İmamoğlu’ndan Elazığ’da iktidara tepki: Geçen 25 yılla kıyaslıyorlar
Hiç görmemiş olanlar Yunan tarihçi ve coğrafyacılarının Daranis ve Derksene adını verdiği bu kadim kenti Dersim isyanları, Şeyh Said, Zazalar, Aleviler, aşiretler, güvenlik riskleri, siyasetçi rahmetli Kamer Genç, eski CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ülkemizin tek komünist belediye başkanı ve kutsal Munzur nehri ile özdeşleştirebilir.
Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Fırat bölümündeki Tunceli kuzeyde ve batıda Munzur Dağları ile Karasu Irmağı, doğuda Bingöl Dağları ve Peri Suyu, güneyde Keban Baraj Gölü ile çevrili.
Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi bu bölgede de çağlar boyunca pek çok uygarlık yaşamış. Kimler gelmiş kimler geçmiş buradan. 200 yıllarında Romalılar, kısa süre Partlar, 200-639 arasında Kapadokyalılar, Selevkoslar, Doğu Roma İmparatorluğu, Bizanslılar, Sasaniler, 639-972 arasında Araplar ve 972-1071 arası Bizanslılar, sonrasında da Selçuklular, Osmanlılar hükmetmiş yöreye.
Doğal güzelliğiyle öne çıkan Tunceli’de Pertek Kalesi, Tozkoparan Höyüğü, Çelebi Ağa Cami, Gelin Odaları, Elti Hatun Türbesi ve Rabat Köprüsü gibi tarihi eserlerin varlığı medeniyet izleri olarak karşımıza çıkıyor.
Munzur Üniversitesi Rektörü ve bölge kalkınma ajansından gelen yerel kalkınmanın uluslararası boyutları üzerine konuşma davetini biraz ürperti, biraz merak karışımı duygularla ama tereddütsüz kabul etmiştim.
İlk defa Tunceli’yi ziyaret edecektim.
Dünyada 135 ülke ve yüzlerce kent ziyaret ettikten sonra kendi ülkemin bu köşelerini henüz görmemiş olmak içimde burukluk yaratıyordu. Ve böyle bir fırsat bir daha belki de hiç çıkmazdı.
En çok da Londra’dan İstanbul’a, oradan Elazığ’a uçuş, sonra Pertek üzerinden feribot ve karayolu ile iki saat içinde Tunceli’ye ulaşım kafamı meşgul ediyordu.
Kafamda dans eden soruların bir kısmı bölge ile ilgili acı gerçekleri, bir kısmı da bilinmeyen bir coğrafya ile ilgili güvenlik dahil bazı masum kaygıları yansıtıyordu.
Sağ olsunlar, üç sevdiğim arkadaşım da (Sanford Henry, Cumhur Doğan ve Orhan Karal) bana bu gezide eşlik etti, gençlere mentörlük yaptılar, hep beraber Tunceli ve çevresini keşfettik.
Eğitimin önemini en iyi algılayan insanlarımız yaşıyor bu kentte.
Tuncelilerin her fırsatta haklı olarak en çok övündükleri şeylerin başında okuryazarlığın yaygın ve yüksek olması geliyor. Çok merakımı çeken bir olgu: Tuncelili eğitim kalitesine büyük önem verdiği için çocuklarını genellikle kendi kentindeki okullara, üniversiteye göndermiyor. Gücü yetiyorsa büyük kentlere, hatta akrabalarının yaşadığı Batılı ülkelere yolcu ediyor öğrenim için.
Kent merkezinin nüfusu yıllar içinde çok düşmüş. Şimdilerde 40 bin civarında. Bunun dörtte biri de Munzur Üniversitesi öğrencileri, hocaları ve destek personeli. 1980’li ve 1990’lı yıllarda terör olaylarının da etkisiyle yaşanan güvenlik sorunu Tunceli’den göçleri arttırmış. Öyle ki yaşanan bu göçler Tunceli’yi bugün Türkiye’de nüfusu en az olan il durumuna getirmiş.
Kızlar erken yaşta evlendirilmiyor. Evlendirmeye kalkışanlar ayıplanıyor. “Mahalle baskısı”nın ağırlığı altında eziliyorlar. Gençlerin, dünyanın gidişatı, ülke, gelecek, etnik ve dini konularda anne babalarına kıyasla daha keskin görüşlere sahip oldukları anlaşılıyor sohbetlerimizden.
Dini ve ananevi duyguları eski nesiller kadar güçlü değil gibi. Ankara’ya ve tarihi geçmişlerine yönelik duygularında burukluğu hissediyorsunuz. Kendilerine eşit vatandaş olarak davranılmadığına dair eleştiriler dinledim. Dersim olaylarından dolayı Atatürk ve İnönü’yü sorumlu tutanlar ile de karşılaştım, ama yine de evlerinde baş köşede Atatürk posterleri tutmaktan çekinmiyorlar. Özellikle laiklik konusunda hassaslar.
Tunceli, Munzur ile Pülümür nehirlerinin birleştiği yerde.
Dünyada içinden nehir geçen kentler ihya olur, o suyu ziyadesiyle kent sakinlerinin kullanımına sunar iken Turkuaz rengi, tertemiz ve berrak Munzur, kentin kıyısından kendi kendine akıp Keban Golü istikametinde süzülerek kıvrılarak gidiyor.
Kentten adeta kopmuş gibi.
Munzur Vadisi 1971’de milli park olarak ilan edilmiş. 42.000 hektarlık bir alanı kapsayan Tunceli-Ovacık arasındaki park akarsu kaynakları, 1518 bitki örtüsü ve 227 endemik bitkisi, hayvan türleri bakımından oldukça zengin. Can çiçeği, Erzincan kirazı, bindebirdelik otu, Munzur kekliği, Munzur düğün çiçeği ve dağ çayı.
Arıların Pülümür Vadisi’nde bulunan yüzlerce çeşit çiçeklerden ürettiği doğal ve eşsiz lezzetteki her derde deva Pülümür balından aldık. Nazımiye Dereova Şelalesi’nin eşsiz güzelliği altında dinlendik. Savak tulum peyniri aldık.
Tunceli’nin ülkemizin diğer bölgelerinde ve yurtdışında bir milyon civarında Tunceli kökenli insan olduğunu öğrenince şaşırdım. Neredeyse her haneye yurtdışındaki akrabalardan mutlaka ilave gelir girişi oluyormuş.
Bu yüzden olsa gerek refahın izlerini her yerde görüyoruz. Gayrimenkul alımı, tüketim harcamaları yüksek. Zamanında köylerinin boşaltılması, kentte de yeterince iş olmaması nedeniyle insanların biraz tembelleştiği, gençler kentten ayrıldığı için dinamizmini kaybettiği, terörist kıskacı altında şevkinin zayıfladığı söyleniyor.
Tunceli Doğu Anadolu’nun kuzey ve güneyini birbirine bağlayan Erzincan-Elazığ karayolu üzerinde. Tunceli-Trabzon arası da toplam 358 kilometre. İki kent arasındaki otobüs yolculuğu altı saat sürüyor. Şayet halen devam etmekte olan Tunceli’yi Trabzon’a bağlayacak yol tamamlanırsa Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan güzergahtaki Tunceli’nin kaderi kökten değişebilecek. Tunceli’ye en yakın havaalanı kent merkezine yaklaşık 120 km. uzaklıktaki, iç hatlara hizmet veren Elazığ Havaalanı.
Şayet ulaşım hızlandırılırsa yollar tamamlandıktan sonra Tunceli’nin Elazığ ve Erzincan’ın sayfiye kenti olması kuvvetle muhtemel. Bu umarım beton yığınına dönüşmeden, gerçek bir kırsal kalkınma modeli tatbik edilerek ortaya çıkar.
Yer adlarının değiştirilmesi modern öncesi dönemlerden uluslar çağına değin kolektif hafızayı – unutma ya da hatırlatma amacıyla olsun hiç fark etmez – inşa ve yeniden inşa etmek amacıyla sıklıkla kullanılan bir yöntem. Temelde toplumun geçmişiyle tarihsel bağını koparmak, yerleşik olan güçlü dilin ve kültürün etkisini kırmak, devletin siyasal hayal edilmişliğine uygun özne yaratma işlevini görüyor.
Bugünkü Tunceli merkezinin eski isimleri Mamıki ve Kalan idi. Bölgenin resmi adı Osmanlı döneminde Dersim olarak biliniyordu. 19. yüzyılın ortalarından itibaren sancaktı. Hozat’tan idare ediliyordu. Dersim Bölgesi’nde isyanlar hiç eksik olmamış. Özellikle Tanzimat’tan sonra merkezi yönetimin güçlendirilmesi amacına yönelik düzenlemelere karşı sık sık ayaklanmalar çıkmış.
Aşiretler yönetimin ellerinden alınmasına, vergi vermek, askere gitmek gibi çeşitli zorunluluklara karşı çıkmış.
Cumhuriyet döneminin ilk ayaklanması bastırıldıktan sonra 25 Aralık 1935 tarihli 2884 sayılı Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarılmış. Bu kanun ile Dersim adı kaldırılmış. Yeniden adı “Dersim” olarak değiştirilsin diye düşünenler, referandum yapılmasını isteyenler var ama tarihi ve coğrafi bakımdan “gümüş kapı” anlamına gelen Dersim aslında Tunceli dahil komşu illerden Bingöl, Erzincan, Elazığ ve Malatya’nın bir bölümünü de kapsayan geniş bir alanın tarihi adı. Dersim diye telaffuz edilen sadece bugünkü Tunceli’yi değil, o yörenin adını belirliyor.
Zaman içinde Tunceli ilçelerinin isimleri de değiştirilmiş. Mazgert “Mazgırt,” Pertage “Pertek,” Pulimiriye “Pülümür,” Pulur “Ovacık,” Qişle “Nazımiye,” ve Xozat “Hozat” olmuş. Ardından sıra köylerin adlarına gelmiş. Bazıları Zazaca’ya yakın kelimelere uyarlanırken bazıları da alakasız isimlere dönüştürülmüş.
35 yıl TBMM’de milletvekili olarak Tunceli’yi temsil eden rahmetli Kamer Genç’in de doğduğu köy olan “Nazimiye”ye bağlı ve Zazaca’da anlamı “kaçtı-verdi” anlamına gelen Remeda’nın adı “Ramazan” olarak değiştirilmiş.
Yerel insanlarla konuştuğumuzda etnik anlamda kendilerini Kürt-Zaza ya da Zaza olarak tanımlayanlar genellikle Dersim adlandırmasını tercih ediyor. Etnik kimliklerini Türk olarak görenler ise sol/sosyalist partileri tercih edenler dışında Tunceli adlandırmasını öne çıkarıyor.
Alevi pirlerine/dedelerine sorduğumuzda Dersim adlandırmasını kullanmayı tercih ettiklerini, Tunceli’nin sahip oldukları etnik ve dinsel kimliklerini dışlayıcı bir durum oluşturduğunu belirtiyorlar.
Şunu da hatırlatmak lazım. Bu isim değiştirme furyası sadece Tunceli’ye özgü değil. Cumhuriyet sonrası dönemde farklı nedenlerle isim değişikliği Türkiye genelinde birçok yerde yaşandı.
PKK ve diğer terörist gruplardan büyük ölçüde temizlenmiş kent ve çevresi. Devlet destekli ve hızlandırılmış altyapı yatırımları çok iyi düzeye gelmiş, daha da yapılacağı anlaşılıyor.
Anadolu’nun coğrafi olarak merkezine yakın bir noktada olan Tunceli coğrafyası,Osmanlı-Safevi ilişkilerinin Yavuz-İsmail dönemindeki çatışmaların gerçekleştiği 1570’lerden bu yana önce Osmanlı Devleti, sonra Türkiye Cumhuriyeti için bir güvenlik sorunu olagelmiş.
Şeyh Said, Diyarbakırlı seyyid bir aileye mensup, Zaza asıllı Nakşibendi şeyhi, Kürt lideri. Doğu illerindeki aşiretleri dolaşan Şeyh Said, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal’in dinsiz olduğundan, çıkarılan yasalar ile İslamiyet’in, nikâh, ırz ve namusun, Kuran’ın ortadan kalkacağından, ağaların ve hocaların idam edileceğini veya sürüleceğinden bahseden propagandalar yaptı.
Kayınbiraderi Albay Cibranlı Halit’in adamları Cemiyet-i Akvam’a haber vereceklerini, bölgede devletin askerî güçlerinin bulunmadığını ve kolayca bölgeyi ele geçirebileceklerini söyledi. Cumhuriyete ve devrimlere karşı bir ayaklanma fetvası hazırlayarak devrimlere destek verenlerin canları ve mallarının helal olduğunu yazdı. Fetvayı aşiretlerin ileri gelenlerine gönderdi.
Şeyh Said ifade vermek için Bitlis Harp Divanı’na davet edildiğinde yaşlı ve hasta olduğu için gitmeyince ifadesi Hinis’ta alındı. Diyarbakır, Çapakçur, Ergani ve Genç illerinde bir ay kadar dolaştıktan sonra 13 Şubat 1925 tarihinde Piran’daki kardeşinin evine yerleşti. 1924 Ekim ayından yakalanacakları güne kadar hükümetle haberleşmekte olan bacanağı Kasım Ataç tarafından ihbar edildi.
Şeyh Said İsyanının bastırılmasından sonra “Şark İstiklal Mahkemesi”nde yargılanıp idama mahkûm edildi.
Taraflardan her birinin farklı yansıtmalarına, tüm muğlak anlatımlara rağmen isyan sırasında çok sayıda insanın öldürülmüşlüğü, geride kalanların büyük kısmının sürgün edilmesi, Seyit Rıza ile beraberindeki altı kişinin asılması travmatik bir geçmiş olarak Tuncelilerin hafızalarına girmiş.
Sonraki dönemlerde Alevilerin uğradıkları ve failleri bulunamayan katliamlar da hala unutulmamış.
Elbette ki bugünden yarına Tuncelinin devlete kırgınlığını gidermek, tam güvenlerini kazanmak öyle kolay değil ama yaraları sarma konusunda önemli mesafe katedildiği çıplak gözle bile görülebiliyor.
Bölgede Zazaca ve Türkçe, bazı ilçelerde ise Kurmancı konuşuluyor. Hem Alevilik hem de farklı etnisite ve dil yüzünden Tuncelilere, devlet kurumlarında önemli görevlerin verilmediği, ayrıca bazı alanlarda ayrımcılık yapıldığı yaygın bir şikayet konusu.
Elazığ’da kaldığımız bir otelin yöneticisi de kendilerine Alevi oldukları için elektrik, su ve yol bağlantısının sürekli geciktirildiğini, Sünni işadamlarına daha ayrıcalıklı davranıldığını ileri sürüyordu.
Sert ve zor bir coğrafyada yaşayan aşiretler, tarih boyunca coğrafyadan istifade ederek devlet otoritesinin bölgelerine girmesini engellemeye calistilar. Yerel insanlar zamanında PKK teröristlerinin çoğunun kent dışından gelenler olduğu, Tunceli evladının bu örgüt mensupları arasında çok küçük bir yüzdeyi oluşturduğu, FETO’cülerin kente yaklaşamadığı tesbitini mutlaka ekliyorlardı sohbetlerde.
Bölgenin dağlık ve orman doğal yapısı teröristlerin gizlenmesine uygun görünüyor. TİKKO ve TKP-ML gibi sol terör örgütlerinin de yuvası olmuş idi buralar 1970 ve 80’li yıllarda.
Şimdi güvenlik açısından ciddi bir sorun yok. Normale döndü yaşam.
Şurası bir gerçek ki, PKK, ülke genelinde ve sınır ötesinde elindeki silahları bırakmadıkça, Türkiye üzerine emelleri olan güçlerin paralı askeri, oyuncağı olmaktan çıkmadıkça bu terör mücadelesi kolay kolay bitmeyecek. Komplo teorilerini sevmem ama “yumuşak karın” olarak gördükleri bu bölgeye yönelik birçok yabancı istihbarat servisi operasyon yapıyor, karıştırmak için yoğun çaba gösteriyor.
Devletin kararlı mücadelesi ile PKK acımasızlığı arasında kalmış kırsaldaki Tunceliler de bıktılar çaresizlikten, nereye sadakat göstereceklerine dair baskılardan. Devlet gittiğinde PKK teröristlerinin inip intikam alacaklarından korkuyorlardı. O yüzden Tunceli’de PKK’nın önemli ölçüde bitirilmesi en çok onları memnun etti.
Güvenlik güçleri ile konuştuğumuzda devletin askeri ile PKK teröristinin neredeyse aynı silah ve teçhizatı kullandıkları, gönderilen teröristlerin genç yaşta, oldukları, onlara ciddi lojistik destek sağlandığı anlatılıyordu. FETO unsurları da sonradan temizlenince sanılanın aksine istihbarat, jandarma ve polisin bölgedeki etkinliği daha da güçlenmiş. Artık eskisi gibi PKK’ya haber uçurulmuyor, askeri operasyonlar boşa da gitmiyordu.
Rahmetli milletvekili Kamer Genç’e sık sık atıfta bulunuyor. Hala unutulmamış Tunceli’de, ölümünün üzerinden sekiz yıl geçmesine rağmen.
1980 darbesinden sonra kurulan Danışma Meclisi’ne bir girmiş daha sonra Parlamento’nun kapısından cenazesi çıkmış törenle. Tunceli’de Cemevi’ndeki çok geniş katılım olan cenaze töreni “görülmeye değerdi” diyorlar. Türk bayrağına sarılmış tabutu.
Ona, bölgede şaka yollu “657 Kamer Genç” adını takmışlar. Sanki 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre Meclis’e seçilmiş ve memur gibi kalmış hep. SHP’nin aday göstermediği dönemde DYP’den girmiş, CHP aday göstermeyince bağımsız aday olmuş.
Kısacası Tuncelili sevenleri sayesinde Meclis dışında hiç kalmamış. Mal mülk sevdası olmadığı için gelirlerinin çoğunu burs olarak dağıtıyormuş. İş bitirici olduğu için sadece partilileri değil başka partilerin seçmenleri de gelirmiş yardım istemek için. Kimseyi geri çevirmezmiş.
Tunceli ve çevresinde aşiret sistemi hala güçlü. Kolay kolay da esnemez, çökmez gibi görünüyor. Alevilik, aşiretler genellikle seçim dönemlerinde akla geliyor daha çok. Önem sırasına göre aşiretler aralarında belediye başkanlığını ve üç milletvekilliğini paylaşıyorlar. 31 Mart yerel seçimlerinde AKP’den Erkan Eroğlu, CHP’den Ali Mustafa Çelik, YRP’den Erdal Saylan, TKP’den Özcan Sarısaltık ve DEM Partiden ise Cevdet Konak başkan adayı gösterildi. Ve bitiş çizgisini Cevdet Konak göğüsledi.
Doğu ve Güneydoğu’da neredeyse her aile kendisini Hz. Muhammed’in akrabası sayıp “Seyyid” olarak tanımlıyor.
Bu nedenle Kureyşan Ocağı’nın “Seyyid” olup olmadığı konusunda temkinli davranılıyor. Hz. Muhammed’in mensubu olduğu Kureyş kabilesiyle Horasan’dan gelen Kureyşan arasında aslında herhangi bir akrabalık yok.
Başbakanlık Arşivi Belgeleri’nde çalışma yapan Cevdet Türkay “Oymak, Aşiret ve Cemaatler” adlı kitabında Kureyş Ocağı’nın Akşehir Sancağı’na bağlı olduğunu belirtiyor. Türkay da Kureyş Ocağı’nın Türkmen olduğunu yazıyor.
CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun atalarının Konya’dan Tunceli’ye göçtüğü, Nazimiyeli olan ve Cebeligiller olarak bilinen Kılıçdaroğlu ailesi önde gelen Zaza aşiretlerinden Kureyşan aşiretinin üyesi. Kılıçdaroğlu’nun soyunun Oğuzlar’ın Bozok kolunun Beğdili boyundan olduğu ve ayrıca Ehl-i Beyt’e kadar uzanan seyyid soyuna uzanıyor olabileceği belirtiliyor.
Tunceli’de halk arasında Kılıçdaroğlu’na bir serzeniş var.
Doğru dürüst kenti ve aşiretini ziyaret etmediği, seçim bölgesi olarak da kendisine bazen İstanbul’u, bazen de İzmir’i seçtiği kırgın bir ifadeyle aktarılıyor. Aslında uçağa atlayıp hafta sonunda gitmek istese İstanbul’dan toplam üç-dört saat’lik mesafede bir yer. Daha sık gelip hemşehrilerinin gönlünü alabilirdi diye düşünmeden edemiyorum. Belki de iktidarın manipüle etmekte olduğu Alevi kökeninin daha da ön plana çıkmasından çekinmiş olabilir.
Alevi inancı ile bağlantılı kutsallığı Munzur nehrine ayrı bir gizem, güzellik ve asalet katıyor.
Munzur nehrinin Tunceli’nin kuzeyine düşen tarafındaki Fatma Ana en önemli ziyaret yerlerinden biri. Hz. Fâtima-i Zehra Hz. Muhammet’in en küçük kızı. Hz. Muhammed gözünden sakınarak büyüttüğü ve “Ummu Ebiba” yani “Babasının Annesi” dediği Fatima’yı Hz. Ali ile evlendirir. O günün birçok ileri geleni Fatima’ya talip olsa da o Ali’ye vermek istiyordu. Bu evlilikten Hz. Fatima beş evlat sahibi oldu: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ummu Gülsüm ve Muhsin.
Hz. Ali ile Fatima’nın evliliği örnek bir evlilik teşkil eder. Hayatı eşit bir şekilde paylaşarak yaşarlar.
Hz. Fatima vefat etmeden önce vasiyet bırakmış, cenazesinin gece gizlice kaldırılmasını istemiş. Çünkü o kendisini ve ailesini incitenlere küsmüş. En başta da dönemin halifesi olan Ebu Bekir’e. Öyle incitilmiş, öyle derin bir küskünlüğe girmiş ki mezarına bile gelmesinler, yeri bilinmesin diye kırk tane sembolik mezar kazılmasını istemiş.
Ovacık Tunceli merkezine 65 kilometre uzaklıkta. Munzur Nehri’nin yanından, dar ve köyü yeşil bir vadiden geçilerek ulaşılıyor. Ovacık, adı gibi: Munzur ve Mercan Dağları’na sırtını vermiş küçük ama verimli bir ova. Anadolu’nun hiçbir yerinde bu küçüklükte bir ilçede rastlanmayacak canlılık var.
Mercan gözelerine yürümek, Akkoyunlu geleneğini yaşatan köy mezarlıklarını dolaşıp terslale aradıktan sonra, Munzur gözelerine geçmek, sonra da Kırk Merdiven şelalelerini ziyaret unutulmaz bir deneyim.
Hem Munzur hem de Mercan sayıları 40’larla ifade edilen noktadan doğuyor. Bu kaynaklara Tunceli’de ‘göze’ deniyor. Dağın yamacında, kayaların arasından, süt gibi köpürerek yeryüzüne çıkan sular, koca dereleri oluşturuyor. Munzur gözeleri, hem bir piknik alanı hem de aslında dini bir mekân. Gözelerin girişinde, dilek mumları satılıyor, dua ediliyor, kurbanlar kesiliyor, adaklar adanıyor. Onların yanı başında ise rakılı – şaraplı eğlenen piknikçiler var.
Gözeleri dinsel mekan sayan Alevi kardeşlerimiz, uluorta alkol alıp mangal yapan piknikçilerin rahat tavırlarından rahatsız olabiliyorlar.
Munzur üzerinde, özellikle Fatma Ana’nın üst tarafında hidroelektrik santral inşa etme rüyası gören enerjicilerin hevesi kursaklarında kalmış. “Gerekirse Munzur kan akar ama halk buna izin vermez, kutsalına dokundurmaz” diyordu konuştuklarımız.
Vali de bu güçlü hassasiyeti iyi yakalamış ve ilk günden itibaren karşı çıkmış hidroelektrik santral projelerine. Aynı şekilde dağlarda maden aramaya gelenler de hüsrana uğruyorlarmış. Dağın Erzincan tarafında zengin madenler işletilirken Tunceli halkı kendi topraklarına, dağlarına kimseyi yanaştırmamış.
Sorun elektrik arzı ise hemen kentin Elazığ’a açılan kapısında görkemli bir Keban Barajı duruyor. 1975’te kurulduğunda Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 25’ini karşılıyordu. Şimdi bu oran yüzde 8’e düştü. Dolayısıyla, gereken enerji buradan rahatlıkla Tunceli’ye iletilebilir. Barajlı HES’lerde üretim maliyetleri çok düşük. Tabii ki, EUAŞ’ın bunu doğalgaz ve kömür santralleriyle pacallaması gerekiyor.
Keban’ı gezerken aklımıza hemen kendisini “barajlar kralı” ilan eden rahmetli Süleyman Demirel geliyor. Haklı olarak en çok övündüğü projelerden biriydi Keban. Bence kadirsinaslık gereği Keban’ın hakim tepesine onun bir heykeli dikilmeli ki sonsuza kadar seyredebilsin tepeden eserlerinden birisini.
Tunceli’de yaygın olan Alevi inancına göre dağ keçileri kutsal. Bu nedenle avlanmaları, toplumun yazılı olmayan kurallarıyla yasaklanmış. Buna rağmen avlayanlar ise yine yazılı olmayan kurallarla cezalandırılıyor. Cezayı kesen, “dede” olarak adlandırılan Alevi toplumundaki inanç önderleri.
Dağ keçilerini öldürenler günah işlemiş kabul ediliyor. ‘Yol düşkünü’ sayılıyorlar. Ceme alınmaz, günahını tövbe etmeden dede yanına almaz, elini öptürmez. Toplumdan soyutlanıyor, kovuluyor. ‘Niye öldürdün, sıkıntın neydi? Kapında davarın var, onu kes ye” diye söylenir onlara.
Erenlerin davarı sayılmış Sarık Zivam, Şeyh Ahmet Dede, Düzgün Baba, Ana Fatma’nın keçileri. Bu kutsal kişilerin isimlerini vermişler ki kimse öldürmesin.
Karşılaştığım doğa harikası, sıcak ve eğitimli insanlar, leziz mutfak, insan ve doğa odaklı Alevi kültürü, geçmişten ders almış, şimdi halkına daha şefkatli ve kalkınma projeleri ile yaklaşmaya çalışan devlet, onun yöneticileri ve dinlediğim onlarca farklı hikaye, kalkınmaya ve ülkenin ayrımsız birinci sınıf vatandaşı olmaya susamışlık beni fahri Tunceli hemşehriliğini hemen benimsemeye sevk etti.
Bu bölgede dört yıl etkili bir görevde bulunmuş Mülkiye’den sevdiğim bir sınıf arkadaşım diyor ki: “Önceden sana söylenenler ile gördüklerin arasındaki farkın temel nedeni doğru bilgiye ulaşmaktaki sıkıntı ile ilgili. Bilginin duygu ve teknolojiyle harmanlanarak algıya dönüştürülmesi, bu algının yönetilmesi çok önemli bu bölgede. Genel kabul görmüş düşüncelerin dışındaki analizler ve bu analizlere tepkilere karşı ‘acaba nerede yanlış yaptım’ duygusuna kapılma, manipülasyon ve dezenformasyon riski bizleri tereddüde sevk ediyor. Gerçek ile algı arasındaki uçurumu büyütüyor, sorunlara doğru çözümü de gölgeliyor bu durum.”
Evet, daha ülkemizde keşfedilmeyi, tarihi gizemden, önyargılardan, yanlış bilgilerden sıyırmayı, doğru tesbitlerle yeniden keşfedilmeyi bekleyen çok yer, olgu ve sorun var. Tunceli ziyaretim bu çerçevede bana önemli bir katkı sağladı, o yüzden izlenimlerimi sizlerle de paylaşmayı istedim.