Leonardo Bonucci: Fenerbahçe benim için en iyi seçimdi
Volkan Demirel’in Hatayspor’u sekiz dakikalık uzatma bölümü dahil Galatasaray’a soğuk terler döktürdü. Ama bu tablonun asıl nedeni Sarı-Kırmızılı takımın hücum bölgesindeki oyuncuların alabildiğine laubali, umursamaz oyunlarıydı.
Kronolojik olarak bakıldığında Süper Lig’e ilişkin en son nokta mahiyetindeki Trabzonspor-Fenerbahçe maçının ardından futbolu değil şiddeti konuşmuştuk. Araya ‘milli maç’ takvimi girdi, derken sonuçları itibariyle toplumsal bir deri değişiminin yaşandığı ‘Yerel seçimler’ sahne aldı ve dün tekrar yeniden saatin akrep ve yelkovanları, tekrar eski ritmini bulmak üzere harekete geçti. ‘İkindi seansı’ndaki İstanbulspor-Rizespor randevusunun ardından ‘Suare’de Galatasaray-Hatayspor’ gösterimi (diğer iki maçla birlikte tabii ki) vardı.
Mücadeleye ‘Lider’ apoletiyle çıkan ev sahibi için bu maç ayrı bir öneme sahipti, çünkü rakip kendilerine bu sezon ilk ve tek mağlubiyeti tattıran takımdı. Düşme potasından uzaklaşma çabasındaki Akdeniz temsilcisinin niyeti elbette İstanbul’dan bir ya da üç puan alıp dönerek bir nebze rahatlamaktı. Bunun formülü de çok basitti; oyuna ortak olacak skoru ayakta tutmak, kadrodaki hızlı isimlerle sık sık kontraya çıkmak ve nihayetinde bulacakları golle hedefi gerçekleştirmek. Dünkü karşılaşmanın toplamına bakıldığında Volkan Demirel’in takımının bu stratejiyi başarıyla uyguladığını ve sekiz dakikalık uzatma bölümü dahil ev sahibine soğuk terler döktürdüğünü söylemek mümkün. Ama bu tablonun asıl nedeni Galatasaray’ın hücum bölgesindeki oyuncuların alabildiğine laubali, umursamaz oyunlarıydı.
Zaha, Aktürkoğlu’nu aratmadı!
Okan Buruk son haftaların yanı sıra Milli Takım’deki performansıyla da dalgalanmalar yaşayan Kerem Aktürkoğlu’nu kenara çekmiş, sol açıkta yerine Wilfred Zaha’yı ilk 11’de sahaya sürmüştü. Fildişili oyunda kaldığı sürece doğrusu Aktürkoğlu’nu hiç aratmadı; sürekli top ezdi, pas bağlantılarında sorun yaşattırdı ve gereksiz varyetelere soyundu (doğru paslarla golü bulmak yerine topun üstünden atlayarak şov yapmanın ne âlemi var mesela). Bu sezonun yükselen yıldızı ve “Jübile yapma, bir sezon daha oyna” denilen Mertens de dünün laubalileri arasındaydı; çok pas hatası yaptı, doğru adrese oynaması gerektiği yerlerde kaleye vurdu ama geçmişte benzer şekilde vurduğu topların gole dönüştüğüne şahit olduğumuz için bu konuda kendisine eleştiri getirmek de zor tabii ki. Ziyech klas sol ayağıyla ilk yarıda az ama verimli gözüktü ama Icardi’ye kilitlendiği ve sürekli Arjantinli forveti besleme düşüncesiyle hareket ettiği için daha uygun pozisyonlarda bulunan takım arkadaşlarını es geçti.
Icardi ise bu sezonki genel görünümünü dün tekrarladı; fiziksel olarak bir türlü istenen seviyede değil, çok top harcıyor, attığı golün ardından Barış Alper’in yarattığı pozisyonda bomboş kale yerine auta nişanladı ve rakibin çok erken dakikalarda gardının düşmesini sağlayacak hamleyi gerçekleştiremedi. Ama fundamentali ve oyun sezgisiyle ayakta kalmayı ve her daim potansiyel tehlike olması sürdürüyor elbet. Bence dünün vasatlarından biri de Köhn’dü, hücuma katkı vermede başarılıydı ama savunma kısmı için aynı şeyleri söylemek pek mümkün değil, Hatay’ın sağdan bindirdikçe adamını (ya da adamlarını) kaçırdı.
Brezilyalı iki umutsuz vaka; Tete ve Vinicius
Hücum ağırlıklı isimlerin lakaytlığı neticesinde rakip oyuna ortak olma isteğini her daim taze tutarken bütün yük Nelsson-Abdülkerim ikilisinin omuzlarına kaldı. Ki onlar da bütün gayretleriyle açıkları kapamayı bildi, takımı ayakta tutan başlıca isimler oldu. Keza 500. kez Galatasaray formasını giydiği mücadelede Muslera da aslında eski futbol anlayışının ifadesi olarak literatürde yer alan ‘libero’ gibiydi; kalesinde, ceza sahası dışında ya da daha açıklarda ‘süpürücü’ görevini başarıyla uyguladı. Barış Alper Yılmaz ise dünün yine en heyecan verici ismiydi belki de; bazen yerini kaybetti, bazen yanlış pas verdi ama enerjisi ve mücadele azmiyle sivrildi ve özel bir oyuncu olduğunu yine hatırlattı.
Karşılaşmada sonradan sahne alan isimler de ligin sonuna gelinmesine rağmen bence umutsuz vaka görüntülerden kurtulamıyor. Örneğin Tete; maça dahil oldu, tek bir pozisyon buldu, uygundu, yine de onca boş arkadaşının yerine topu rakip defans oyuncularına vermeyi başardı! ‘Eski bir halı saha oyuncusu’ (!) olarak şunu söyleyebilirim, maç sonrası bazı pozisyonları düşürüm ve niye saçmaladığımı tartar, en azından bir sonraki maçta tekrarlamamak için çabalardım. Profesyonel futbolcular bu denli saçma hamleleri nasıl yapabiliyor, gerçekten aklım almıyor. Çünkü genel olarak Brezilyalı açığın meselesi yetenekle ilgili değil, oyun zekâsıyla ilgili ama doğrusu kaçırdıkları da o denli zekâ isteyen hamleler ya da pozisyonlar da değil. Vatandaşı Vinicius da benzer görüntüde. Hoş, Kasımpaşa’ya attığı gol belki de sezon sonu çok çok daha değer kazanacak ama yine de o uygun, kalıplı fiziğine rağmen futboldan nasip almamış görüntüsüyle zihinlere kazınacak ve kiralık süresi dolduğunda da öyküsü bitip gidecek sanırım.
Hatay doğru stratejiyle oynadı
Konuk Hatayspor ise elinden geldiğinde doğru bir taktik anlayış ve stratejiyle oynadı. Hızlı isimleriyle bolca kontraya soyundular ama daha önce aynı mantıkla Sarı-Kırmızılılara İstanbul’da gol atan takımlardaki oyunculardan farklı olarak çok savruk ve topu ezen futbolcuları vardı, bu yüzden de topu Galatasaray sahasına çokça taşımalarına rağmen sonuç alamadılar…
Nihayetinde ev sahibi ekibin vasat oyuna rağmen haftayı ‘Lider’ kapamasını sağlayacak bir skorla bitirdiği maçın ardından tarih sayfalarına bir de rekor notu düştü; Okan Buruk Sarı-Kırmızılı takımın başında iç sahada üst üste kazanma serisini 19 maça çıkardı ve daha önceki rekorun sahibi olan eski hocası Mircea Lucescu’yu geçti.