Adana’dan İbrahimovic’e küfür!
Bu randevuda ya da Avrupa’nın bugünkü futbol coğrafyasının öne çıkardığı takımlar göz önüne alındığında meseleye eğer ki ‘romantik’ bir bakış açısıyla yaklaşırsak tutulacak bir tek takım bile yok diyebiliriz...
Fikir ve uygulama açısından her büyük organizasyon gibi Fransız patentli bir hamlenin ürünüydü böylesi bir turnuva. İlk hamle 1955’te yapıldı ve Fransız spor gazetesi L’Equipe editörü Gabriel Hanot’yla birlikte yine aynı gazeteden Jacquet Ferran’ın hazırladıkları turnuva taslağına uygun bir biçimde kimi kulüplerin katılımı sonucu ‘Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’ adı verilen adım atıldı. Her biri farklı ülkelerden bir temsilci olmak kaydıyla 16 takımın katıldığı ve çift maçlı eliminasyon sistemiyle oynanan organizasyon böylelikle başladı. 4 Eylül 1955’te oynanan Sporting-Partizan mücadelesi ilk maç olarak kayıtlara geçti. Turnuvanın finalinde Parc des Princes’de Fransız Reims’i 4-3 yenen Real Madrid ilk şampiyondu. İspanyol devinin kupadaki hâkimiyeti sonraki dört sezonda da sürdü ve beş kez üst üste şampiyon oldular. Sonra sahne sırası Benfica’ydı, Portekiz ekibi iki kez üst üste zirveye ismini yazdırdı. Peşi sıra Milan şampiyon oldu, ardından Serie A’dan ezeli rakibi Inter üst üste iki kez vs vs… Bu hikâye uzayıp gidiyor.
Yeni formatın ilk şampiyonu Barcelona olmuştu…
Ta ki 1991-92’de format değişip ‘Şampiyonlar Ligi’ adıyla yeni bir uygulamaya geçilene kadar. Bu cephede de ön elemeler sonucu lig usulü oynanan bir sistem var. Bu aşamanın sonunda gruplarında ilk iki sırayı alan ekipler (toplamları 16) yollarına çift maçlı eliminasyon sistemiyle devam ediyor ve nihayetinde oynanan finalle kupa sahibini buluyor. Bu formatın eskisinden bir önemli farkı da geçmişte sadece ülke şampiyonlarının katılırken artık futbolun güç dengeleri itibariyle önde gelen liglerin ikincileri, üçüncüleri, hatta dördüncüleri bile organizasyonda yer alıyor. Çünkü oyun artık paranın hâkim olduğu ve sistemin ancak bu tür gelirlerle ayakta durduğu bir düzenin ifadesine dönüştü.
Böylesi bir ‘çıkan kısmın özeti’nin ardından bu gece İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanacak final öncesinde kimi eski serüvenlere göz atalım derim. Ben, ‘Şampiyonlar Ligi’ adıyla oynanan turnuvanın ilk finalini bir Barcelona sevdalısı olarak unutmamam mesela. Katalan ekibi, rakibi Sampdoria’yı Koeman’ın uzatmadaki (112. dakika) frikik golüyle 1-0 yenmesi sonucu kupanın sahibi olmuştu ve o maçta, bu gece Manchester City’nin başında sahaya çıkacak olan Pep Guardiola ‘Şampiyon’ takımın oyuncuları arasındaydı.
‘Bağımsız sinema’ya hayat hakkı yok!
Yine Barça’nın Atina’da oynanan finalde Milan’a 4-0 mağlup olmasını da unutamam. 18 Mayıs 1994’te oynanan mücadelede Capello’nun takımı Cruyff’un ekibini ezip geçmişti. 1996-97 sezonunun finalinde Dortmund, favori Juventus’u 3-1 yenerek kupaya uzanmıştı; bu randevu da zihinlerde yer eden bir mücadeleydi. 1997-98 sezonunun finalinde Real Madrid, Juventus’u 1-0’la geçerek kupanın sahibi oluyor ve 1965-66’tan sonra yeniden aynı sevinci yaşıyordu. Bu şampiyonluk İspanyol devinin adeta ‘modern zamanlar’daki ilk büyük mutluluğuydu. Bir sonraki sezonun, yani 1998-99’un finalinde ise Manchester United, Bayern karşısında uzun süre 1-0 geride götürdüğü maçı Sheringham’ın 90+1 ve Solkjaer’in 90+3’te attığı gollerle alıyor ve mucizevi bir zafere imza atıyordu. 2003-2004 finalinde Porto, Monaco’yu 3-0 yenerek ‘Şampiyon’ olurken bu maç, Kıta Avrupa’sının elit takımları olarak adlandırılan büyük bütçelere sahip devasa ekipler dışında final oynanan ‘Baş altılar’ın son buluşması oluyordu. Bundan böyle kupada ‘Bağımsız sinema’ya (!) hayat hakkı tanınmayacak, her defasında finalleri ‘Büyük stüdyo işi’ takımlar oynayacak ve kupanın sahibi olacaklardı.
En unutulmaz final de İstanbul’da oynanmıştı
Bu geceki maç gibi yine İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanan 2004-2005 finali de birçoklarınca ‘Şampiyonlar Ligi Tarihi’nin en unutulmaz randevusu olarak kayıtlara geçecekti. İlk yarısını Maldini ve Crespo’nun (2) golleriyle 3-0 önde bitiren Milan, ikinci yarıda Gerrard, Smicer ve Alonso’nun gollerine engel olamıyor, maç ve kupa penaltılar sonucu Liverpool’un oluyordu. Bu draması son derece yüksek mücadele, böylelikle İngiliz taraftarlar açısından en muhteşem anılardan birine dönüşecekti. Milan bu maçın rövanşını iki sezon sonra Atina’da oynanan finalde alacak ve İngiliz rakibini 2-1 mağlup ederek kupanın sahibi olacaktı. Bu zaten Milano ekibinin bu organizasyondaki son başarısıydı. Nitekim İtalyanlar açısından son şampiyonluk da kentin diğer büyüğü Inter’in 2009-2010 finalinde Bayern’i 2-0 yenmesiyle gelecekti. O dönem Mourinho’nun çalıştırdığı Mavi-Siyahlıların kadrosunda Sneijder, Eto’o, Maicon, Lucio, Cambiasso, Milito (ki iki golü de o atmıştı), Pandev ve Zanetti (Kaptan) gibi yıldızlar bulunuyordu. Son dönemleri ise malum Real Madrid domine etti. ‘Mor Menekşeler’ 2013-14 sezonundan bu yana sonuncusu geçen sezon olmak üzere beş kez şampiyon oldu.
Pep’in tek eksik sayfası
Gelelim bu geceki finale. Manchester City’nin başına geçtikten sonra Premier Lig’de kazanmadığı başarı kalmayan Pep Guardiola için en önemli eksik sayfa ‘Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu’. Bu cephede en büyük fırsatı iki sezon önce yakaladılar ve finale yükseldiler. Lakin favori gösterildikleri mücadelede memleketdaşları Chelsea’yi 1-0 mağlup olarak kupayı kaybettiler. Bu gece yeni bir tarih yazmak için önlerinde taptaze bir fırsat var. Rakip ise geçmişini arayan İtalyan futbolunun temsilcisi Inter… Milano ekibi yukarıda da belirttiğimiz gibi en son 2009-2010 sezonunda finale yükselmiş ve ‘Şampiyon’ olmuştu. Bu geceki maç, İstanbul’da oynanacak ve yedi tepeli şehrin futbol tarihine yeni bir çentik daha atılacak. 2005’teki Liverpool-Milan finaline benzer bir unutulmaz aksiyon, tansiyon, atmosfer olur mu bilinmez ama günümüz futbolunda gözlerin en çok üzerinde olduğu takım sıfatına sahip Manchester City’nin nasıl bir performans göstereceği elbette merak konusu. Yeteneklere de göz kırpan bir makine düzenine sahip tarzları bu gece sonuç verecek mi, göreceğiz…Öte yandan sağlam bir defans kurgusuna sahip Simone Inzaghi’nin Inter’i pek de yabana atılacak bir takım değil… Lautaro Martinez, Edin Dzeko, Romelu Lukaku gibi isimlerden oluşan hücum hattı, dinamik orta sahası ve güçlü defans bloğuyla bir gol bulup üstüne yatma ihtimali dahilinde bile kupaya uzanabilirler.
Almanlar yetiştirdi, biz övünüyoruz: İlkay ve Hakan…
Öte yandan bu maç bilindiği gibi final biletlerinin netleşmesinden bu yana basınımızca iki takımın kadrolarında bulunan iki isim, İlkay Gündoğan ve Hakan Çalhanoğlu üzerinden ‘Türk finali’ şeklinde de ele alınıyor. Evet, kâğıt üzerinde haklı bir bakış açısı. Öte yandan yetiştirilmelerine hiçbir katkıda bulunmadığımız, Alman futbol mantalitesinin, disiplininin, profesyonelliğinin ve bakış açısının üretimi iki yıldız var huzurlarımızda… Yetenekliler kuşkusuz ama bu yeteneklerini geliştiren, onları bugünlere getiren altyapıyı sunanlar tabii ki Almanlar ve onların doğruları, öğretileri… Ama biz yine de bu durumdan fayda (payda) çıkarmasını biliyoruz. Hakan Çalhanoğlu Türkiye’yi tercih etti, Ay-Yıldızlı formayı giyiyor, İlkay Gündoğdu ise Almanya formasını terletiyor. Biz de o klasik soruyla bu geceki rekabeti yazımıza taşıyalım: “Bakalım İstanbul’da hangisi sevinecek?”
Gönlüm City’den yana…
Bir Pep Guardiola hayranı olarak gönlüm Manchester City’den yana. Bu randevuda ya da Avrupa’nın bugünkü futbol coğrafyasının öne çıkardığı takımlar göz önüne alındığında meseleye eğer ki ‘romantik’ bir bakış açısıyla yaklaşırsak tutulacak bir tek takım bile yok diyebiliriz. Geçmişteki öyküleri, işçi sınıfına göz kırpan tarihleri düşünüldüğünde bile bugünün modern dünyasında hemen hepsi ‘Endüstriyel futbol’un reflekslerine göre hareket ediyorlar. Bu durumda da onların en azından bazılarını severken başka kriterler bulunuyor, başka gerekçelere sığınıyoruz. Ben de City’ye Guardiola üzerinden gönül vermiş durumdayım. Katalan teknik adamı, ‘yorucu futbol aşkı’na ve meseleyi abartılı bir şekilde teorize etmesine rağmen, Barcelona günlerinden kalan sevdama istinaden hâlâ bağrıma basıyor ve “Haydi Manchester, al artık şu kupayı” diyorum. Hem bu takımda Kevin De Bruyne gibi günümüzün en muhteşem isimlerinden biri yer alıyor. Erling Haaland gibi mekanik bir gücü ise sevmek zor ama takdir etmek mümkün tabii ki!
Keyif veren bir final olsun’ dileklerimle…
–