Galatasaray yabancılarıyla zafere uzandı
Adamın boyu 2.18…
Basketbolda onlara “Uzun adam” veya “Uzun forvet” denir.
O uzun adama o sorunun sorulduğu sahneyi size uzun uzun anlatacağım.
Ama biraz sabırlı olun, size bazı ön bilgileri verip o sahneye hazırlayayım.
Mesela Ey Fenerbahçeliler, her hafta Saracoğlu’nda seyrettiğiniz takımı süfli ve adi zampara bir emlakçının satın aldığını öğrenseniz ne hissedersiniz…
Aynı soruyu size de soruyorum ey Galatasaraylılar… Beşiktaşlılar…
Seçim şoku yaşayan yüzde 48’e naçizane bir önerim var.
Dün gece sabaha kadar uyumadım ve BluTV’ye yeni konulan olağanüstü bir doküdramayı seyrettim.
İngilizce adı “Winning Time…”
“Kazanma Zamanı…”
İşte bu soruları, cevaplarını bu dizide seyrettim.
Benim gibi seçim travması yaşayan bir yüzde 48 mensubu iseniz bu “Uzun Adam” sorusunun cevabı sizin de ilginizi çekebilir.
Ama sen yüzde 52 mensubu kardeşim…
İnan senin de çok ilgini çekebilir bu dizi…
Dizi, 1979 yılında Jerry Buss adlı bir emlakçının Los Angeles Lakers basketbol takımını satın alması ile başlıyor.
Jerry Buss, sokak diliyle “Adi zampara” denilebilecek bir tip. Akşamları Playboy klüplerinden çıkmıyor.
Hayatı her gün yeni bir kadınla tanışmak ve yatmaktan ibaret…
İşte o adam Lakers’i alıyor ve NBA tarihini değiştiriyor.
Basket sahalarına “Entertainment’i”, yani eğlenceyi ponpon kızları sokan o. Jack Nicholson ve şöhretleri saha kenarına oturtup maçı Show haline getirten de o.
Basketi sadece spor karşılaşması olmaktan çıkarıp, süper starların da içinde bulunduğu bir “Sit Com’a” çeviren o.
Yani bazı insanlar bizim gözümüzde pek iyi bir imaja sahip olmasa da çok başarılı işler yapabilir.
Diziden ilk ders bu…
Lakers’da Kerim Abdul Cabbar ile Magic Johnnson rekabetini, daha sonra Kobe Bryant-Shaquille o’Neal rekabetini bir dizi film haline getiren o.
Dizide işte bu “Yeni Takımın” doğumunu, koçların dünyasını, kenar mahallelerden, yoksul ailelerden gelen siyah çocukların aile ve sosyal hayatlarını, soyunma odalarında yaşananları, Müslüman olan oyuncuların takımdaki durumlarını, usta çırak ilişkisini ve tabii ki insanın bulunduğu her yerde ortaya çıkan kıskançlıkları, hasetlikleri, gammazcılıkları, karakter deformasyonlarını, yükseliş ve çöküşleri izliyorsunuz.
Yani bir basketbol filmi değil bu…
Amerikan toplumunun bir modülünün hikayesi…
Veya bir siyasi partinin, bir iktidar veya muhalefet partisinin mahrem odaları…
İlk sezonun ana konusu takımın kaptanı ve eski oyucusu 2.18’lik süper star Kerim Abdul- Cabbar ile yeni gelen çaylak Magic Johnson’un ilişkileri…
Abdul- Cabbar kaptan ama takımın en yalnız, en tek başına oyuncusu…
Çok asosyal.
Tabii ki takım açısından en büyük farkı da Müslüman oluşu.
İçlerindeki en sen sessiz ama aynı zamanda en öfkelisi de o…
Takımın kamp yerinde arkadaşları yüksek sesle müzik dinlerken onun odasında namaz kalışını seyrediyorsunuz.
En vurucu anlardan biri de bir Müslüman oyuncunun kendi kendini sünnet etmesi ile ilgili söylentinin tartışıldığı sahne…
Çünkü onun bir taşla ve bıçakla kendi kendini sünnet ettiği söyleniyor..
Bunu görmek için bir arkadaşlarını pisuarda, yanına gidip bakmaya ikna bile ediyorlar.
Ve sonunda bu sünnet tartışması öyle sürpriz bir sahneyle kapanıyor ki, içinizden “Hah işte en güzel cevap bu” diyorsunuz.
Ama size anlatıp izleme zevkinizi bozmayacağım.
Abdül- Cabbar daha üniversite yıllarında Hristiyanlıktan vazgeçip Müslüman oldu.
O sıralarda UCLA (California Üniversitesi’nin Los Angeles kampüsünde) basket takımında oynuyordu.
Ancak Müslümanlığını 1971 yılında Milwaukee Bucks takımında profesyonel basketbolculuğa başladıktan sonra açıkladı.
Filmde lise yıllarında bir camide Hoca’nın önünde kelime-i şehadet getirerek müslüman oluşunu gösteren bir sahne var.
Ama beni o sahneden çok, daha sonra Lakers yıllarında yine aynı camiye gidip, imamla yaptığı sohbeti gösteren sahne etkiledi.
Çünkü burada artık, geldiği yeri sorgulayan bir Müslüman vardır.
Şöhret ve paranın bir Müslümanı nasıl etkileyebileceği ile ilgili bir iç hesaplaşmaya götürüyor insanı.
İşte o sahnedeki diyaloğu aynen aktarmak istiyorum.
(*) ABDUL CABBAR: Bu caminin içine girmemden bu yana epey zaman geçti.
İMAM: “Allah razı olsun kardeşim her şey tıpkı eskisi gibi..”
Ancak o noktadan itibaren her şeyin eskisi gibi olmadığını gösteren şu sözleri söylüyor:
(*) ABDUL CABBAR: Günde beş vakit namaz kılıyorum, eskiden sözler kalbimden geliyordu, ama artık kalbimden gelmiyor.
İMAM: “Neden? Allahı kaybettiğinden mi korkuyorsun.”
(*) ABDUL CABBAR: “Belki de onun karşısına çıkmaya korkuyorum.”
İMAM: “Neden korkuyorsun?”
(*) ABDUL CABBAR: “Daha genç bir adamken, Allah’a döndüğümde imanım daha saftı. Hayatımda ilk defa bir amacım olduğunu hissetmiştim. Sonra zengin bir adam haline getirdim kendimi. Ünlü oldum. Niye bunca para? Maçta topları bir sepete sokuyorum diye. Ama artık başka bir dünya görüyorum. Benim burada olmamla dünya daha iyi bir yer haline gelmedi.”
İMAM: “Neden böyle düşünüyorsun?”
ABDUL CABBAR: “Hristiyan ismimi değiştirip Abdül Cabbar yaptığımda insanlar beni yuhaladı. Ama şimdi de bana tezahürat yapıyorlar. Ve ikisi de bana aynı şeyi hissettiriyor. Bu durumdan nefret ediyorum. Onları kendimden uzaklaştırıyorum. Çünkü hepsi bende bir kahraman görüyor. Bense kendimde bir palyaço görüyorum.”
İMAM: “O zaman sen adını unutmuşsun. Adın Abdul Cabbar. Allahın hizmetkarı. Tanrının aracısı. Yani Tanrı değil. Onun yerini almak bize düşmez. Tüm yapabileceğimiz onun sevgisine örnek olmaktır. O yüzden seni bu kadar güçlü yaptı. Böylece onun yolunda yürüyebilirsin. O yüzden seni bu kadar uzun yaptı. Böylece diğerleri seni görüp ilham alsın diye. O yüzden sana dizler verdi kardeşim. Böylece diğer herkesle birlikte diz çökesin diye.”
Kerim Abdul Cabbar bunun üzerine hocaya “Beraber namaz kılabilir miyiz” diye soruyor.
Ve namaz kılıyorlar.
Müthiş bir dizi…
İç rahatlığı ile kaçırmayın diyorum…
Dizi film sevenlere sadece şu referansı vermem seyretmeleri için yeterli sanırım.
Bir HBO yapımı…
Yani ben dahil bir çok insanın, adını duyduğu an hiç eleştiri, tanıtım falan okumaya ihtiyaç duymadan seyretmeye başlayacağı dizilerin yapımcısı…
Sopranos, Game of Thrones, Six Feet Under, My Brilliant Friend, Little Big Lies, Roma, The Office, Last of Us, Ephoria…
HBO’nun bu yazki ilk sürprizi The Weeknd ve Lilly Rose Depp’in oynadığı “Idol” dizisiydi.
Şimdi de bu geldi…
Hepimizin içindeki uzun ve kısa kadınların, adamların hikayeleri…
Bir “Ne idim, ne oldum” hesaplaşması…
Ve tabii asıl soru:
“Ne olacağım…”
22 Kasım 2024 - Ufuk Uras’a sordum: Devlet beye o soruyu sordun mu?
20 Kasım 2024 - Son anket: Türk halkı böyle bir Milli Eğitim Bakanı istemiyor
19 Kasım 2024 - Yılın son profil analizi: Hakan Fidan’a elini veren kaç parmağını kaybeder?
17 Kasım 2024 - İşte o ünlü adamın aynı anda idare ettiği altı kadının isimleri
16 Kasım 2024 - Dün Bebek’teki Thomas Mann teknesinde Hasan Cemal’in beni ağlatan 285’inci sayfası