Mor değil Sarı-Kırmızı külhani
Protesto bir haktır. O hakkı iyi mi kullandı, doğru mu kullandı, anlamlı oldu mu gibi soruları ancak bu hakkı tanıyanlar sorabilir. Keşke böyle olmasaydı da daha net olsaydı her şey. Koskoca camialar keşke güçlerini biraz olsun fark etse.
12 Eylül alışkanlığı bu. Her türlü protesto girişimini bir hak ihlali gibi göstermek. Nedenini sormadan verdiği zararları öne çıkarmak. Hep tersi zannedilir ama anayasa bu konuda nettir. Toplantı ve gösteri yapmak için izin almazsınız. Bildirimde bulunursunuz. Ve protestoların nasıl olacağına muktedirler değil, protestoyu yapanlar karar verir. Evet, işin tabiatı gereği pek çok protesto hak ihlali yaratır. Mesela Fransa’da, neredeyse her Allah’ın günü bir grev vardır. Bir sürü şey aksar. Kimse de gidip her şeyden önce yaratılan mağduriyete bakmaz.
Protesto, niteliği itibariyle dikkat çekici ve genelde de aksatıcıdır. Milyonlarca dolar kazanan NBA oyuncuları gider dünyanın en parasallaşmış ligini bir sezon oynamaz, kimse “Sabi sübyanın basketbol sevgisine yazık ettiniz yahu” demez. Anlamaya, anlaşmaya çalışırlar. Fenerbahçe’nin yaptığı şey bir tür protestodur ve bir haktır. O hakkı iyi mi kullandı, doğru mu kullandı, anlamlı oldu mu gibi soruları ancak bu hakkı tanıyanlar sorabilir.
Şimdi ikinci faza geçebiliriz. 17 Mart’ta Trabzon’da yaşananlardan sonra tüm Sarı-Lacivertli camia ayağa kalktı. Çok da doğru sorular sordular. Hala da soruyorlar bazılarını. Neden o maç 90 dakika oynatıldı? Güvenlik önlemleri neden şüphe çekecek kadar azdı? Vali ve emniyet müdürü, dolayısıyla devletin açıklaması ne? Sahaya girenlerden biri vahim bir şey yapsaydı bugün ne konuşacaktık? Ve son soru: Yarattığınız futbol ortamı buysa biz bu ligi niye oynuyoruz?
İşte on binlerce kişiyi 2 Nisan’da stadyuma çeken buydu. Ama filmin sonrası bildiğimiz gibi akmadı. Haddini aşan meydan okumalar sonunda Süper Kupa’ya U19’la çıkmaya bağlandı. Belki çekinildi, belki başka şeyler düşünüldü, belki bedellerinden korkuldu ve karar garip bir ‘hülleli’ protestoya döndü. O da hoş olmayan bir tiyatro gibi planlandı. Üstüne gençler dakika dolmadan yiyince golü görüntü daha da bulandı.
Sene 1995. Üniversitede eylemler başlamış. Polis çeviğiyle, siviliyle aman verdirmiyor. Bir gün faşistin teki, ülkücü görüşlü bir öğrenci elindeki silahı bir arkadaşımıza doğrulttu, Allah’tan vuramadı. En ılımlıların bile cini tepesine çıktı. Nadir olan bir şey olarak tüm sol siyasetler bir araya geldi. Bazıları ‘girişteki karakolu yakalım’ gibi abuk sabuk bir radikalliğe kadar götürdü işi. Aklıselim olanlar ise “Bir bildiriyle durumu tüm öğrencilere anlatalım ve afişleme yapalım” fikrine herkesi ikna etti.
Diğer öğrencilerin de bunu bilmesi en önemli şeydi. Bu yüzden sivil polisler afişi hemen indirmesin diye nöbet tutulacaktı. 100 kişi falan bekledik bir süre. Sonra bir anda çevik ve siviller doldu okula. Biz azalmaya başladık. Derken bir arbede çıktı. Hayatımda hiç bu kadar temiz dayak yemedim ben. Ama hiç de dert etmedim. Haklıydık. Protestomuz da doğruydu. Sonuçlarına bakmadan görebiliyorduk bunu.
Buradan bakınca Trabzon’daki olaylar sonrasında bugün gelinen nokta başlangıç noktasından epey uzakta duruyor. Ligden çekilme tehdidiyle başlayan süreç sonunda Süper Kupa maçına U19 takımıyla çıkıp, onu da birtakım ayak oyunlarıyla bir ‘plana’ çevirip işin tadını kaçırmaktan ibaret kaldı. Asıl sıkıntılı yanı bu işte. Eylem bazı şeyler göze alınarak yapılır. Epey bir kararlılık ister. En önemlisi de alınan sonuç eylem sonrasında kurulacak yeni dünyayı belirler. Bunu başarabilecek mi bu eylem? Bir şeyleri değiştirebilecek mi? ‘Bu düzen böyle gitmez’e ikna edebilecek mi? Pek emin değilim. İstenen yankıyı yapabilecek mi? Ondan da emin değilim.
“Sizin kurduğunuz oyunda oynamıyoruz. Devlet olarak siz Trabzonspor maçındaki zafiyeti açıklamadıkça bu maça çıkmayacağız. Cumhuriyet’in 100. yılında Suudi Arabistan’a sürüklediğiniz, ille de oynatılsın diye Milli Takım’ın Euro 2024 şansına darbe vurma pahasına araya sıkıştırdığınız bu maça çıkmayacağız. Takvimini bile oturtamadığınız Süper Kupa’nın önce 2011 versiyonu hakkında bir karar verin ona göre hareket edelim” dense, hatta, biraz daha cesur olmaya zorluyor olsa da, herkesin gördüğünü de, yani hükümetin tüm bu süreçteki payını da dile getirseniz daha itibarlı olmaz mıydı? Diyeceksiniz ki bunun bedelleri var.
Valla biz üniversitede o gün o bedelleri düşünmemiş, haklı protestomuza odaklanmıştık. Öğrenci halimizle elimizden geleni yapmıştık. Koskoca camialar keşke güçlerinin biraz olsun farkına varsa.
Liberallikle solculuğu ayıran şey bu sanırım.