımakta yeter unsur olmaz. Burada reji ayrı; sahne, ışık ve ses tasarımı ayrı birer güç olarak bir araya gelmiş ve bu tek kişilik ama çok karakterli oyunun girift anlatısının seyirciyi alıp sarmalamasını sağlamış. (Sahne tasarımında Bilen Bilmen’in, ışıkta Yiğit Sertdemir’in ses ve müzikte Emrah Can Yaylı’nın, hareket tasarımında Özge Midilli’nin imzası var) Her bir unsur hem tek tek hem de birbirini bütünleyerek Salim’in ‘uykusuz rüyalar’ını ete kemiğe büründürüyor.
Fondaki duvarın dokusu, Ateş’in sahnedeki tek ‘rol arkadaşı’ sandalyeyi anlatısına dahil edişindeki tercihler… Ya da hikâyenin parçalarında kulağımıza çalınan ve bizi bahsi geçen mekânlara ışınlayan dış sesler… Ama en çok da -oyunun ışık tasarımını da yapan yönetmen Yiğit Sertdemir’in ifadesiyle- ‘karakteri yalnızlığında çoğaltan’ gölgeler yaratan ışık tasarımı… Bahsettiğim güçlü bütünü ve tek tek etkileyici anları yaratan örnekler bunlar.
Öte yandan sıkı bir oyuncu-yönetmen uyumu ürünü olduğunu her anında hissedeceğiniz de bir oyun bu. Salim’in öfkeyle delilik, rüyayla gerçek, geçmişle bugün, anılarla şu an arasında gidip gelişleri Berkay Ateş’in beden ve yüz ifadelerinin, tonlamalarının geçişlerinde pürüzsüz bir şekilde yerleşiyor.
Oyunda –daha doğrusu metinde diyelim- beni tek zorlayan metnin pek çok yerinde karşılaştığım ağdalı aforizmalar oldu. Salim gibi içli bir yeni nesil gencin ağzına denk düşmüyor da değil bu ifadeler ama metnin akıcılığında zorlama çıkışlar hissi verdi, okurken de izlerken de. Bu durum bence oyunun, önceden metin okunmadan izlendiğinde bazı yerleri anlama, yakalama ihtimalini de zayıflatıyor.
‘Uykusuz Bir Rüya, Salim’, Berkay Ateş’in ‘oyun tarihinde’ üst sıralarda alacak yerini. Performansıyla da bu sezonun en güçlü oyunculuklarından birine imza atıyor. Ama bence en önemlisi, ‘hakikat’in peşinde yol almaktan yorulmadığını bir kez daha gösteriyor. İzleyin derim.
Uykusuz Bir Rüya, Salim Tiyatro D22
Yazan&oynayan: Berkay Ateş
Yöneten: Yiğit Sertdemir
Süre: 80 dakika.
Ne zaman, nerede: 23 Şubat Cuma, 20.30’da Fişekhane’de.
Bilet fiyatları: 350 ve 450 TL.