Belçika basınından Fenerbahçe-Union SG yorumu: Unutulmaz bir zafer
Geçen sezonun en iyi iki Belçika takımından birine böyle kafa tutmak. Böyle bir atmosfer. Böyle bir sıcak. Sakatlıklar olmasa belki devam diyeceklerdi. Olmadı. Ama saygımız sonsuz. O kesin…
Tamam Adana Demirspor elendi ama ‘görkemli kaybetmek’ böyle bir şey değil mi? Maçtan önce tribünlerden bahsetmek lazım. Aslında sonra da… Söz konusu Adana’ysa onlar her daim konuşulmayı hak ediyor. İyisiyle de kötüsüyle de.
Maç öncesi Genk Teknik Direktörü Vrancken, “Genç bir takımız ve böyle ateşli ortamlarda oynamayı çok seviyoruz.” demişti. Ama maç öncesindeki tribün şovunu görünce afallamış olmalı. Onu bilemeyiz ama takımına bir ‘kal geldiği’ kesin. İlk 15 dakikada birbirlerini duyabildiklerinden emin değilim. Hakemin düdüklerini anlamakta bile zorlandılar.
Bu kadar ateşli bir tribün olmasının pek çok nedeni var. Birisi malum, orası Adana. Ateşten anlarlar. Her türlüsünden. Takım biraz kıpırdansın dolar o tribünler. Böyle şahlandığında ise ateşli olmayı bırakıyorlar, alev alev yanıyorlar. Gerçi maçın sonlarında stresten onlara da bir al bastı ama gene de muhteşemdiler.
Ama sadece bu değil. Özlem de önemli. En üst düzey futbolu çok uzun süre bekledi Demirsporlular. Yıllar boyu Süper Lig bile hayaldi. Şimdi Avrupa sahnesinin kıyısından döndüler. Az şey değil. Üçüncüsü, bir inanç var. Çünkü bu takımın bir ufku var. Montella’yla, sonrasında Kluivert’la birlikte gördüğümüz bir ufuk. Avrupa’nın kariyerli futbolcularının teknik adamlık sahnesine çıkması için sunulan bir fırsat olarak tasarlanmış gibi takım. Getirdikleri havalı futbolcu eskilerine takılmayın. Orası klasik ‘Türk işi’ yönetim fiyakası. Ama Montella ve ardından Kluivert tercihleri önemli. Orada bir ‘plan’ var. Nitekim buradan iyi bir gidiş yolu çıkıyor.
Tüm bunlara ek, hatta belki hepsinden de fazla olarak en etkileyici olan neydi biliyor musunuz? Bu yükselmiş duyguları makul bir süzgeçten geçirip oyunu akılcı bir zemine çekmek. Maçın dengesini, rot-balansını o kadar iyi tutturdu ki Demirspor, o kadar doğru zamanda patlamalar yapıp rakibi öyle güzel sıkıştırdı ki, böylesi rasyonel bir futbolu o bölgede herhangi birinden beklemek pek mantıklı olmaz. Oralarda büyüdüm, iyi bilirim. Soğukkanlılık kelimesinin Adanacası yoktur.
Yusuf Sarı’nın acarlığı, Semih Güler’in geride bir sfenks gibi dikilişi, Emre Akbaba’nın sağlamcılığı, Ndiaye’nin yırtıcılığı çok iyi oturmuş. Takımın hücum aşkı asla tekinsiz bir saldırı değil. Dört taraftan yüklenirken bile güvenlik bariyerlerini görebiliyoruz. Hele de topu kaptırdıktan sonra yaptıkları ‘karşı pres’ hem şehre uygun hem futbola. Gene ‘oraca’ söyleyelim. Hem ‘Allahına kadar’ gönülden bir hücum pres hem de İncirlik’in yakınlarında gezer gibi bir temkinlilik.
Ama işte, sakatlıklar bellerini feci büktü. 1-0’dan sonra düşen vites beklenir şeydi. Ama sakatlıklarla iyice gerilediler. Gene de sonunu getirecek kadar direndiler mi? Direndiler. Belhanda uzatmadaki o pozisyonu değerlendirse penaltıyı kaçırdım diye üzülmeyecekti, olmadı.
Tabii sıcak da vardı. Saat 22.50 itibarıyla hissedilen 31°C’ydi hala. Üstüne rakibin gençlik kozu öne çıkınca 60’tan sonra çok düştü oyun.
Gene de büyük iş bu. Genk’i neredeyse eliyordu Adana Demirspor. Malum, Belçika futbolu epey bir süredir bize fark atıyor. Ve o Belçika’nın geçen yıl normal sezon lideriydi bu takım.
Epik mağlubiyet budur işte.