Adana’da rekor gecesi… Galatasaray derbiyi rahat izleyecek
Aslında güzel maçtı. Okan Buruk ve Sergen Yalçın gibi iki zeki teknik adamın planını keşfetmek keyifli. Ama konuşacak başka konular var. Tadımız kaçmadan maç izleyemiyoruz artık. Bu durumun müsebbibi ligin tepesindeki ikili. İllallah dedirtiyorlar.
Yazıya 1950’ler havası vererek bir fıkrayla başlayalım. Rivayet o ki 1980-90’larda en iyi istihbarat örgütünü bulmak için yarışma düzenlenmiş. Bir ceylanı ormana yollamışlar. En hızlı getiren kazanacakmış. Önce CIA gitmiş. Üç saatte ceylanla dönmüşler. KGB 1,5 saate anca getirmiş. Mossad süreyi 45 dakikaya indirmiş. Sıra gelmiş MİT’e. Beş saat olmuş dönmemişler. En son ellerinde bir fille gelmiş MİT ajanları. Hakem ‘iyi de bu fil’ demiş. Fil kafayı kaldırıp itiraz etmiş: “Vallahi ceylanım, billahi ceylanım.”
Fenerbahçe-Kasımpaşa ve Galatasaray-Antalyaspor maçlarında verilen penaltı kararlarına bakınca geldi bu fıkra aklıma. Uzun uzun düşündü VAR’cılar. O kararı verdirene, hepimizi ikna edene dek izlettiler. İkisi de vallahi penaltıydı, billahi penaltıydı.
İnsana artık illallah dedirtiyor bu ikili. Ne istiyorlar acaba? Asıl mesele ne istedikleri değil. Onlar ağlayarak dediğini yaptıran çocuklar gibi. Demek ki sorun ebeveynde, yani federasyonda. Icardi’ye verdikleri her tarafı delirten ceza, hakemlerin iyice ‘Aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey’ tribine girmesi, bu kadar saçma sapan demeç savaşlarına kulakların tıkanması… Daha önce de demiştim ama bozdu, bozdu, bozdu önünü alamıyoruz gerçekten.
Benim önerim şu: Gelin üç maça bağlayalım şu ligi. Galatasaray kendi fikstüründeki Beşiktaş deplasmanına gitsin, Fenerbahçe de Trabzonspor’a. Sonra da birbirleriyle oynasınlar. Bitsin gitsin. Ha derseniz ki bu kadar bile etmez. O zaman tek maça bağlayalım. Bir de Urfa’da Süper Kupa finali oynandı mı, tamamdır. Alın size nefis bir marka değeri!
Aslında ne güzel maçtı, daha doğrusu ne iyi diş gösterdi Antalyaspor. Prag’da demoralize olmuş Galatasaray takatten düştükçe onlar devreye girdi. Çok akıllı pas yaptılar. Çok iyi yerleştiler. Hatta ilk yarı 1-3 falan bitebilirdi. O derece etkiliydi konuk ekip. Ama kazanma alışkanlığı başka bir şey. Ve Cim Bom’un DNA’sında var bu. En kötü günlerinde bile kazanan olabiliyorlar. O kadar seri, o kadar hızlı çıkabiliyorlar ki, gol bulmak çok kolaymış gibi gözüküyor. Bir tür Bayern Münih gibiler. Kazanmaları kural, puan kaybetmeleri istisna.
Peki neden bu denli bocaladı Sarı-Kırmızılılar? Bir defa Tete hiç olmuyor. O akışkanlığa uymuyor bir türlü. Topu ya eziyor ya tam tutamıyor. Vinicius da bir Icardi değil. Hatta Barış Alper de değil. Zaha bile değil. Üstüne bir de Torreira ve Mertens azıcık yorgun gözükünce Antalyaspor’un dişleri daha net gözüktü. Rakiplerine sezonun muhtemelen en zorlu akşamlarından birini yaşattılar Seyrantepe’de.
Sergen Yalçın’ı da takdir etmemek mümkün değil. Hem Fenerbahçe’ye hem de Galatasaray’a karşı çok sağlam durdu. Kadrosu ölçüsünde çok akılcı bir futbol oynattı ve maçlara renk kattı. Ama kim takar onların rengini. Şimdi çıkıp onları mı tartışacağız? ‘Bırak yahu allasen’. Biz artık ligi üç renk görüyoruz Kırmızı-Sarı-Lacivert.
21 Aralık 2024 - Fenerbahçe için gidiyor gitmekte olan
16 Aralık 2024 - Kadıköy’de yağmur, ter ve gözyaşıyla gelen üç puan
12 Aralık 2024 - Fenerbahçe’ye Mourinho değil Freud lazım
8 Aralık 2024 - Bir derbi klasiği: Kalite değil mücadele kazandı
29 Kasım 2024 - Tel tel dökülüyor Beşiktaş, sahada da masada da…