Manchester’ın ezeli rakipleri arasında transfer
Manchester City ezdi geçti Arsenal’ı. Maalesef beklendiği gibi. Satranç dediler maç öncesi. Yanıldılar. Satranç eşitler arası oynanır. Hem De Bruyne hem Haaland ama en çok da Guardiola bozuyor eşitliği. Bir tarafta iki vezir, iki şah varsa böyle satranç mı olur?
Maç öncesi resmî videoda satranç diyorlardı bu maça. Yanılıyorlar. Satrançta koşullar eşittir. Ata at, file fil, vezire vezir, şaha şah. Dün eşitler arası oynanmadı maç. Bir tarafta iki vezir ve iki şah vardı sanki. Bunu daha ilk dakikadan gösterdi karşılaşma. Pardon, ilk değil ikinci. City öyle bir çullandı ki rakibinin üzerine, Odegaard 2. dakikada Partey’i sigaya çekti. Şöyle dediğine eminim ama ispatlayamam: “Oğlum panik yapma. Onlar da insan.”
Odegaard da yanılıyor. Onlar insan değil. De Bruyne ve Haaland bilgisayar oyunu hilesi gibi bir şey. O kadar gol kaçırırken Haaland’dan etkilenmemek mümkün mü? (Gerçi tam ‘hırt’ kendisi, o ayrı.) En iyi halinde bir De Bruyne’den, ki dün öyleydi, daha iyi orta saha var mı? Daha önemli bir soru, onlar olmasa da City kazanmaz mıydı?
Çünkü yıldızlardan ibaret değil dünkü galibiyet. Guardiola diye bir şey var. Size maç seyrettirmiyor, eğitim-öğretim de veriyor. Bazen de ayar… Şöyle anlatalım. Bu maçı kazanması daha çok beklenen ve boğucu bir baskı uygulayan City, o muhteşem ilk golü kontrataktan attı. Taktik olarak değil, işin doğallığında. Sonra da bir dolu benzer gol kaçırdı. Göstere göstere yaptılar bunu. Öyle ki iki pasla kale önüne inebiliyorlar. En doğru baskıyla topu en kritik yerde kapıyorlar. Çünkü atamamaları gereken pasları nokta yerlere atıyorlar. Atmaya cesaret edemeyen yiyor fırçayı yandan. Forvetleri boylarına göre çok daha hızlı, seri ve akıllı. Ve en önemlisi tek bir organizma gibi hareket ediyorlar. Böyle bir akışkanlık dünyada yok.
İlk yarının sonunda ofsayttan tırnak farkıyla yırtan ikinci gol olmasa Arsenal’ın bir umudu olabilirdi aslında. Onun da rasyonellikle bir ilgisi yoktu. Her şeyi uzay teknolojisinde yaşayan ve uygulayan bir ligde, her şeyi milimi milimine hesaplayan bir teknik adam karşısında kadim bir futbol kuralından başka sığınabilecekleri bir şey yoktu: “Atamayana atarlar.” Oysa mavi takım atamamaya takılmıyor hiç. Atana kadar deniyor ve atıyor. Atamasa da atıyor yani.
Bu yazıyı ilk 45 dakika sonunda bitirmeliydim aslında. Ligin liderinde oyunu döndürebilecek hiçbir ışık yoktu çünkü. Ama işte dedik ya, klişe diye bir şey var ve top yuvarlak. Onun şeklini de 54’te bozdu City. De Bruyne bir tane daha attı ve maçın zevkini törpüledi. Kalanı rölantide oynandı maçın. Eminim topun şeklini de beğenmiyordur Pep ve 86’da gol yediler diye çıldırmıştır!
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi teknik direktörü olmaya ahdettiği her halinden belli. Geçende Emre Nalbant bir videosunu hatırlattı Twitter’da. Şampiyonluğa koşa koşa gidiyorlar. Aylardan mart, henüz şampiyon değiller. Antrenmandaki mecalsiz tavırlara delleniyor ve bağırmaya başlıyor: “Yoruldum mu diyorsunuz, defolun gidin. Şampiyonluk yolunda yorgunluk yoktur.” Böyle bir kazanma tutkusu olabilir mi? Pep olunca oluyor işte!
Kimse Manchester City şampiyon olsun istemiyor aslında. Yetti artık! Ama işte o kel kafalı dehaya hiçbir şey yetmiyor. Bir Şampiyonlar Ligi maçı öncesi, o Bayern’deyken, basın toplantısında sormuştum. “Defanstakiler bile oyun kursun istiyorsunuz. Neden?” Cevap: “Bana kalsa 10 orta sahayla oynarım.” 11 diyemedi o gün. Ama şimdi sorsanız der. Haaland o yüzden o pasları atıyor işte. Evet, Pep hep en zenginlerde teknik adamlık yaptı ama yarattığı format o gittikten sonra da aynı bütçelerle devam eden her takımda dağıldı. Guardiola bu işin en iyisi. Kabul edelim. Biz ediyoruz da, o ispatlamaktan bıkmıyor. Bu sene Şampiyonlar Ligi’ni de alırsa tartışma biter bence.
Gene de Arsenal’a üzülüyor insan. Ne güzel getirmişlerdi buraya kadar. Maç fazlasıyla da olsa hala liderler. Oysa kimsenin inancının kaldığını sanmıyorum. Vahşi doğa belgesellerinde çitadan kaçan ceylan gibiler. Rakibin dişleri ensede…
Maç öncesi City tribünleri ‘Hey Jude’ şarkısını söylüyordu. Bu sefer Arsenal’a ithafen sanırım: “Jude kardeş durumu daha da kötüleştirme. (…) Omuzlarında dünyanın yükünü taşıma. Hüzünlü bir şarkı söyle ve zevahiri kurtarmaya bak.” Maçın şarkısı ise sıkı City taraftarı Noel Gallagher’dan gelsin: “A Simple Game of Genius.” Can Yücel’e öykünerek çevirelim gene: “Bana kaderimin bir oyunu mu bu? Aldı şampiyonluğu verdi zulümü.”