Aykut Kocaman ‘Fenerbahçe gel derse gidersin’ derken Rıdvan Dilmen kulübün sorununu anlattı
Futbol değil çamur dövüşüydü. Yayıncı kuruluş olsam bu maçın videosunu Kulüpler Birliği’ne gönderirim. “Zemin buysa, futbol buysa para da bu” derim. İyi ki kazandı Fenerbahçe. Bu sayede şu rezilliği konuşuruz belki.
“Hayvan gibi koşturuyorsun, çamur içinde debeleniyorsun. Kayıp düşmemek mümkün değil. Bok çuvalında debelenmek gibi.” Hayır dünkü maçta mücadele edenlerden bir alıntı değil bu. Konuşan kişi bisikletin en önemli isimlerinden Belçikalı Theo de Rooij. Bahsettiği şey de Paris-Roubaix yarışı. İnsanın kendisiyle, doğayla, zeminle, havayla, çamurla itişmeye girdiği tek günlük epik bir bisiklet klasiği. Şikayet ettiğine bakmayın, bisiklet sporunun doğalında var bunlar. Arnavut kaldırımı zeminlerde mahvoluyor sporcular. Çoğu zaman kazanmak değil bitirmek bile yetiyor.
İyi de futbol öyle bir spor değil ki! Rize de öyle bir yer değil. Evet kış sporudur futbol. Zorlu koşullarda oynamak işin fıtratında var. Ama böyle zeminler fıtrattan değil. Hele Rize’de hiç değil. Türkiye’nin belki de en yeşil coğrafyalarından biri. Yağışa en alışkın bölge. Yaylaların falan yağışsız geçtiği gün sayılı. Neymiş, maç boyunca yağmış yağmur! E ne olacaktı bu mevsimde? Rize’de ne bekliyordunuz ki Allah aşkına!
İyi ki kazandı Fenerbahçe. Böylece başarısızlığın üstünü örtme gibi bir itham gelmeden rahat rahat sorabiliriz: Bu zeminde futbol oynanır mı? İlhan Palut bu ligin en saygı duyulası, rakibi durdurmak için değil kendi futbolunu oynamak için çabalayan teknik direktörlerinden biri. O memnun mu mesela bu zeminden? Kim izin veriyor buna? Daha maçın 4. dakikası dönülürken tribünden sahaya bir top fırlatıldı. Dize kadar bile sekmedi. Hojer topu kaldırmakta zorlandı. Oysa en bildik test değil mi bu? Topu yere vurursun, zıplamıyorsa oynanmaz. Ne zıplaması? 83. dakikada ibretlik bir pozisyon oldu. Ceza sahasına yerden güzel bir pas atıldı. Top çamura saplandı. Herkes geçti, top kaldı. Tüm bunlar yoğun yağış nedeniyle zamanla yıpranan bir zeminde olmadı. Gidişat daha ilk düdükten belliydi.
Yine de maça bakalım biraz. Nasıl oldu da kazandı Fenerbahçe? İsmail Kartal’ın değişiklikleri sayesinde. Serdar Dursun, İrfan Can ve Mert Hakan adeta direnç dopingi gibi oldu. Hiç beklenmedik yerden vurarak çevirdiler oyunu. İnanılmaz bir direnç ve inançla. Peki ilk yarıda neredeydi tüm bunlar? Nasıl ki galibiyette krediyi hocaya veriyorsak, bunu da ona sormak lazım. Bu kadar çok maç oynanan bir sezonda neden bu kadar az varyasyon yapıyor? Neden bu kadar kısıtlı bir personelle çıkıyor sahaya? Niye maçın başında ahval ve şartlar ne olursa olsun aynı plan uygulanıyor? Cengiz’in böyle bir zeminde olup olmaması değil mesele. Zeminde top sürüklemek imkansızken niçin neredeyse tüm kornerler pasla kullanılıyor? Bunun cevabını vermesi lazım hocanın.
Yine de kazanmayı başardılar ya, tebrik etmek lazım. Şampiyonluk hedefine böyle performanslarla yaklaşılıyor işte. Mücadele etmeden olmuyor bu iş. ‘Erkek gibi oynadık’ dedi İsmail Kartal. Vallahi bana hiç öyle gelmedi. Vargas gibi oynamışlar gibi geldi daha ziyade. Ya da Eda gibi. (Her şey bir yana, bir de bu dili düzeltse keşke İsmail Kartal. Ne demek yahu ‘erkek gibi’.)
Çamura dönüp bitireyim. Pek çok futbolsever gibi ben de oraya takıldım ve çıkamıyorum bataklıktan. Yayın ihalesi yapılacak ya şu sıralar. Ucuza kapatmak için az para veriyorlar diye itham ediliyor ya bazı yayıncılar. Ben olsam bu maçın görüntülerini Kulüpler Birliği’ne gönderirim. “Zemin buysa, oyun buysa para da bu” diye! Alın ne kadar rezillik o kadar indirim size!