Dikkat: İstanbul Tiyatro Festivali’nde ‘Oyun Çıkışı’ sohbet var
27. İstanbul Tiyatro Festivali'nde, 'nadir görülen bir sanat olayı olarak' nitelendirilen Hofesh Shechter Topluluğu'nun 'Çifte Cinayet'i önceki gün ve dün sahnelendi. Koynumuza sokup eve götürme duygusu yaratan bir işti.
Çağdaş koreograf ve müzisyen Hofesh Shechter’in namı kendisinden önce gelmişti şehre, 14 Kasım gecesi Zorlu PSM’de, oturduğum yere kilitlenip izlediğim gösteriden çıktığımda “Vay be, anlatıldığı kadar varmış!” diyordum içimden. Yerim bir parça gerideydi, haliyle dansçıların çok görmek istediğim ifadelerine, yakından hâkim olamadım. Ama 27. İstanbul Tiyatro Festivali’nin –bence şu ana kadar gördüğümüz en parlak işi- ‘Çifte Cinayet’in ilk bölümünü şu pozisyonda neredeyse kımıldamadan izledim: Üst bedenimi öne doğru uzatıp, dirseklerimi dizlerime, ellerimi çeneme dayayarak ve son dakikalarına kadar kafamı bile pek oynatmayarak. Haftada en az bir sahne işi izliyorum, belki de 10 senedir falan bu kadar kımıldamadan sahneye kilitlendiğim bir gösteriyle karşılaşmadım.
İkinci yarıdan benzer hislerle ayrılmadıysam da Hofesh Shechter’in gerçekten büyük bir ‘sahne ve ses yaratığı’ olduğunu öğrenmiş bir kafayla uzaklaştım Zorlu PSM’den. Gösteriden çıktığımızda Mimar Sinan Üniversitesi Çağdaş Dans Bölümü Başkanı, dansa büyük bir şefkat ve aşkla bağlı olduğunu bildiğim, yetenekli koreograf Tuğçe Tuna bizimle oyunu konuşurken ayakları bir yandan dans halindeydi: “Oh be, mis gibiydi! Ben alır götürürüm bu işi eve yanımda.”
Galiba biz de götürdük yanımızda farkında olmadan: Oyundan ayrıldıktan iki saat sonra, birlikte izlediğim tiyatro insanı arkadaşlarımızla hâlâ oyundan anları, müziği, ışık tasarımını, dansçıların maharetini konuşuyorduk. Sabah uyandığımızda birbirimizle gösterinin YouTube kayıtlarını paylaşıyorduk. Keşke tüm gösterinin müzikleri de bir yerlerde olsa da ‘loop’a alsam diyorum bu yazıyı yazarken içimden…
Dansçılardan birinin elinde mikrofon, pandemi sonrası bir araya gelebilmenin rahatlığını neşeli ifadelerle kutlaması ve tüm salonu “Hurrey” diye bağırtmasıyla geldi açılış. Bizi birbirimize ve ortama ısındırmaya çalışıyorlar sanırım, dedim içimden. Sonra ‘Can Can’ dansının o bildik, oyunbaz, neşeli müziği sardı salonu. Dansçılar bir kabare, bir sirk atmosferindeymişçesine dansa daldı. Sonrası… Oyuna girmeden önce biliyorduk; ‘Çifte Cinayet’; ‘Palyaçolar’ ve ‘Çözüm’ adlı iki ayrı bölümden oluşuyordu. Tanıtım yazılarından, ilk kısım olan ‘Palyaçolar’da şiddete duyarsızlaşan halimizi handiyse bir delilik hali içinde anlatacaklarına dair bir beklentiye girmiştim. ‘Çözüm’deyse insanlığı daha şefkatli bir tona davet edeceklerini bekliyordum.
Topluluğun kurucusu, yıldız koreograf Shechter’in aynı zamanda müzisyen olduğunu da biliyordum. Yine de bu kadar yaşayan; karşımızda kâh ışık tasarımıyla canlı canlı tablolar çizen, kâh o anda notaları insan bedenleriyle yazılırmış gibi müzik üreten, bir noktadan sonra gittikçe vahşileşip tüylerimizi diken diken edecek sonra da usulca başımızı okşayacak bir iş beklemiyordum.
‘Çağdaş dans’ (ve dansçılar) kendimi bildiğimden beri özendiğim ama uzun bir süredir de ‘anlam aramayı’ bıraktığım bir alan. Bana hep, bedenin sözle kısıtlanmadan, istediği gibi konuşmasının yegâne yolu gibi gelir, çağdaş dans. Yine de izlerken “Peki buradan ne anlamalıyız?” kıskacına kesinlikle kapılmamak gerektiğini düşünürüm. Hofesh Schechter’in ‘dans eden palyaçolarını’ izlerken, karşımda delirmişçesine eğlenirken bir yandan da topluca öldürme makinesine dönüşmüş bir küçük kitle vardı. 10 kişilik müthiş yetenekli dans ekibi, çağın vahşeti karşısındaki sıradanlaşmış yaşam akışımızdan –biraz abartılı- bir kesit koydu önümüze. Sahne üstünde bedenleri harekete geçmeden önceki pek çok anda; arkadaki kırmızı perde, tepedeki tatlı, eğlenceli bir sirk göndermesi yapan ışıkların üstüne, önüne, arkasına binen Lee Curran&Richard Godin imzalı ışık tasarımıyla “Ben bir resme mi bakıyorum şu an?” dedirten etkileyici sahneler kurgulandı. Işık huzmeleri fırça darbeleri gibiydi.
İlk yarıda en çok çarpıldığım, bu yazıyı yazarken arkada dinlediğim müzik ise yer yer ilkel savaş kabilelerinin tam tamlarından devasa orduların yaklaşan ayak seslerine ve en nihayetinde de gelişmiş teknolojili öldürme makinelerine götürdü beni. O esnada ‘palyaçolar’ hem eğlenmeye hem öldürmeye seri bir şekilde devam ediyordu sahnede. Ama kişisel olarak en çok çarpıldığım detay, Hofesh Schechter’in kendi bestesi olan müziklerin sanki o esnada sahnedeki dansçılar tarafından ayaklarıyla kollarıyla kafalarıyla notalara basmak suretiyle yazılmakta olduğu duygusuydu. Müzikle dans etmiyorlardı sanki de müzik; sahnedeki dansçılarla, onlar sayesinde yükseliyordu.
Gösterinin ikinci yarısı –seyircilerin kimisi tam tersi görüşte- beni duygusal olarak, bu ilk bölüm kadar sarsmadı. ‘Çözüm’de bize gaddarlık ve vahşet kadar şifanın ve iyilik halinin, birbirimize iyi gelmenin de yine insanın kendisinde olduğunu anımsatıyordu topluluk. Az önceki silah sesleri, uygun adım yürüyüş hissi, taramalı tüfekler falan yerini dingin müziklere bırakmıştı. Bu kez birbirini gırtlaklayan değil, sarılan, dokunan, şefkatini paylaşan bir topluluktu karşımızdaki. Sonrasında seyirciyle kurdukları temasla da birlikte bana çağrıştırdıkları; spiritüel öğretilerin etrafında bir araya gelen yeni nesil topluluklar oldu. Bana pek hitap etmeyen ve biraz da sahte gelen bu ‘iyi olalım/şifalanalım’ öğretilerine gitti aklım.
Topluluğun çok başka bir duygu ve niyetle “İnsanın insana iyi geleceğini” söylemek istediğine eminim. Yine de ikinci yarının sonundaki sarılmalar, temas halleri ve finalde yine bütün tatlılıklarıyla yaptıkları (ama bizde ne yazık ki başarısızlıkla sonuçlanan bir siyasi işarete dönüşen) kalp hareketi, tüylerimi diken diken eden ve hâlâ etkisinden çıkamadığım ilk yarının gücünün yanında naif kaldı. Hatta olmasa da olurmuş gibi geldi bana. Belki de gözümüzün önündeki, çoktan alıştığımız kanlı vahşetin ‘çözüm’ünün bu kadar sade, basit bir şefkat diliyle gelebileceğine inancım kalmadığından…
‘Çifte Cinayet’ bugüne dek gördüğüm en çarpıcı dans tiyatrosu işiydi. Hofesh Schecter’in müziklerini çoktan, ‘takip ettiklerim’e ekledim. Oyun her ruh durumuna ve beklentiye farklı şekilde hitap edecektir. Ama siz bu beklentiden de bağımsız ustalık işi bir dans gösterisi görmek isterseniz bu akşamki gösteriyi izlemeye çalışın.
3 Kasım 2024 - Tiyatro Festivali günlüğü: 2500 yıl geçmiş hala analar çocukları için adalet arıyor
1 Kasım 2024 - ‘Nora (Bir Bebek Evi)’: Sahi Nora bugün nasıl sahnelenmeli?
25 Ekim 2024 - ‘Aramızdaki Mesafe’: Dindar amcadan seküler yeğene uzayan mesafe…