Yaşlanan toplum, yalnızca bugünün yaşlılarını değil, geleceğin yaşlıları olan bizleri de ilgilendiriyor. Longevity kavramı; sağlık sistemlerinden sosyal politikalara, ekonomik güvenceden kent mimarisine, sigorta sistemlerinden dijital dönüşüme kadar bütüncül ve çok katmanlı bir yaklaşım gerektiriyor
28 Ocak tarihindeki yazımın konusu “Longevity” idi. Günümüzde “Longevity” yani uzun ve sağlıklı yaşam, sadece tıbbın veya bireysel alışkanlıkların değil, aynı zamanda toplumsal yapıların, sosyal politikaların ve altyapıların da doğrudan ilişkili olduğu bir kavram. Gelişmiş ülkeler, yaşlanan nüfuslarını aktif, üretken ve sağlıklı tutabilmek için sistemlerini bu yönde yeniden inşa ederken, Türkiye bu değişime ne kadar hazır? İşte bu yazının konusu da bu.
TÜİK verilerine göre Türkiye’de 65 yaş ve üstü nüfus hızla artıyor. Önümüzdeki 20 yıl içinde bu oran Avrupa ortalamasına yaklaşacak. Bu da sağlık, ekonomi, şehir planlaması ve sosyal güvenlik sistemleri açısından ciddi bir hazırlık gerektiriyor. Yaşlı bireyler “onlar bizim kıymetlimiz” tanımıyla geçiştirilemeyecek kadar büyük bir toplumsal başlık.
Türkiye yaşlı bireylerin ihtiyaç duyduğu kronik hastalık yönetimi, palyatif bakım ve evde sağlık hizmetleri gibi alanlarda hâlâ gelişime açık. Bizzat yaşadığım bir örnekten yola çıkarsam; İstanbul’un en büyük üç özel hastanesinde bile geriatri bölümü bulunmuyor. Bu kadar temel bir ihtiyacın görmezden gelinmesi üzücü ve şaşırtıcı. Geriatri uzmanı sayısı çok yetersiz ve bu alan hâlâ sağlık politikalarının merkezinde yer almıyor. Unutmamak gerekir ki “Longevity”nin hedefi yalnızca ömrü uzatmak değil; bu yaşamı aynı zamanda kaliteli, sağlıklı ve bağımsız kılmak olmalı. Yeni mezun bir doktor olsaydım, hiç düşünmeden geriatri alanında uzmanlaşmak isterdim. Çok ciddi bir ihtiyaç ve hasta potansiyeli çok; ancak sistem bu boşluğu doldurmakta yetersiz.
Özetle, yaşlanan bireylerin hastalıklarla değil sağlıkla yaş alabilmesi için acil bir reform ihtiyacı olduğu kesin.
Türkiye’de ortalama yaşam süresi artıyor; ancak emeklilik sistemi bu artışı karşılayacak yapıda değil. 60 – 65 yaşında emekli olan bir bireyin 85-90 yaşına kadar yaşaması artık çok olağan. Peki bu 20-25 yıllık süre boyunca ekonomik güvence sağlanabiliyor mu?
Kısacası, “uzun yaşa ama nasıl yaşarsan yaşa” anlayışı, sürdürülebilir ve insanca bir yaşam biçimi sunmuyor.
Türkiye’de kentleşme hızı hepimizin bildiği gibi dünyanın birçok ülkesine kıyasla çok yüksek, ancak “yaşanabilirlik” açısından sorunlu. Longevity çağında ihtiyaç duyulan şey, yaşlı dostu şehirler ve yaşlı bireyin bağımsızlığını koruyabileceği yaşam alanları.
Kişisel bir örnekle somutlaştırmak gerekirse İstanbul’da prestijli bir sitede yaşayan 70 yaşındaki bir tanıdığım, sitedeki yürüyüş yollarının eğimli yapısı, bankların eksikliği ve trabzan olmaması nedeniyle dışarı çıkmakta zorlanıyor. Geçtiğimiz aylarda süs havuzunun yanındaki kaygan alanda düşerek dizini incitti ve bu durum onu tamamen evine hapsetti. “Lüks bir sitede yaşıyorum ama bana uygun değil” diyor. Maalesef bu tekil bir örnek değil, yaygın bir durum.
Türkiye’de inşaat sektörü hâlâ “genç, sağlıklı ve güçlü” bireyler için üretim yapıyor. Oysa kentlerimizi uzun ömürlü bir toplum için yeniden tasarlamak zorundayız.
Yaşlanan toplum, yalnızca bugünün yaşlılarını değil, geleceğin yaşlıları olan bizleri de ilgilendiriyor. Longevity kavramı; sağlık sistemlerinden sosyal politikalara, ekonomik güvenceden kent mimarisine, sigorta sistemlerinden dijital dönüşüme kadar bütüncül ve çok katmanlı bir yaklaşım gerektiriyor. Gelişmiş toplumlar bu dönüşümü çoktan başlattı. Türkiye ise hâlâ başlangıç çizgisinde.
Bu alana yapılacak her yatırım, yalnızca bireylerin ömrünü değil, toplumun yaşam kalitesini de uzatacak. Unutmayalım, bu alanda yapılacak yatırımlar, sadece bugünün yaşlıları için değil, geleceğin yaşlıları olan bizler için de yaşanabilir bir gelecek inşa etmenin anahtarı olacak.
Harekete geçmek, gelecek nesillere karşı ortak sorumluluğumuz. Yaşlanmak kaçınılmaz, ama nasıl yaşlanacağımız bizim elimizde.
10 Haziran 2025 - Yaş 60, Ruh 20: Sexalescentes’lar geliyor!
3 Haziran 2025 - Geleceği korkuyla değil, merakla karşılayalım…
27 Mayıs 2025 - Bağlı mıyız, bağımlı mı?
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.