Fenerbahçe kötü gidişi derbide durdurdu
Fenerbahçe yönetimi, 'Maça çıkmıyoruz, yaptırımlara da razıyız' diyerek meseleye noktayı koymalıydı. Galatasaray'a gelince rakipleri sahayı terk ederken başta Icardi olmak üzere alkışladı. Tabii bu alkış takdir miydi protesto mu bilinmez.
Demokrasinin geçerlilik arz ettiği toplumlarda, disiplinlerde, oluşumlarda protesto en doğal haklardan biridir. Fenerbahçe Spor Kulübü bu sezon kendilerine haksızlık yapıldığı, aslında bu haksızlığın çok uzun süredir uygulandığı ve nihayetinde artık tavana vurduğu iddiasında. Katılır ya da katılmazsınız, Sarı-Lacivertli camianın ve de onları temsil eden başkanlarının görüşü bu. Ve bu görüşlerinin ifadesi olarak yakın bir zaman önce ilk olarak ‘Ligden çekilme’ fikrini sahaya sürdüler. Lakin sonraki süreçte kimi yaptırımlar nedeniyle bunun çok da düşünülmeden, anlık bir tepki sonucuymuş gibi zannı doğurarak en azından ‘şimdilik’ öncelikli seçenekleri olmadığını açıkladılar. Kronolojik akışta bir başka protesto biçimine yöneldiler ve takvime göre dün oynanması gereken ‘Süper Kupa’ maçının, Avrupa cephesindeki Olympiakos randevularını gerekçe göstererek ertelenmesini istediler.
Ayrıca mücadeleyi yabancı bir hakemin yönetmesi de bir başka öncelikli istekleriydi. Federasyon Sarı-Lacivertlilerin karşılaşmaya çıkma koşulundaki bu iki isteğini de reddetti ve akabinde yeni bir yol haritası çizen Başkan Ali Koç ve ekibi, bir şekilde dillendirilen ama nasıl uygulanacağını ancak Süper Kupa maçının başlangıç düdüğünden sonra görebileceğimiz bir hamleye soyundu. Sahaya U-19 takımı çıkacak ve starttan birkaç dakika sonra sahayı terk edecekti. Lakin dakika bir, rakip golcüsü Mauro Icardi’yle golü buldu ve sahayı terk etme eylemi teorikteki yerini bambaşka denklemlere bıraktı.
Bu meselede lafı fazla dolandırmanın anlamı yok. Dünkü gelişmeler gösterdi ki bir kararı çok net uygulamak istiyorsanız, gereksiz ara yollara sapmamalısınız. Birkaç sezon önce Beşiktaş, Fenerbahçe’yle oynaması gereken kupa maçının rövanşına çıkmadı; sonra ne oldu, bir sezon kupadan men edildi. Bence bu yol en basiti, en netiydi. Sarı-Lacivertli yönetim de çok açık bir biçimde “Biz bu maça çıkmıyoruz, bu nedenle uygulanacak yaptırımlara da razıyız” diyerek meseleye noktayı koymalıydı. Şimdi gereksiz yere yeni tartışmalara kapı aralandı. Ömürlerinin baharında gencecik çocuklar çok da parlak olmayan bir planın uzantısı olarak sahaya sürüldüler, gol yemeden sahaya çekilmeleri beklenirken birinci dakikada yedikleri golle manasız bir moral düşüklüğünün, hayatları boyunca hatırlayacakları gereksiz kötü bir hâtıranın parçası oldular. Özetle Ali Koç ve yönetimi bu krizi yönetmeyi beceremedi.
Galatasaray cephesine gelince, gencecik rakipleri sahayı terk ederken başta Icardi olmak üzere alkışladılar. Tabii bu alkış takdir miydi protesto mu bilemedim. ‘Takdir olmalı’ diye düşündüm. Öte yandan Kerim Demirbay’ın kupayı alıp kendi yedek kulübesine doğru yollanması saçmalığın daniskasıydı. Evet, ben de kendisini sevenlerdenim ama “Dayı” halet-i ruhiyesini abartmanın anlamı yok, Bundesliga kültüründen geçen bir profesyonelin bu denli gereksiz bir sevince soyunmasını çok çok gereksizdi.
Bunlar düne ait öncelikle izler. Resmin geneline baktığımızda ise bütün bu kaosun gerçek adresinin yönetme becerisinden yoksun Futbol Federasyonu olduğunu görüyoruz. Dün gece kimi yorumcu arkadaşların da altını çizdiği gibi bu sezon zaten birçok yanıyla unutulmayacak rezaletlerin yaşandığı bir sezon oldu. Bir kulüp başkanı (Faruk Koca) gitti hakem tokatladı, bir kulüp başkanı (Ecmel Faik Sarıalioğlu) gitti takımını sahadan çekti, bir kulübün taraftarları (Trabzonspor) yenildikleri maçtan sonra sahaya inip rakip takım (Fenerbahçe) oyuncularını darp etmeye çalıştılar, Süper Kupa maçı Riyad’da oynanacakken oynanmadı ve nihayetinde dünkü gelişmeler yaşandı.
Bir yönetimin “Gördüğünüz gibi biz bu işleri yönetemiyoruz, bir an önce görevi bırakmalıyız, bırakıyoruz” demesi için kaç skandal daha gerekiyor, bilemiyorum. Mevcut yönetim dün bir de o ünlü sosyal medya kalıbını hatırlatırcasına (‘Dur Diego zaten ortalık karışık’) 18 Temmuz’da seçime gitme kararı aldığını açıkladı. Yukarıda saydığım gelişmeler doğrultusunda çoktan çekilmeli ya da istifa etmeliydi zaten.
Daha önce çok kez dile getirdim; Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Süper Kupa’yı Ankara, Samsun, Sivas, Erzurum gibi yeni rejimin kuruluş aşamasındaki simge şehirlerinden birinde oynatmak varken Riyad’da oynatma fikri zaten başlı başına falsoydu. Ve Suudi Arabistan’da oynanmayan mücadelenin ardından zaten bu işi yüzüne gözüne bulaştıran federasyonun bir an önce istifası en mantıklısıydı. Lakin çok uzun süredir bu topraklarda ‘istifa’ kavramı tek taraflı bir müessese olmaktan çıktığı ve görevden alınma şeklinde uygulandığı için doğrusu bu konuda bir şey söylemek da bazen nafile gibi geliyor. Ama yine de bir gerekçe bulunup (mesela sağlık) pratiğe dökülmeliydi.
Öte yandan Fenerbahçe’nin Süper Kupa mücadelesi için şart koştuğu iki istekten biri olan ‘Maç erteletme’ şıkkı için şunu söylemek istiyorum; bence bu talep ‘Endüstriyel futbol’ adıyla anılan günümüz ortamı için karşılığı olmayan bir taleptir. Günümüz futbolunda bütün takımlar sezon içi takvimin yoğunluğunun bilincindedir ve plan, program, kadro yapısı, genişliği vs.’yi bu bilgi dahilinde yaparlar. Fenerbahçe de sezon başı üç kulvarda yarışacağını bilerek son derece geniş, Süper Lig standartlarının çok üstünde bir kadro kurdu. Dolayısıyla takıma dahil edilen çoğu Avrupa’nın üst düzey liglerinin tozunu yutmuş, yıllarca oralarda oynamış, başarı kazanmış yıldızlar topluluğundan oluşan oyuncuları bu tür deneyimlerden defalarca geçmişti.
Örneğin ben Dzeko’nun Bundesliga, Premier Lig ya da La Liga serüvenleri boyunca böylesi durumlarla karşılaştığına ya da Fred’in Premier Lig’de, Tadic’in de Eredivisie’de bu türden erteleme maçı isteklerinde bulunulduğuna tanık oldukları kanısında değilim… Bu tür arenalarda ayakta almaya çalışan takımlar kadro derinliklerini ona göre oluştururlar ve yollarına böyle devam eder ve başarıya da böyle ulaşırlar. Türkiye’de ise böyle isteklerde bulunmak tabii ki yeni bir şey değil, geçmişte de ‘Ülke puanı’ değil belki ama ‘Ülke futbolu’ gerekçesiyle benzer isteklerde bulunuluyor ve çoğu kez de bu istekler yerine getiriliyordu. Bence şimdiki zaman futbolunda, hele hele yoğun maç trafiği içinde bu tür isteklerin pek mantıklı yanı yok, geniş kadrolar, üst düzey profesyonellerle dolu takımlar üç günde bir maç yapabilir.
Son olarak 18 Temmuz’a kadar beklenenin anlamı yok; belki ki Federasyon Euro 2024’te olası bir başarının rüzgârı üzerinde yükselerek güven tazeleme peşinde ama bence gereksiz bir zaman kaybı. Toplum ‘Yerel seçimler’de değişiklikten yana tavır koyduğunu gösterdi, madem futbol hayatın bir yansımasıdır, federasyon cephesinde yapılacak bir deri değişikliği de en azından futbol kamuoyunun fay hatlarında biriken enerjiyi yeni kaoslara kadar boşaltacaktır kanısındayım… Hoş federasyon koltuğu sistemin beğenisinden uzak birine teslim edilmeyecek, tabii ki bunu biliyorum ama yine de bu durum bir tür ‘kabinede revizyona gitmek’ gibi düşünülebilir…