27. İstanbul Tiyatro Festivali’ne ‘İstanbul Mon Amour’ ile veda
İstanbul Tiyatro Festivali’nin kapanışını yapan ‘İstanbul Mon Amour/Beyoğlu’ Balat’a taşınıyor. Yuvakimyon Rum Merkez Lisesi’nde sahnelenecek ‘tiyatro maratonu’, şehrin tarihi gerçeklerinden fısıldanan kısa oyunlardan oluşuyor.
İstanbul’da soğuk rüzgârlı bir pazar. Harbiye’deki 160 küsur yıllık, hem heybetli hem zarafet içindeki Notre Dame de Sion Lisesi’nin avlusundayız. Berelerin, kaşkolların altında onlarca festival seyircisiyiz. Kafamızı diktiğimiz yerde, merdivenlerin tepesinde kendisini ‘Kaplumbağa Zühtü’ olarak tanıtan genç oyuncu Burak Üzen, ‘İstanbul Mon Amour/Beyoğlu’ deneyimini açıyor. ‘Deneyim’, çünkü alışık olduğumuz manada bir ‘oyun’ değil gün boyu izleyeceğimiz.
O bir kaplumbağa, İstanbullu ve o kadar çok şey görmüş geçirmiş ki… Pazar günümüzün neredeyse tamamında adımlayacağımız üç ayrı mekândan da sızan tarihin tanığı. “İstanbul’a âşık olmanız için bir kere görmeniz yeter” diyor, Zühtü. Hiç de haksız değil. Tarihin hangi döneminde olduğunuzdan, içinde yaşayanların hoyratlığından, kendisine senelerdir reva görülen kıyımdan bağımsız; İstanbul’un -eski İstanbul’un elbette- her köşesi başka bir aşk vaadi…
Biz bu kez; yaşları yüzlerle ifade edilen üç Fransız Lisesi’nin avlularında, koridorlarında, sınıflarında, kuytu köşelerinde, duvarlarında asılı kalmış fısıltılara, sözlere, şarkılara, repliklere, haykırışlara kulak vereceğiz. Çünkü Fasulyeciyan’ın meşhur ‘Aktör dediğin nedir ki’ tiradında dediği gibi, bu köklü binaların sınıflarında da replikler dolaşıyor. Devrimler, isyanlar, yangınlar, darbeler, savaşlar, işgaller, büyük aşklar, işkenceler, ayrılıklar, kavuşmalar, katliamlar, protestolar, şenliklerden izler var o repliklerde. Devasa bir insanlar ve hadiseler geçidi olan Beyoğlu’nun fısıldadıklarının bir kısmını bu ‘oyun’da izleyeceğiz işte az sonra…
İstanbul Tiyatro Festivali’nin kapanış oyunu olan ve iki ayrı seans halinde tüm güne, üç mekâna yayılan ‘İstanbul Mon Amour/Beyoğlu’nda Monologlar Müzesi Ekibi’nin imzası var. ‘İstanbul Mon Amour’ fikri ilk olarak 30 sene önce, bu sene festivalin küratörü de olan yönetmen Işıl Kasapoğlu tarafından tasarlanmış. Bu konsept, iki senedir farklı yönetmenlere teslim ediliyor. Bu sene Ahmet Sami Özbudak ve Monologlar Müzesi ekibi, ‘aşk mektuplarını’ Beyoğlu’na yazmışlar.
Kalabalık bir ekibin yazdığı, yönettiği ve oynadığı bir iş, ‘İstanbul Mon Amour/Beyoğlu’. Ben 14.00 seansına katıldım. Notre Dame de Sion’da başlayan, Galatasaray Lisesi’nde devam eden ‘tiyatro maratonu’ 21.30’da St. Benoit Lisesi’nde sona erdi. Mekâna özgü bu konseptte seyirciler küçük gruplara ayrılarak (farklı renklerde bileklik takan seyirciler, o renkteki bayraklı rehberi takip ediyor) kısa oyunları ana mekânın farklı yerlerinde izliyor. Ekibin Balat’ta 2016’dan beri sürdürdüğü ‘Monologlar Müzesi’, yönetmen Ahmet Sami Özbudak’ın Galata Perform’un Yeni Metin Yeni Tiyatro Projesi’nde yaratığı geliştirdiği bir konsept. Festival kapsamında izlediğimiz bu oyun da konseptin ‘çocuklarından’ biri.
Avludaki karşılamadan sonra (kendi renk grubumu takip ederek) sırasıyla izlediğim işleri sıralayıp bir fikir vermek isterim:
Avludaki Münip Melih Korukçu imzalı ‘Karşılama’ oyununun ardından Dame de Sion’un üst katındaki kafeteryada (ya da ‘Cennet Salon’) yerlerimizi alıp Nurcan Şirin’in rol aldığı ‘Müessif Bir Hadise’yi izliyoruz. 1960 senesinde, bu lisede okumuş ‘asi bir kız’ bize çok naif, çok samimi ve çok inandırıcı bir hikâye anlatıyor. Kerem Pilavcı’nın metni, tüm gün izlediğim oyunlar arasında kalbime en güzel yerleşen iş oluyor. Yetenekli bir oyuncuyla tanışmış olmanın verdiği memnuniyet de cabası.
‘Galeri’ye indiğimizde Ahhan Şener’in hafif tedirgin, hafif muzip karakterinden; günümüzde geçen ‘Aynı Anda İki Yerde’yi (M. Melih Korukçu imzalı) izleyeceğiz.
Hemen üstüne bir derslikteyiz, öğrenci sıralarında. Aramızda ‘gerçek’ lise öğrencileri de var. Oyuna adını veren 1955 senesindeyiz ve Rum öğretmen Madam Argirit rolündeki Burcu Halaçoğlu, kelimenin gerçek anlamıyla ömrünün en zor dersini veriyor… Sema Elcim imzalı oyun, 1955’te yaşanan utanç verici iki günden sonra “kalbimizin bir yerinde tutmamız gereken” insanları anımsatıyor.
“Sahi, benim memleketim neresi?” diye soran, Ozan Ömer Akgül imzalı ‘Regine’, gerçekle masal arasında gidip geliyor. Salvador Gemisi kazazedelerinden bir Yahudi genç kadının öyküsünün izini sürüyor, ‘Kaçmak’ diye de bir ülke olduğunu kazıyor aklımıza, dramatik performanslarıyla Tuğçe Tanış ile Duygu Pelit.
Dame de Sion’un finalinde, tüm gruplar gösteri salonunda birleşiyoruz. Dünya gözüyle Meral Çetinkaya’yı sahnede izleyeceğiz. Ahmet Sami Özbudak imzalı ‘Ateşbazlar’da Fehmi Karaarslan ile sahnedeler. Ordudan atılma bir subayla ayrık otu bir rahibenin, Birinci Dünya Savaşı günlerinde, İstanbul’da geçen öyküsü kalbimizi şöyle bir büküp bırakıyor.
Sonraki durak Galatasaray Lisesi. ‘Karşılama’ bu kez ses enstalasyonu olarak tarihi okulun koridorlarında dolaşıyor. Türkiye tiyatro ve sinema tarihinden pek çok ismin lise yıllarında sahne aldığı Tevfik Fikret Salonu’nda, sahnede Deniz Türkali var. Lisenin hemen önündeki küçük meydana bağlanan, içimizi yakan bir katliam gününde karakterinin yaşadıklarını anlatacak ‘Ah!’ta. 20 Temmuz 2015, hatırlıyor muyuz, o gün ne olmuştu? Barış Gönenen’in yönetimindeki Fatma Onat’ın metni hatırlatıyor…
Bayrakların peşinden bulduğumuz bir sınav salonunda ‘Terk-i Dünyam’ başlıyor hemen üstüne. Dicle Doğan’ın yönettiği ve Ekin Yılmaz, Kamola Rashidova, yazig Mahmud Sıfatsız ile performe ettiği bir dans gösterisi bu. Tahtaya, performanslarla eş zamanlı yazılan şiiri okudukça, bu şehri terk edenlerin ağırlığı çöküyor içimize.
Tevfik Fikret Salonu’na döndüğümüzde, Okan Bayülgen, Galatasaray Liseli Ferhan Şensoy’un ‘Kalemimin Sapını Gülle Donattım’ adlı kitabının, tam olarak bulunduğumuz salonda geçen bir bölümünü aktarmak üzere karşımızda. Şensoy’un meşhur ‘de Gaulle’ öyküsünü duymayan yoktur, kitabı okuyan da çoktur. Okan Bayülgen müthiş sıcak, duygulu ve muzip bir performansla sahneledi bize o akşam metni. “Bugün okul sıcak, ne güzel, çocuklar üşümüyor. Bizim zamanımızda yanmazdı kaloriferler ama biz hiç üşümezdik” diye bitiriyor. O anda Galatasaray Lisesi ruhunu öyle içten hissediyoruz ki, o mekânda sadece ziyaretçi/seyirci olarak bulunan bizler bile…
St. Benoit Lisesi, son durak. Artık karanlık saatlerdeyiz, Burak Üzen gündüz karşıladığı bizleri bu kez uğurlamak üzere bahçede, karşımızda. Ardından iki ayrı oyuncu tarafından oynanan ‘Bir Nebatın Gölgesinde’yi izlemek üzere ikiye ayrılıyoruz. Atölye’de, Ayfer Dönmez’in duru oyunculuğundan izliyorum ben, Kerem Pilavcı imzalı işi. 1800’lerin sonunda yaşamış, babasından el almış, şifacı genç kadın Mehveş’in öyküsünü sarmaşıkların, nergislerin, menekşelerin, erguvanların altında izliyorum sanki. Eş zamanlı olarak Canan Atalay anlatıyor, kendi ‘nebat’ öyküsünü yan mekânda. (Her iki oyuncuyu da uzun zamandır sahnede izlemiyordum, Canan Atalay’ı kaçırdığıma hayıflanıyorum.)
St. Benoit’da finali Silüet Gösteri Salonu’nda Bülent Emin Yarar’ın yağ gibi akıp giden eğlenceli performansıyla yapıyoruz. Ahmet Sami Özbudak imzalı ‘Bab’, tam 10 kuşaktır cellatlık yapan bir adamın ‘lanetli’ ve trajikomik öyküsü.
‘İstanbul Mon Amour/Beyoğlu’, birkaç ufak değişiklikle ve ‘Monologlar Müzesi yuvakimyon’ adıyla, Balat’taki Yuvakimyon Rum Kız Lisesi’nde seyirciyle buluşmaya devam edecek. Hem bu şehrin ‘fısıldadıklarını’ çağdaş yazarların kalemi aracılığıyla, genç kuşaktan iyi oyuncuların performanslarıyla dinlemek hem de farklı bir tiyatro deneyimi yaşamak için görmenizi tavsiye ederim. Oyunun Yuvakimyon gösteriminde finali, ‘Ah!’ ile Deniz Türkali yapıyor. (Balat versiyonunda ‘Ateşbazlar’, ‘Terk-i Diyar’ ve ‘Bab’ olmayacak.) Diğer tüm oyunlar 10’ar dakika uzunluğunda.
Monologlar Müzesi ‘yuvakimyon’
Monologlar Müzesi Ekibi
Proje yönetmeni: Ahmet Sami Özbudak
Proje yönetmen yardımcısı: Kerem Pilavcı
Proje dramaturji: Münip Melih Korukçu
Yazarlar: Münip Melih Korukçu, Sema Elcim, Kerem Pilavcı, Ozan Ömer Akgül, Fatma Onat.
Yönetmenler: Ahmet Sami Özbudak, Kerem Pilavcı, Burcu Salihoğlu, Barış Gönenen.
Oyuncular: Burak Üzen, Burcu Halaçoğlu, Nurcan Şirin, Ahhan Şener, Tuğçe Tanış, Duygu Pelit, Deniz Türkali, Canan Atalay, Ayfer Dönmez.
Süre: Kapanış oyunu ‘Ah!’ (40 dakika) hariç tüm oyunlar 10’ar dakika sürüyor.
Ne zaman, nerede: 17 Aralık Pazar, saat 15.00’te Balat’taki Yuvakimyon Rum Kız Lisesi’nde.
BU HAFTA SAHNELERDE
Canavar/İki Tiyatro: Sinemacı Tunç Şahin’in yazıp yönettiği bu ilk tiyatro çalışması, cesur söylemi ve üç başarılı oyuncusuyla çağdaş bir ‘aile içi yüzleşme’ oyunu. Tülin Özen, Gülçin Kültür Şahin, Hakan Emre Ural’ın performansları ve Şahin’in cümleleri eşliğinde, konuşursak, korkmazsak ve yüzleşirsek ‘iyileşebileceğimizi’ fısıldıyor… Geçen sezon prömiyer yapan iyi işlerden.
📌2 Aralık Cumartesi, 20.30’da Caddebostan Kültür Merkezi’nde.
Yaralarım Aşktandır/Poyraz Yapım: İranlı ‘aykırı’ şair Füruğ Ferruhzad’ın her anı cesaret ve inat dolu öyküsü, Nazan Kesal’ın performansıyla sahnede. Şebnem İşigüzel’in kaleme aldığı oyunu Berfin Zenderlioğlu yönetiyor. Füruğ’un çarpıcı öyküsü, bu coğrafyadan pek çok kadının da direniş öyküsü aynı zamanda…
📌3 Aralık Pazar, 16.00’da Moda Sahnesi’nde.
Bully Bully/Atta Festival: Tipik bir dünya lideriyle yürümeye yeni başlayan bir çocuk arasında nasıl bir benzerlik olabilir? Birbirine komşu topraklardan iki liderin iletişimini (didişmesini?) bir izleyin bakalım, ne düşüneceksiniz… Sözsüz bir çocuk oyunu. Renk seçimlerinden kostüm tasarımına, beden diline ve koreografisine incelikle hazırlanmış bir iş. René Geerlings’in yönettiği; Almıla Bayraktar, Müge Gülgün, Oya Bacak ve Simel Keçicioğlu’nun dönüşümlü oynadığı ‘Bully Bully’ geniş bir yaş skalasına hitap ediyor. Sadece her yaştan çocuklar değil, yetişkinler de sevecektir.
📌 3 Aralık Pazar, 12.00’de Maximum UNIQ’te.