Milli Takım Euro 2024 yolunda, rakip Ermenistan
O kadar çok konuşuyoruz ki oyunun tadı kaçıyor. Eskiden olsa ne mutlu olurduk bu takımdan. Genç çocuklar, zıpkın gibi çıkışlar, dipdiri futbol. Skorun önemi yok. Şimdi onlar bile mutsuzluğumuza iyi gelmiyor. Oysa izlemek konuşmaktan iyi, arındırır.
15 yıl önce olsaydı, ne kuşlar kondururdum bu yazıya. 15 yıl önce beni bu maça gönderirlerdi bir kere. Gazeteler okunurdu. Televizyonlar izlenirdi. Maçı ekran başından yazanlar ayıplanırdı. Ben de tepe tepe gezerdim Budapeşte sokaklarını. O yüzden yazıya bol bol Budapeşte serpiştirirdim.
Tuna Nehri’nin ayırdığı Buda ve Peşte yakalarını muhtemelen Anadolu-Avrupa analojisiyle anlatırdım. Sonra “Tuna Nehri akmam diyor”a bağlar, tarihi irtibatların izini sürerdim. Hele de bir sonraki maç Avusturya’yla iken tarih üzerine de konuşurdum. Sırp Prensi bulurdum maçtan, arşidükler, ‘büyük savaşlar’ gırla giderdi. Sonunda da Viyana kapısında görüşürüz, diye bağlardım kesin.
Gencim ya, bunlarla kalmaz haddimi aşardım. Macarların ‘Victatör’ dedikleri Başbakan Victor Orban’ı anlatır, birilerinin kulaklarını çınlatırdım. Ama sonunda kesin Puşkaş’a bağlardım. Stada adını veren Puşkaş’a. Efsanenin yine 15 sene önce falan öğrendiğim o lafını söylemeden geçmezdim: “Futbolun artık denklemi şudur: Küçük para eşittir küçük futbol. Büyük para eşittir büyük yozlaşma.”
Ama o günlerde değiliz işte. Bugünün ruhu, havası, adabı, kıvamı başka. 2008’den beri en sempatik milli takım ve daha uzun süredir en sempatik teknik adam bile tek ayak üzerinde yakalanabiliyor. “Bu sefer hakikaten seviyoruz takımı” derken, her şey tepetaklak gidebiliyor. Semih Kılıçsoy konusu genç bir oyuncu üzerinden yaşanan iletişim krizi değil sadece. Artık her tökezlemenin çarpan etkisi var. Nefret geometrik artıyor. Montella’nın İtalyan karizmasının çizilmesi ışık hızında gerçekleşebiliyor. Ne acayip işler değil mi?
Televizyondan izlemenin de yararı yok değil. Orada olsaydım şunu duyamazdım misal. Maç öncesi yılların gazetecisi İbrahim Kırkayak, Montella’ya Semih ‘olayını’ ve dün ilk 11’de olmayan Arda’yı sordu. İtalyan teknik direktör de kendince cevaplar verdi. Sinirlenmeden, yüzünü asmadan… Ama sonra ne oldu? Önce Kırkayak, sonra diğer TRT insanları Kırkayak’ın yaptığının doğal/doğru bir şey olduğunu, gazetecilik olduğunu savunmaya başladılar. Kimse onları (en azından canlı yayında) itham etmemişti oysa. Ama cevap bulmak zorunda hissettiler. Kulaklarına bir şeyler fısıldandı mı, bilmiyorum. Durduk yere insan gazetecilik yapmanın kıymetinden neden uzun uzun bahseder ki? Olmayana ergi bu sanırım. İnsan üzülüyor!
İtalyan derbisiydi dün akşamki: İki ‘şekillendirici’ teknik adam Rossi ve Montella’nın takımları sahadaydı. En as halleriyle olmasa da gidiş yollarını gösterdiler. İkisi de ellerindeki bir dolu cevherden belli ki bir sürpriz takım yaratmaya çalışacak. Ev sahibi yerli ve milli sayılır. Neredeyse bütün kariyerini Macaristan topraklarında geçirmiş bir teknik adam Marco Rossi. O yüzden takımını çok iyi tanıyor ve her şeyi baştan inşa etmiş. Dün biraz da bu sayede galip geldiler. Montella ise milli kariyerine sihirbaz olarak başladı. Hepimize şapka çıkarttırdı. Ama sihirbazlık uzun erimli olabilecek bir şey değil. Biraz harç işine de girmesi lazım. Sanırım o da bunun yollarını arıyor. Yenilgiye hiç takıldığını zannetmiyorum.
Oyuna da bakalım mı? Dün akşam deneme-yanılma takımı çıktı sahaya. Asıl ‘seleksiyonun’ epey bir bölümü yoktu. Vefa kontenjanından Adana Demirsporlular gene vardı (Yunus ve Samet). Farklı varyasyonlar da denendi. Böylece mümkünlerin kıyısına inmiş olduk, ki doğru bir seçimdi bu. Defansif oynatıldığından şikayet ettiği için Benfica’da kadro dışı kalmış Orkun asıl oynamak istediği bölgede etkili değildi mesela. Onun sayesinde Çalhanoğlu-İsmail ikilisinin akışkanlığını da test etmiş olduk. Tahlilin sonucu ne peki? Hakan milli takım formasıyla İtalya’daki verimine ilk defa bu kadar yaklaştı. Tekrar forma giren Enes’e baktık bol bol. Ki kendisi bu takımın şimdilik tek santrforu gibi duruyor. Dolduruyor mu yerini? Pek değil. (Gel de Semih tartışmasına girme. Neyse.) Defansın göbeğinde en olmayacak ikili, Samet-Ozan çok aksamadı. Geniş kadro için iyi haber bu. Umut veren ise yine Kenan oldu. 71’deki pozisyonu kaçırmasa ne güzel olurdu. Ama hiç dert değil. 2005 doğumlu Juventuslu topla her buluştuğunda göz doldurdu. Arda’yı da izledik bir yarım saat. Ondan da razıyız. Son 15 dakikada bir de Can Uzun’u gördük (ah o 85’teki vuruşu gol olsaydı keşke). Ne güzeldi! 2005’li büyük yıldız adaylarına sahip olmak az şey mi?
Kaybetti A Milliler. Olsun. Hazırlık maçı böyle bir şey değil mi? Bu takım hakikaten çok yetenekli gençler barındırıyor. Daha neler var çıkında. İzlerken sempati duymamak mümkün değil. Tadımızı kaçıran tartışmalar olmasa güzel güzel seyredeceğiz ama olmuyor işte. Futbolun gerçekleri çok sıkıcı. Gene de izlemek konuşmaktan daha iyi. O kesin.
Bundan 15 sene öncesi diye başladık, aynı makamdan bitirelim. O günlerden bugüne istikrarlı olarak devam eden tek bir şey var. Dün akşamki stada adını veren Puşkaş’ın o sözü dimdik duruyor orta yerde. Pardon onun da ikinci kısmı: “Büyük para eşittir büyük yozlaşma.”
İşte bunun futbolunu izliyoruz. Her şey iyi gitse de aklımızdan bu gerçek hiç çıkmıyor. Söz konusu bu pırıl pırıl takım olsa da…