Gelecek denizden toplanan genlerde: Okyanus mantarları penisilinle yarışacak ilacın kaynağı olabilir
Tam 11 yıl önce CRISPR teknolojisiyle DNA düzenlenebilir hale geldi. Genetik hastalıkların tedavisi için umut vaat ediyor, tarım ve ilaçta devrim yaratıyor. Yine de pek çok soru yanıtsız: Gelecek ‘süper insanlara’ mı, tehlikeli müdahalelere mi gebe?
Victoria Gray henüz üç aylıkken ailesi vücudunda bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etti. Büyükannesi ona banyo yaptırırken Gray durmaksızın ağlıyordu. Endişelenen ailesi onu hemen acil servise götürdü. O gün Gray’in ilk “orak hücreli anemi” atağını geçirdiği ortaya çıktı.
Genetik bir kan hastalığı olan orak hücreli anemi, ilerleyen yıllarda hayatını ani ve dayanılmaz ağrı ataklarıyla zorlaştıracaktı. ABD’nin saygın haber kuruluşlarından biri olan NPR’a 2019 yılında konuşan Gray yaşadığı ağrıları şu sözlerle tarif etti: “Zaman zaman göğsümde şimşek çakıyormuş gibi hissediyorum, her yanımda keskin ağrılar oluyor. Ağrılarım çok derin. Dokunarak hafifletmek mümkün değil. Bazen sadece kıvrılıp ağlıyorum, kendim için hiçbir şey yapamıyorum.”
Gray’in bu hastalıkla geçen yaşamı zorluklarla doluydu. Bağışıklık sistemi zayıfladı, sık sık hastanede yatmak zorunda kaldı ve çocukluğunu yaşıtları gibi geçiremedi. Üniversiteye gitse de hastalığın yükü ağır geldi, eğitimini tamamlayamadı ve hemşire olma hayalinden vazgeçti. Evlendi ve çocuk sahibi oldu ancak hastalığı, sıradan bir anne gibi yaşamasını da engelledi. Çocuklarıyla oyun oynayamıyor, onları spor etkinliklerine götüremiyordu.
Gecenin bir yarısı acil servise gitmek zorunda kaldığı sayısız an yaşadı. Zamanla hastalığı kalbinde ve diğer organlarında kalıcı hasarlar bırakmaya başladı. Gray, çoğu orak hücreli anemi hastası gibi orta yaşa kadar yaşamayacağını biliyordu.
34 yaşına geldiğinde CRISPR (krispır diye okunuyor) olarak bilinen gen düzenleme teknolojisi ile tedavi edilen ilk kişi olmayı kabul etti. Doktorlar Gray’in kemik iliğinden aldıkları hücrelerdeki bir geni CRISPR teknolojisiyle değiştirdiler ve düzenlenmiş hücreleri tekrar vücuduna enjekte ettiler. Tedavinin ardından geçen dört yılda Gray’in hayatı kökten değişti: Bir daha ağrı atakları yaşamadı, yorgunluk krizleri son buldu. Dört çocuk annesi Gray bugün enerji ve umutla dolup taşıyor. Tam zamanlı bir işte çalışıyor, ergenlik çağındaki çocuklarına ayak uyduruyor ve kocasıyla dünyayı geziyor.
Victoria Gray’e uygulanan bu deneysel CRISPR tedavisi, 2023 yılının aralık ayında Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından resmen onaylandı. Bu tedavi artık orak hücreli anemi ve talasemi gibi genetik kan hastalıklarının tedavisinde kullanılabilir hale geldi.
Peki CRISPR nedir ve sadece bu iki hastalıkta mı işe yarıyor? Genetik mühendisliği sayesinde başka ne gibi yenilikler yapılabilir?
Kısaca yanıt vermeye çalışalım: CRISPR-Cas9; bitki, hayvan veya insan DNA’sında küçük bir parçayı kesip değiştirmeyi mümkün kılan, devrim niteliğinde bir gen düzenleme teknolojisi. Yalnızca 11 yıl önce keşfedilen bu teknoloji, genetik hastalıkların tedavisinde büyük umut vaat ediyor. Ayrıca hastalık taşıyan sivrisinekleri etkisiz hale getirmekten tarımda böceklere dayanıklı bitkiler geliştirmeye kadar birçok alanda kullanılıyor.
Fakat CRISPR genlere müdahaleyi kolaylaştırdığı için etik ve güvenlik açısından ciddi kaygılar da ortaya çıkaran bir teknoloji. Genetik müdahalelerin uzun vadeli sonuçları hâlâ belirsiz olduğu için bu alanda çeşitli tartışmalar sürüyor. Kimileri CRISPR’a dini gerekçelerle karşı çıkarken bazıları ise teknolojinin kötüye kullanılma potansiyelinden endişe ediyor. “Tanrı rolüne soyunmak” ya da “biyolojik silahlar yaratmak” gibi korkular, bu teknolojinin geleceği hakkında önemli tartışmaların odağında yer alıyor.
Bu güçlü teknolojinin nasıl ve hangi sınırlar içinde kullanılacağı sorusu en önemli konulardan biri. Günün birinde zeki ve kaslı “süper insanlar” yaratmak için de kullanılabilir mi? Biyolojik silahların geliştirilmesine mi yol açar? Doğal dengeyi bozar mı? Bu soruların yanıtları henüz belirsiz. Gelin şimdi Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden moleküler biyoloji ve genetik uzmanı Prof. Dr. Ceyda Açılan Ayhan’dan CRISPR’ı daha yakından öğrenelim.
CRISPR-Cas9 nedir?
Bir gen düzenleme aracı olarak tanımlayabiliriz. Gen düzenlemesi yapmanız gerekiyorsa ilk aşamada DNA’da hedeflenen bölgeyi kesmeniz lazım. CRISPR-Cas9’un en önemli özelliği genetik materyali doğru yerden kesebilmesi.
Tam olarak nasıl çalışıyor?
Önce DNA’nın yapısıyla ilgili temel bir bilgi vereyim: Alfabedeki 29 harfle nasıl farklı kitaplar yazıp bambaşka hikayeler oluşturabiliyorsak insanın genetik kodu da dört harften oluşan bir alfabeyle açıklanabiliyor. Bu dört harf A, G, T ve C’dir. Bu harflerin sıralanışı sizi “Özgür”, beni ise “Ceyda” yapıyor. Sadece insanlarda değil, bitkiler ve diğer tüm canlılar için de bu kural geçerli.
Mesela “kabak” kelimesini ele alalım. Ortadaki “b” harfinin değiştiğini düşünelim, kelime “kazak” oluyor. İşte insanın genetik kodu da buna benzer şekilde çalışıyor. DNA diziliminde küçük bir değişiklik tıpkı bir harfin değişmesi gibi büyük farklar yaratabiliyor. Mesela tek bir harfin değişimi sizi bir hastalığa yatkın hale getirebiliyor veya göz renginizi belirleyebiliyor.
İşte CRISPR-Cas9 bu genetik harf dizilimlerini değiştirme olanağı sağlıyor. CRISPR-Cas9’u bir makas gibi düşünebilirsiniz. Bu teknoloji, DNA’nın belirli bir bölgesini keserek ya da yeniden düzenleyerek o bölgedeki hatalı genleri düzeltmeye veya yeni genler eklemeye olanak tanıyor. Böylece kişinin genetik hastalıklara yatkınlığı değiştirilebiliyor. Elbette CRISPR-Cas9 ile başka birçok genetik müdahaleyi de gerçekleştirmek mümkün. Beyaz renkli bir fareyi kahverengi yapmak gibi.
CRISPR-Cas9 teknolojisinden önce bu tarz işlemleri yapmak mümkün değil miydi?
Her dizilimde yapmak mümkün değildi, sadece belirli dizilimlerden sonra kesme yapabilen enzimler vardı. Bu enzimlerle doğru noktayı hedeflemek hem zaman alıyor hem de büyük bir hassasiyet gerektiriyordu. CRISPR-Cas9 ise spesifik olarak istenilen her gen bölgesinde daha hassas ve hızlı bir şekilde gen düzenlemesi yapmayı mümkün kılıyor. Üstelik önceki yöntemlere kıyasla daha uygun maliyetli. Dolayısıyla CRISPR aslında devrim niteliğinde bir gelişme.
CRISPR ne zaman keşfedildi?
1990’larda İspanyol bilim insanı Francis Mojica, bakterilerin DNA dizilerini araştırırken dört harfin arasında düzenli tekrar eden kısa DNA dizileri (CRISPR) fark etti. Ancak o zaman bunun ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordu. Tıpkı eski bir yazıtta neler yazdığını görmek ama anlamamak gibiydi. Diziler oradaydı fakat işlevleri belirsizdi.
2000’lerde Mojica bu CRISPR dizilerinin bakterilerin bağışıklık sistemiyle ilgili olduğunu keşfetti. Bakteriler, virüslerle karşılaştıklarında virüslerin genetik bilgisini alıyor, bu bilgiyi hafızalarına kazıyor ve gelecekte aynı virüsle karşılaştıklarında onu etkisiz hale getirebiliyordu. Bu mekanizma virüslere karşı bakterilere bir tür bağışıklık kazandırıyordu.
2012’de ise Fransız bilim insanı Emmanuelle Charpentier ve Amerikalı Jennifer Doudna CRISPR sistemine Cas9 adlı bir proteinin dahil olduğunu keşfetti. İki bilim insanı, bakterilerde yaptıkları çalışmalarla bu proteinin DNA’yı belirli bölgelerde kesen bir enzim gibi davrandığını ortaya koydu. Ayrıca CRISPR-Cas9 sisteminin gen düzenleme için kullanılabileceğini gösterdiler.
Tabii bir buluş insan hücrelerinde uygulanmazsa ilgi görmez ve ilaç firmaları da oraya yatırım yapmaz. İşte bu noktada kilit bir isim devreye girdi: MIT’de çalışan Çinli araştırmacı Feng Zhang. CRISPR-Cas9’u keşfeden iki bilim insanının bir kongresine katıldı ve bu sistemin sadece bakteri DNA’sını kesmekle kalmayıp insan hücrelerinde de kullanılabileceği fikriyle MIT’e döndü. 2013’te Zhang ve ekibi CRISPR teknolojisinin insan hücrelerinde de etkili olduğunu gösterdi.
Bunun üzerine CRISPR teknolojisi hızla büyüyen bir endüstri haline geldi. CRISPR teknolojisi geliştiren bazı biyoteknoloji firmalarının hisse fiyatları bir yıl içinde inanılmaz değer kazandı. Bu süreçte patent davaları da gündeme geldi. Sonunda patent sürecinin kazananı Feng Zhang oldu. Charpentier ve Doudna ise CRISPR-Cas9 buluşu nedeniyle 2020 Nobel Kimya Ödülü’nü kazandı.
Peki CRISPR-Cas9 ile bir geni düzenlemek zor bir işlem mi?
Hayır, çok zor değil. Mesela tıp fakültesi öğrencilerim birinci sınıfta moleküler biyoloji konusunda yoğun bir eğitimden geçtikten sonra benim laboratuvarımda çalışmaya başlıyor. Bir yılın sonunda onların her birine CRISPR yaptırtabiliyorum. Elbette “Herkes yapabilir” diyemem, sonuçta belirli bir eğitimden geçmek gerekiyor ama eğitim süreci o kadar da uzun değil.
CRISPR hangi alanlarda kullanılabiliyor?
Çok geniş kullanım alanına sahip. Tarım uygulamalarından ilaç geliştirme çalışmalarına, genetik hastalıklardan kanser araştırmalarına kadar birçok alanda devrim niteliğinde yenilikler sunuyor.
Örneğin hayvan yetiştiriciliği alanında daha hızlı koşan atlar gibi özelliklerin geliştirilmesi mümkün. Ayrıca alerjen içermeyen yiyecekler üretmek gibi uygulamalar da var. Kafeinsiz kahve çekirdekleri, hastalıklara dirençli bitkiler, daha lezzetli domatesler yetiştirilebiliyor. Yine bu teknoloji böceklere karşı dirençli pirinç veya buğday gibi tarım ürünlerinin geliştirilmesine olanak tanıyor. Halihazırda ticari olarak kullanılabilen örnekler arasında yüksek oleik asit içeren soya fasulyesi gibi daha besleyici ve pişirirken bu özelliklerini kaybetmeyen ürünler yer alıyor. Ayrıca raf ömrü daha uzun olan kararmayan mantarlar, nişasta oranı daha ideal olan mısırlar yetiştirildi.
Bir diğer önemli nokta ise CRISPR teknolojisinin GDO (genetiği değiştirilmiş organizmalar) ile arasındaki fark. GDO’larda başka bir türden veya organizmadan bir gen aktarılırken CRISPR teknolojisinde dışarıdan gen aktarımı söz konusu değil. CRISPR, bitkinin kendi gen dizilimini değiştirerek çalışıyor. Yani bitkinin genetiği dış kaynaklı genlerle değil, kendi genleri üzerinde yapılan değişiklerle şekillendiriliyor.
Dolayısıyla GDO’dan daha güvenli olabilir mi acaba?
GDO’ya kıyasla daha hassas bir yöntem ve potansiyel olarak daha güvenli kabul edilebilir. Bununla birlikte her iki teknolojinin de kullanım amacına, düzenleyici denetimlere ve uygulama şekillerine göre farklı güvenlik riskleri olabilir. FDA yıllar önce CRISPR ile düzenlenmiş organizmaların bazı durumlarda “genetiği değiştirilmiş” olarak bile tanımlanmasına gerek olmadığını belirterek şu kararı almıştı: “CRISPR’lanmış bazı yiyeceklerin ek bir düzenlemeye tabi tutulmasına gerek yok.” Çünkü bu düzenlemeler doğal mutasyonlar gibi küçük değişiklikler olabilir.
Peki CRISPR’ın tıpta kullanımıyla ilgili biraz daha detay verir misiniz?
Öncelikle CRISPR-Cas9 laboratuvar ortamında bilim insanlarına hastalıkların nasıl ortaya çıktığını anlamak için mükemmel bir araç sunuyor. Parkinson’u ele alalım. Bu hastalık beynimizdeki belirli hücrelerin zarar görmesiyle ortaya çıkar ve bu sürece genlerimizdeki bazı hatalar (mutasyonlar) zemin hazırlıyor olabilir. “Acaba Parkinson’a gen mutasyonları mı sebep oluyor?” sorunun yanıtı için de yeterli sayıda hasta bulmanız, deneyler yapmanız lazım. Ama bu aşamaları gerçekleştirmek hiç de kolay değil. Çünkü “Bu kadar çok hastayı nasıl bulacağız?”, “Deneyler nasıl yapılacak?” gibi bazı kritik sorular gündeme geliyor. İşte CRISPR burada devreye giriyor.
CRISPR sayesinde sağlıklı bir farede ya da hücrede Parkinson’da görülen genetik değişiklikler (mutasyonları) yapılabiliyor. Yani bir nevi o sağlıklı hücreyi Parkinson hastasıymış gibi modelliyoruz. Bu model üzerinde çalışarak hastalığın nasıl geliştiğini, potansiyel tedavi yollarını daha kolay ve etkili bir şekilde araştırabiliyoruz.
Öte yandan kistik fibroz gibi kalıtsal hastalıklarda CRISPR’ın hatalı genleri düzelterek bu hastalıkları ortadan kaldırabileceği gösterildi.
Şimdi de daha somut bir örnek vereyim: Çin’de 2018 yılında CRISPR ile HIV’in enfekte edemediği hücreler üretildi ve HIV’li bir annenin ikiz bebeklerinin HIV taşıyıcısı olarak doğması engellendi. Şu anda CRISPR ile genetik olarak değiştirilmiş bebekler dünyamızda yaşıyor. Ama embriyoda gen düzenlemesi, uluslararası toplumda büyük etik tartışmalar yarattı. Bu girişim “tasarım bebekler” yaratma tehlikesini de gündeme getirdi. Ayrıca CRISPR’ın sadece hastalıkları tedavi etmekle kalmayıp gelecekte estetik özelliklerin de genetik olarak değiştirilmesi olasılığını tartışmaya açtı.
Şu anda embriyoda gen düzenlemesi yapılabiliyor mu?
Birçok ülke ve bilimsel kuruluş embriyolarda gen düzenlemesiyle ilgili olarak “CRISPR’a dur” kararı almış durumda. Ama sonsuza kadar buna “Dur” mu demeliyiz? Mesela down sendromlu doğan bir bebeği CRISPR’la düzeltebilecek gücümüz varsa buna izin vermeli miyiz? Veya nadir bir kas hastalığı nedeniyle hayatı boyunca yürüyemeyecek, belki yatağa mahkûm olacak birinde sorumlu geni değiştirmeli miyiz? Birçok nadir hastalık gendeki tek harf değişikliğinden oluyor. İşte bu tek harfi değiştirip insanlara sağlıklı bir yaşam sunmak doğru mu? Çizgiyi nerede çekmeliyiz? Bu tür sorular etrafında dönen ciddi etik tartışmalar var.
Özetle genetik mühendisliğin tedavi edici yönleri ne kadar güçlü olursa olsun etik ve teknik sınırlamalar hâlâ büyük bir engel teşkil ediyor. Bilim insanları ise bu tür genetik müdahalelerin güvenli ve denetimli bir şekilde ilerlemesi gerektiği konusunda hemfikir.
Bu uygulamaların sınırlarını kim belirliyor? Hangi kurumlar buna karar veriyor?
Genetik düzenleme gibi konularda kuralları ülkeler kendi belirler. Her ülkenin kendi sağlık ve bilim kuruluşları var, bu kurumlar neyin yapılabileceğine karar verir. Örneğin Amerika’da FDA ve NIH bu işten sorumludur. Dünya genelinde ise Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi kuruluşlar tavsiyelerde bulunur. Ama bu kurallar zorunlu değil, ülkeler isterse uyar, istemezse uymaz. Yani her ülke kendi yolunu seçer ama uluslararası anlaşmalara uyan ülkeler daha çok kabul görür. En azından şimdilik şunu söyleyebiliriz: Genetik mühendisliğin gelecekte nereye evrileceğini bilmeden birçok bilim insanı ve hükümet, CRISPR bebeklerinin dünyaya gelmemesi gerektiğini savunuyor.
Peki şu ana kadar onay almış bir CRISPR tedavisi var mı?
Var, evet. FDA, 2023’ün aralık ayında Casgevy adlı CRISPR-Cas9 tabanlı gen düzenleme tedavisini orak hücreli anemi ve 2024’ün ocak ayında beta-talasemi tedavisi için onayladı.
Bu hastalıklarda sadece bir kerelik gen terapisi yapılıyor. Tedavi için yaş sınırı var, 12 yaş üstünde uygulanabiliyor. Dezavantajı çok pahalı oluşu: 2,2 milyon dolar şu anda. Bugüne kadar 44 hastaya uygulandı, iki yıllık takip süreçlerinde hastaların yüzde 93,5’inde hastalık yakınmaları ortadan kalktı ve herhangi bir yan etki görülmedi. Yani başarı oranı çok yüksek.
Casgevy nasıl uygulanıyor?
Tedavide ilk adım hastanın kemik iliğinden kök hücrelerin alınmasıdır. Daha sonra kök hücreler laboratuvarda genetik olarak düzenlenir, yani hastalığa neden olan genler düzeltilir ve hücreler sağlıklı hale getirilir.
İkinci aşamada kemik iliğindeki hastalıklı kök hücrelerden kurtulmak için hastaya yüksek doz kemoterapi uygulanır. Ardından laboratuvarda genetik olarak düzeltilmiş sağlıklı kök hücreler hastaya geri enjekte edilir. Hücreler hastanın kendi hücreleri olduğu için bağışıklık reddi gerçekleşmez ve vücut sağlıklı kan hücreleri üretmeye başlar.
Bu tedavinin yan etkileri var mı?
Her şeyden önce hastaya yüksek doz kemoterapi veriyorsunuz. Dolayısıyla kemoterapinin bilinen yan etkileri bu tedavide de geçerli. İkincisi her ne kadar iki yıllık takipler olsa da uzun vadeli sonuçları bilinmiyor.
Ama şunu söylemeliyim: “CRISPR’ı 2013’te insana uygulayabiliriz” dememizin üzerinden sadece 11 yıl geçti ve bugün tedavide kullanabilir hale geldik. Bu bizim alanımız için inanılmaz bir hız.
CRISPR-Cas9 teknolojisi başka hastalıklarda da kullanılmak üzere araştırılıyor mu?
Evet, çok sayıda araştırma yürütülüyor. www.clinicaltrials.gov’a en son CRISPR yazdığımda kanserden nadir hastalıklara kadar pek çok alanda 64 çalışma vardı.
Peki CRISPR’ın önündeki sınırlamalar neler?
CRISPR hedeflenen genleri kesip değiştirme gücüne sahip olsa da her zaman yüzde 100 hassas değil. İstenilen gen bölgesini yüzde 90-95 oranında doğru kesiyor. Fakat bazı durumlarda hiç hedeflenmeyen başka bir gen bölgesini de kesebilir. Buna hedef dışı etkiler deniyor. CRISPR’ın en büyük sınırlamalarından biri bu.
Yanlış kesimler istenmeyen sonuçlara, hatta kansere neden olabilecek mutasyonlara bile yol açabilir. Biyolojik sistemler her zaman yüzde 100 verimli çalışmaz, küçük bir hata payı vardır. Bu tür hatalar CRISPR yaygınlaştıkça daha fazla karşımıza çıkabilir. Başta milyonda bir gibi nadir olan bu hatalar zamanla daha belirgin hale gelebilir. Bu da gelecekte neler olacağı konusunda belirsizlik yaratıyor çünkü henüz tüm etkilerini bilemiyoruz. Yani “siyah kutunun” ileride ne gibi sonuçlar doğuracağını zaman gösterecek.
Bir diğer önemli sınırlama CRISPR bileşenlerinin hedef hücrelere güvenli bir şekilde taşınmasıdır. Genetik düzenlemeyi yapmak için CRISPR’ın hücrelere doğru bir şekilde ulaştırılması gerekir. Bu süreç oldukça karmaşık. Bazı genler virüslerle, bazıları çeşitli kimyasallarla taşınıyor. Fakat her birinin kendine özgü riskleri var.
Ayrıca CRISPR teknolojisinin tedavide kullanımı bağışıklık tepkisiyle de sınırlanabilir. CRISPR-Cas9 bakteriyel kökenli bir sistem. O nedenle vücut bunu yabancı bir madde olarak algılayabilir ve bağışıklık sistemini tetikleyebilir. Bu durum tedavi sırasında iltihaplanma ya da reddetme gibi olumsuz etkilere neden olabilir.
Maliyet de başka bir sınırlama. Pahalı tedaviler olduğu için herkes bu tedavilere erişemeyebilir.
Bu sınırlamalara rağmen CRISPR yakın gelecekte hastalıkları tedavi etmede daha geniş bir şekilde kullanılabilir mi?
Teknik zorlukların üstesinden gelinmesi ve etik sınırların netleştirilmesiyle CRISPR’ın hastalık tedavisinde daha geniş çapta kullanılması büyük bir olasılık. Bu teknoloji o kadar büyük hızla gelişiyor ki… 2013 gibi yakın bir tarihte insan hücrelerine uygulanabilirliği prensipte gösterilmişti. Çoğu şey teorik olarak mümkündü ama gerçekleştirilmemişti. Oysa şu anda FDA’den onaylanmış tedavileri konuşur hale geldik.
Bundan 30 yıl sonra genetiği değiştirilmiş bireyler etrafta dolaşabilir. Gen mühendisliği ve uygulamaları çok hızlanacak, burası net. Ama sınırları ne olacak, bilmiyoruz. Bence daha fazla kas kütlesi veya güzellik, gençlik için CRISPR yapılmamalı. Ama herkes benimle aynı fikirde olmayabilir.
Genetik düzenleme doğru ve etik çerçevelerde yapılırsa büyük faydalar sunabilir. Fakat insanların ve canlıların genetik yapısına etik dışı müdahaleler için kullanılmamalı. Bunun için de sıkı düzenlemelere ve uluslararası iş birliğine ihtiyacı var.
Ben her yıl CRISPR dersini anlattıktan sonra öğrencilerimle küçük bir beyin fırtınası yaparım. Bu tartışmalardan çıkan genel görüş ise şöyle: “Estetik kaygılar ya da ‘süper insan’ yaratma hevesinden uzak durulmalı. CRISPR, tedavisi zor ve ömür boyu etkileyen hastalıkların tedavisinde kullanılmalı.” Günün birinde hükümetlerin de bu etik çerçevede birleşeceğine inanıyorum.
Peki CRISPR ile yapılan değişiklikler gelecek nesillere aktarılır mı?
Bu sorunun yanıtını CRISPR’ın hangi aşamada yapıldığı belirler. Siz CRISPR’ı embriyo aşamasında yaparsanız evet, yaptığınız değişiklikleri kalıcı olarak gelecek nesillere aktarırsınız. Çünkü embriyonun sperm veya yumurta üreten hücrelerinde de değişiklik olur.
Ancak 12 yaşında bir çocuğun vücut hücrelerinde genetik değişiklikler yapılırsa bu değişiklikler üreme hücrelerine geçmeyebilir. Mesela görme kusurunu düzeltmek için yapılan bir tedavi, genetik yapının bir kısmını etkileyebilir. Gelecek nesillere aktarılacak genetik materyalde bu değişiklikler kalıcı olmayabilir. Elbette “Üreme organlarındaki genetik yapı değişmez” demiyorum. Ancak sonradan yapılan müdahaleler genellikle tedavi gören kişi için sınırlıdır ve kalıtsal olarak aktarılmaz.
CRISPR ile yapılabilecek şeyler sizi korkutuyor mu?
Bu, CRISPR’ı nasıl kullanacağınıza bağlı. Atom bombası gibi yıkıcı ve korkutucu bir teknoloji potansiyeli de var. Kontrolsüz ya da kötü niyetli kullanıldığında ciddi etik ve biyolojik riskler yaratabilir.
Ama diğer yandan genetik hastalıklar tarih olabilir ve yaşam kalitesi artabilir. Belki de gelecekte hepimiz CRISPR’lanacağız ve ömrümüz uzayacak.
Son olarak sizin laboratuvarınızın CRISPR ile ilgili çalışmaları var mı?
Evet, Koç Üniversitesi bünyesindeki laboratuvarımızda kanser hücreleri üzerinde tedavi için değil de araştırma amaçlı CRISPR uygulamasını rutin biçimde yapıyoruz.
Gen terapisi için de CRISPR dışında farklı metotlar kullanıyoruz. Sabancı Üniversitesi ile ortak yürüttüğümüz bir Sağlık Bakanlığı projemiz var. Nadir hastalıkların tedavisine odaklanan gen terapisi çalışmaları yapıyoruz. Fareler üzerinde gen hastalıklarını düzeltmeye yönelik araştırmalar yürütüyoruz.
6 Aralık 2024 - D vitaminiyle ilgili bu bilgileri mutlaka öğrenin: 21 soru, 21 cevap
29 Kasım 2024 - Astım ve KOAH’ta 50 yıl sonra “mucize” tedavi mi geldi? Uzmanı yanıtlıyor
22 Kasım 2024 - Tarih yazıldı: Körlüğe karşı yeniden programlanmış hücreler
16 Kasım 2024 - “Bana bir şey olmaz” demeyin. İnme pusuda bekliyor olabilir
6 Kasım 2024 - Aile hekimleri yeni yönetmeliğe neden karşı çıkıyor? Neden iş bıraktılar?