Manchester City, Real Madrid’e rakip oluyor, yarı finalde Milano derbisi
Paranın esir aldığı futbol artık saha mücadelesinden çok şirket savaşlarına evrildi. City Group ve Red Bull Group üzerinden şirketlerin futbola nasıl girdiğinin öyküsü...
Para… Futbol kulüplerine mutluluğun kapılarını açsa da sporu ne kadar değiştirdiğine dair tartışmalar tükenmek bilmiyor. Manchester City bu yıl İstanbul’da oynanan Şampiyonlar Ligi finalinde kazanan taraf oldu. Bunun üzerine tartışmalar alevlendi. ‘Futbolu artık oynayan değil parası olan kazanıyor’ söylemi ayyuka çıktı.
Kulüpler artık sadece spor ve rekabet üzerinden dönmüyor, şirketleşme işin bir parçası. Paranın esir aldığı oyun artık şirket kapışmasına evrildi. Peki bu durum sadece maddiyatla mı açıklanabilir? Yönetim, saha içi faktörler ve altyapı işin neresinde? City Group ve Red Bull Group örnekleri bu sorulara bazı cevaplar verebilir.
Her taraftar, takımıyla ilgili büyük hayaller kurar. 2008’e kadar City taraftarları için bu hayaller olmayacak duaya denen aminlerdi. İlk lig şampiyonluğunu 1937’de kazanan City, ikincisi için 31 yıl bekledi. 1970’te Kupa Galipleri Kupası’nı kazandı. 80’lerde alt kümelere düşen ve yıllarca şehrin parlak çocuğu Manchester United’ın gölgesinde kalan City milenyuma Premier Lig’de girdi. 2008’de Manchester City’nin yeni sahibi Abu Dhabi United Group oldu. Şeyh Mansur bin Zayid Al Nehyan’a ait olan şirket 32 milyon poundluk rekor Robinho transferi ile piyasaya hızlı bir giriş yaptı. Dört yıl sonra City’nin 44 yıllık şampiyonluk hasreti son buldu.
2003-2008 yılları arasında Barcelona’nın sportif direktörlüğünü yapan ve bu süreçte bir Şampiyonlar Ligi, iki La Liga şampiyonluğu kazanan Ferran Soriano 2012 sonbaharında kulübün CEO’su oldu. Soriano’nun ‘küresel bir futbol varlığı’ fikrini benimsemeyen Barcelona, MLS’te bir takım sahibi olma fikrini kabul etmemiş ve kendisiyle yolları ayırmıştı. Şeyh Mansur ve Manchester City Başkanı Haldun el-Mübarek Barcelona’nın aksine sadece iyi bir futbol kulübü sahibi olmak istemiyordu. Onlar politik anlaşmalar ve ekonomik kazançların da peşindeydi. City için Soriano uygun isimdi.
Soriano’nun kulüp yönetimine gelmesiyle ilk olarak MLS takımlarından New York City FC satın alındı. City kulüplerini artık City Football Group (CFG) yönetmeye başladı. City Football Group yedi ay sonra Melbourne Heart FC’yi satın aldı ve adını Melbourne City FC olarak değiştirdi. Nissan ile yapılan anlaşma ile Yokohama F. Marinos’un yüzde 20 hissesi alındı.
Daha sonra Manchester, Melbourne ve New York’ta futbol akademi merkezleri kuruldu. Bir yandan altyapıyı geliştiren CFG, diğer yandan da yazılım şirketi SAP ile bilişim ortaklığı işin içine girdi. CFG sırasıyla Montevideo, Girona, Sichuan Jiuniu, Mumbai City FC, Lommel, Troyes, Palermo ve Bahia kulüplerinin sahibi veya ortağı oldu. Bolivar kulübü ile ortaklık anlaşması imzaladılar. Ayrıca Hollanda’dan Gana’ya birçok ülkedeki kulüp ve federasyon ile çalışma ve eğitim ortaklığı kurdular. Şeyh Mansur hedeflediği uluslararası anlaşmaları yaparken, Soriano hayal ettiği global futbol varlığını oluşturuyordu.
Eğlence, markalaşma, dijitalleşme ve ticarileşme… Soriano’nun futbolu ‘Disneyleştirme’ fikri bu dört temel üzerine kurulu. ‘Drive to Survive’ etkisini ‘All or Norhing: Manchester City’ belgeseli ile F1’den de önce denediler. Taraftarların buluşma noktası ‘Cityzens’ platformunu oluşturdular. Çin ve Hindistan’da orta sınıfın futbol eğlence pazarına sahip olma, Uruguay ve İspanya’da yetenekli futbolcuları keşfetme stratejisiyle geniş kapsamlı bir yönetim fikrini uyguladılar.
Soriano hayalindeki kapitalist canavarı yarattı. Elindeki maddi imkanlarla Manchester City’yi büyük bir güç haline getirdi. Saha kenarında Pep Guardiola, saha içinde Kevin De Bruyne, Erling Haaland, Bernardo Silva, Jack Grealish, İlkay Gündoğan ve Rodri gibi doğru transfer hamleleriyle teknik konuların üstesinden geldi. Bu büyük bilgi ve yetenek ağı maddi güç ile birleşince diğer kulüpler de yerel başarılar elde etti. Nihayetinde CFG tüm paydaşlarını memnun etmeyi başardı.
Ancak bütün kaynaklar önünüze sunulduğunda işler elbette kolaylaşıyor. Haksız rekabet bununla sınırlı kalmıyor. City’nin bulaştığı FFP davaları bugün itibarıyla üç haneli rakamlara ulaştı. Wikileaks belgelerinde finansal kısıtlamalardan ötürü futbolcuların imaj haklarının İngiliz Virjin Adaları’nda kurulan, Abu Dabi finansörlüğünde kurulan bir paravan şirkete satıldığı iddia ediliyor.
Enerji fizik biliminin temelidir. 1984’te bir enerji içeceği firması olarak kurulan Red Bull sahip olduğu enerjiyi zaman içinde işe çevirmeye başladı. Avusturya merkezli firma sportif yatırımlara da uzun süredir ağırlık veriyor. İlk olarak yelken ve dalış gibi spor dallarıyla sporun ekstrem tarafına eğilen Red Bull, daha sonra motokros ve uçak gösterileriyle sporun hızlı taraflarında ‘kanatlandı’. 2005’ten itibaren Red Bull Racing adıyla Formula 1’de de yarışmaya başladı. Spor dünyasına fırtına gibi giren Red Bull asıl kasırgayı futbolda yaratacaktı.
F1’e adım attıkları yıl Avusturya’nın köklü kulübü Austria Salzburg’u gözlerine kestirdiler. Kulübü satın alıp önce renklerini kendi renkleri olan kırmızı-beyaza daha sonra da isimlerini Red Bull Salzburg’a çevirdiler. Mor-beyaza meftun taraftarlar takımın bir enerji içeceği firması tarafından alınıp başka bir takıma çevrilmesine büyük tepki gösterdi. Ancak bardağı taşıran son damla kulüp logosunun değişmesi ve 1933 olan kuruluş tarihinin 2005 olarak değiştirilmesi oldu. Red Bull tarafı taraftarlarla uzlaşmaya gitmek istedi ancak çabaları sonuç vermedi. Red Bull bundan rahatsızlık duymadı. Çünkü artık planlarına engel olacak kimse kalmamıştı.
Takım yeni kimliğiyle beş senede üç şampiyonluk kazandı. Fakat Red Bull’un gözü baştan beri Pasifik’in ötesindeydi. 2006’da Amerika’ya çıkartma yaptılar. MetroStars takımını satın alarak adını Red Bull New York’a çevirdiler. Veteran oyunculara yönelen, para harcamaktan ödün vermeyen yönetim aklı Amerika’da isteneni vermedi. Red Bull gözünü Güney Amerika ve Afrika’ya çevirerek 2007’da Red Bull Brasil, 2008’de Red Bull Ghana’yı kurdu. Red Bull artık yetenek madenlerini işleyip kendi elmaslarını çıkarabilecek ve kendi takımları arasında dolaşım sağlayabilecekti. Fakat bir eksik vardı. Red Bull’a Avrupa’nın beş büyük liginden bir takım lazımdı.
Bundesliga’da takım sahipliği için 50+1 kuralı bulunuyor. Yani çoğunluğu alan kulübü yönetiyor. Red Bull için biçilmiş kaftan ama Bundesliga takımları büyük lokma. Red Bull’un yemeğe küçük lokmayla başlaması gerekiyordu. Almanya’nın Doğu bloğunda kalan Leipzig zamanla zenginleşse de bu durum futbol için geçerli değildi. Bunun farkına varan Red Bull şehrin takımını satın aldı ve ismini Red Bull Leipzig yaptı. Bu değişim ilk etapta Alman yasalarına takıldı. Kulüp ismi sponsorluk içeremezdi. Onlar da kanunun etrafından dolaşıp isimlerini RasenBall Sports Leipzig yaptılar.
Önce 30 milyon euroluk bir bütçeyle tesisleşmeyi sağladılar. Ardından yola bütçeyi artırarak devam ettiler. Almanya 5. Ligi’nden başlayan macera yedi sezonda Bundesliga’ya kadar ulaştı. Başarı karnesi parlak ama lekeliydi. 2013’te yönetim kurulunda oy hakkı bulunan dokuz üye vardı ve aidatlar 800 euro’ydu. Fakat kulüp aidatı ödense bile yönetim üyeleri kovma hakkını elinde bulunduruyordu. Nitekim 2017 yılından itibaren üye sayısı 17’ye çıktı ve aidat ücreti 1000 euroya yükseldi. Red Bull kaleyi içten fethetmiş, muhalefete yer bırakmamıştı. Borussia Dortmund’da 170 bin kişinin oy kullanabildiği demokratik düzenle karşılaştırıldığında Leipzig tarafı oligark kalıyor.
Diğer yandan hiçbir takım kendileriyle hazırlık maçı yapmıyor “Kein Fußball Mit Red Bull” (Red Bull ile futbol olmaz) sloganında birleşiyordu. Tepkiler sadece bununla kalmıyor, Red Bull’un kurduğu futbol ağının usulsüz olduğunu söylüyorlardı. Çünkü Red Bull diğer takımlarını birer akademi gibi kullanıyor, yok pahasına RB Leipzig’e transfer ediyordu. Bir bakıma para Red Bull’un sağ cebinden çıkıp sol cebine giriyordu.
2014’te eylemler büyüdü. RB Leipzig plastik bir takım olmakla suçlandı, takım otobüsü taşlandı. Hatta Avusturya kökenli olmalarından dolayı Hitler’e bile benzetildiler. Ölüm tehditleri geldi, sahalarına öküz kafası atıldı. Bunlara takılmayan Red Bull yönetimi yenilikçi ve yetiştirici kulüp yapısıyla dikkat çekiyordu. Bundesliga’da şampiyonluk yaşamadılar ama her daim zirvenin eteklerinde oldular. İki Almanya Kupası ve Şampiyon Ligi yarı finali de cabası. Bu başarılar büyük transferlerle değil altyapı oyuncuları ile geldi. Red Bull grubu paranın satın aldıklarını futbola geri sunarak günahlarının kefaretini ödüyor.
Futbolun en güzel yanlarından biri bilinmezliği. City Football Group ve Red Bull çok iyi yönetilen şirketler. Ama bizim ilgi odağımız yeşil çim. Daha doğrusu tek odağımız. Bu dev yapılar, büyük başarılar ve sayısız kupalar kazanıyor. Para ise bilinmezliği kağıt üzerinde sıfıra düşürüyor. Ve futbolda sıfır maalesef ki en çirkin sayı.