İngilizler günah çıkarıyor: Southgate
‘Kravat’ın mucidi olarak da bilinen Hırvatistan'ın geleneği sağlam. mağlubiyet aslında günümüz futbolunu yakından takip edenler için şaşırtıcı bir sonuç değil. Türkiye'nin oynama arzusu, elinden geleni yapmaya çalışmasıysa takdire şayandı.
Tito sonrası iç savaşlar eşliğinde ilmek ilmek dağılan Yugoslav mozaiği, bilindiği üzere sporun her dalında başarılı olmuş, geleneğini, yapısını oturtmuş bir coğrafyaya sahipti. Balkanların bu yöresinde o eski geniş ve bütüncül yapı yerini yeni devletlere bırakırken işin futbol kısmında bayrağı en uçlara taşıma görevini Hırvatlar üstlendi. Zihinlere yerleşen damalı formalarıyla ilk olarak 1998 Dünya Kupası’nda turnuvayı ‘üçüncü’ sırada bitiren Kırmızı-Beyazlılar, daha sonra çeşitli gelgitler yaşasa da son derece yetenekli kuşaklarıyla her daim üst düzey bir takım olmayı başardı. Nitekim 2018 Dünya Kupası’nda final oynadılar, son olarak da 2022 Dünya Kupası’nı yine ‘üçüncülük’ unvanıyla tamamladılar.
‘Kravat’ın mucidi olarak da bilinen Hırvatistan yaklaşık 25 yılda bütün bu akılda kalıcı zaferlere uzanırken Suker, Prosinecki, Boban, Jarni, Boksic, Bilic, Prso, Kovac kardeşler, Kalinic, Kranjcar, Tudor, Srna, Olic, Corluca, Rakitic, Mandzukic ve tabii ki Modric gibi isimler takımı sırtlayan öncelikli futbolcular olarak öne çıkıyordu. Bu değerler, Avrupa’nın üst liglerinde forma giyerek de kendi oyunlarını, bilgi, görgü ve deneyimlerini zenginleştiriyordu.
İşte bu geleneği sağlam, sahada duruşu güçlü takım malum, Euro 2024 Grup Elemeleri D Grubu’nda Türkiye’nin dört rakibinden biri ve dün gece, iki ekip kozlarını paylaştı. Bursa’da oynanan mücadeleye ev sahibi Ermenistan deplasmanında 2-1’lik sonuçla aldığı üç puanla çıkarken konuk takımın cebinde ise evinde Galler’le 1-1 berabere kalması sonucu kazanabildiği bir puan vardı. Zlatko Dalic’in çalıştırdığı ‘Dalmaçyalılar’ elbette kâğıt üzerinde favoriydi. Lakin her daim sağı solu belli olmayan ve özellikle kendi kalibresinin üzerindeki takımlara sürpriz yapmakla bilinen Türkiye, Avrupa’nın üst liglerinde forma giyen genç kadrosuyla yine de ümit verici bir görüntüdeydi.
Takımın teknik patronu Stefan Kuntz, Ermenistan maçında ikinci yarıda sahaya sürdüğü Salih Özcan ve Kerem Aktürkoğlu’nu bu kez direkt ilk 11’de yer verirken sağda da Onur Bulut’un yerine Zeki Çelik’e forma şansı tanımıştı. Bir de önceki maçın 11’inden Ozan Kabak yoktu.
Timsah Arena’daki mücadele, konuk ekibin pasa dayalı oyunuyla başladı. Hırvatlar topa hâkim görünüyor ama kontra şans yakalayan taraf ev sahibi oluyordu. İlk 10 dakikada üç heyecan verici ve pekâlâ gol olabilecek fırsatı yakaladı ve değerlendiremedi Türkiye. Sonrasında hızlı ve kalabalık gelişen atakta Mateo Kovacić’in golü geldi. İlk devrenin uzatma dakikalarında Kuntz’un öğrencileri “Belki beraberliği buluruz” diye yüklenirken talihsiz bir kontrol hamlesi mi yoksa fundamental bir eksiklik mi, karar veremediğim bir pozisyonda kaptırdığımız top, yine Kovacic tarafından ağlarımıza bırakıldı ve soyunma odasına konuk Kırmızı-Beyazlılar 2-0 önde gitti. İkinci yarıda görüntü olarak oyunun hâkimi Türkiye’ydi ama bu hâkimiyet skora yansımadığı gibi Hırvatlar buldukları kontra toplarda farkı üçe hatta dörde çıkarabilirdi…
Dünkü mağlubiyet aslında günümüz futbolunu yakından takip edenler için şaşırtıcı bir sonuç değil. Unvanlardan bağımsız konuşalım; bu Hırvatistan çok değil birkaç ay önce Katar’daki ‘Dünya Kupası’nda zekice bir taktikle favori Brezilya’yı önce uzatmalara taşıdığı maçta penaltılarla saf dışı bırakmıştı. Her biri üst düzey takımlarda forma giyen ve ‘ilk 11’lerin direkt oyuncuları konumunda bir kadro profiline sahipler. Türkiye ise hem kabuk değiştirme sürecinde hem de içeride ve dışarıda her ne kadar önemli takımlarda forma giyen profillere sahipse de ‘birinci sınıf’ olarak tabir edilecek çizgide futbolcusu çok az. Hele hele takımın oyun aklı ve en kreatif ayağı konumundaki Hakan Çalhanoğlu’nun 38. dakikada sakatlanarak sahayı terk etmesi Ay-Yıldızlılar adına büyük bir talihsizlikti. Takımda, Interli orta sahanın yerini doldurabilecek, futbol tabiriyle ‘ince’ paslarını atabilecek başka kimse yoktu. “Ya Arda Güler?” diyebilirsiniz ama ben bu genç yeteneğin bu tür sert ve daha üst düzey maçlar için biraz daha pişmesi gerektiği kanısındayım.
Ermenistan mücadelesine ilişkin eleştiri yazımda “Dünkü oyunun Hırvatistan maçına yetmeyeceği aşikâr” diye bir cümle kurmuştum. Aslında yetmeyen bizim oyunumuz değil, takımın gücü, kapasitesi, tecrübesi ve var olan yeteneğinin olduğunu dün sarih bir biçimde gördük. Ama yine de takımın oynama arzusu, elinden geleni yapmaya çalışması takdire şayandı. Oyuncu tercihlerinde -hele hele Ermenistan maçı göz önüne alındığında- ben bir hata olduğunu sanmıyorum. Atılacak bir gol maçın seyrini muhtemelen değiştirebilirdi ama olmadı. Öte yandan yine bir önceki yazıda puan stratejisinden bahsederken turnuvanın düzenleneceği Almanya’nın yolunu tutmak için “İki Hırvatistan maçından bir puan çıkarmak yeterli olabilir” türünden bir mantık üretmiş ve asıl rakibimizin Galler olduğuna vurgu yapmıştım… Şu an itibariyle iki maç sonrası Hırvatistan ve Galler dört, Türkiye üç puanda. Bahsettiğim puan stratejisi bizi Almanya’ya taşır; yani ‘Britanya temsilcisi’yle olan iki randevudan dört puan çıkarmak yeterli… Bunu başarabilir miyiz? Bence en azından bu hedef olasılık dahilinde diye düşünüyorum…