İşin doğasına aykırı gelecek ama sadece para için kısa vadede yoldan çıkmak yerine uzun vadede farklı alanlarda daha iyi işler yaratarak değer yaratmak ilk ve son tercihim olurdu.
İş dünyasında patron şirketinde çalışıyorsanız, patronun kararları, yaptıkları ve her adımı önemlidir. Hatta o işi kabul edip etmeme veya gelecek dönemlerde şirkette kalıp kalmama kararlarınız, çoğu zaman patronunuzun vizyonuna ve şirkete verdiği yöne bağlıdır.
Patronun en basit haliyle bendeki tanımı, iş fikrinin ve işin sahibi olmasıdır. İşi ilk düşünen, riske giren ve girişen, işi büyüten olduğu için de kazançtan da en büyük payın gideceği adrestir.
Yönetici ve patron arasında en büyük fark da; yöneticiye daha iyi bir teklif geldiğinde ya da işi kötü yönettiğinde kaçma şansı varken ya da patron her zaman yollama hakkına sahipken, patronun işini bırakıp gitme olasılığının neredeyse olmamasıdır. Batmadığı veya ortaklar arası kavga ve ayrılıklar olmadığı sürece işi devam eder. Bana göre patronların en önem vermesi gereken konu, işini kimlere emanet ettiği ve beklentilerini net ve açık ortaya koymasıdır. Aynı şey yöneticiler için de geçerlidir.
İlk genel müdür olduğum yıl patronlarımla aramda yazılı olmayan iş anlaşmaları yapmıştım. Bu anlaşma, iki tarafın ortaya koyduğu amaç ve vizyonun ortak olması ile başlamıştı ve birlikte çalışma kuralları, ortak değerler ve hedefler ile devam etmişti. Uzun yıllar bu kurallara uyarak çalıştım.
Genç takımlarla ve işini “doğru” profesyonellere emanet eden patronla çalışmak ile işin ve her kararın çok içinde olan patronla işinizi yönetmek arasında büyük fark vardır.
Sadece para kazanmak amaçlı çalışan ve büyüme için her işe girmek isteyen patronla, gelirini paydaşları ve toplum için sanat, kültür, spor alanında öncülük yapan patronlarla çalışma, keyif olarak fark yaratır. Siz de bu işlerin parçası olmaktan dolayı işinizi severek ve istekli yaparsınız.
İşte ben de uzun yıllar süren kurumsal hayatımda ve katıldığım konferans ve toplantılarda, yurt içinde ve yurt dışında yaptığım gözlemlerden yola çıkarak “Ben patron olsaydım nasıl yönetirdim” sorusunun cevabını vermeye çalıştım.
Eğer ben patron olsaydım, neler yapardım ve neler yapmazdım?
Öncelikle en başta ve her 3-4 yılda bir, 50 yıl-100 yıl sonra şirketimi ve markamı nerede görmek istediğimi hayal ederdim.
Bu hayali kurarken yanıma, hayal kurabilen, şirketten maddi beklentisi olmadan bu vizyona katkı sağlayacak sanatçı, fikir adamı, müzisyen, gazeteci ve yazar gibi özgür düşünen, özgür konuşan ve adımın altında ezilmeyen, saygı duyduğum ve takdir ettiğim insanlardan bir ekip kurardım. Zaman zaman bir araya gelerek uzun vadeli hedeflere gidiş yolunda atılan adımları, önümüze çıkan engelleri ve nasıl aşacağımızı periyodik olarak konuşurdum.
Gelecek hedef ve hayallerimi kilitledikten sonra, bu hayale benimle birlikte yürüyecek ekibi baştan oluştururdum. Eski hedefler ve hayalleri benimsemiş kişilere yenilerini kabul ettirmek zaman ve enerji kaybı olabilir; bazen de imkansız ve büyük bir ayak bağı.
Yine birlikte çalıştığım ve çalışacağım yöneticilerimi, kurmuş olduğumuz marka ve kurum adına, kültürüne ve değerlerine çok uygun olan ve takibe aldığım adaylardan seçer, onları kültürün ve işin ortağı gibi davranmaya teşvik ederdim.
İçeride ve dışarıda yeni kültürümüze ve değerlerimize aykırı geçmiş hikayeleri olan kişilerle görüşmez ve birlikte çalışmazdım. Ben yalnızca işlerin yürümesini sağlayan bir yönetici değil, aynı zamanda etrafımdaki insanların gelişimini destekleyen, ilham veren ve çevresine, kültüre, doğaya katkıda bulunan bir patron olmak isterdim.
Gençlerin iş ve şirket seçerken ilk baktığı şeyin şirketin ve patronun söyledikleri ve yaptıkları olduğunu biliyorum. Elbette, daha çok para için doğaya zarar veren ve ağaçları kesen bir patron için çalışmak yerine daha küçük ama doğaya saygılı, hatta ağaç diken bir patronla ve şirketle çalışmayı tercih edecekler.
Ben patron olsaydım, işim kadar tüm paydaşlarıma eşit değer verir ve zaman ayırırdım. Sadece iş ile ilgili dernek ve kuruluşlarda değil, ilgi alanıma giren veya arayıp bulduğum sosyal ya da sivil toplum alanında işim kadar destekçi ve görünür olup farkındalık yaratırdım.
Yetenek çekme ve tüketici bağlılığı yaratma etkisi olarak, yönetim kurullarında geçirilen vaktin onda birini etki ve fayda işlerine ayırarak işime daha çok fayda ve kişisel tatmin yaratırdım.
Ben patron olsaydım araba koleksiyonumla, özel uçaklarımla, tekne ve villalarımla, yılda kaç para kazanıp listelerde kaçıncı sırada olduğumla ilgili haberlerle değil, tiyatro festivali çıkışında, açık havada bir konserde, Kaz Dağları’nda doğa yürüyüşünde, metrobüs durağında veya sahilde bisikletle seyahat ederken görülmek isterdim.
İşimi olumlu ya da olumsuz etkileyecek ve işimi özgür yönetmekten uzaklaştıracak hiçbir ilişki ve anlaşmaya girişmezdim. İşimi ekibimle ve bağımsız yönetmek için hiçbir taviz almaz ve vermezdim.
Şirket içinde şeffaflığı ve eşitliği korumak için akraba ve eş dost konularından uzak dururdum. Eskiden, üst düzey yöneticilerinin çocuklarının babadan çocuğa hızlı yükselişlerinin etik olmayacağını ve yeni kuşaklar tarafından iyi karşılanmayacağını bilir ve yapılmasına izin vermezdim.
Ekibime şirket amacından çok kişisel markasını ve yıllık paketini birinci sıraya koyan kişileri tercih etmez, takımda bu kişileri tespit edince anlaşmamızdaki madde uyarınca teşekkür edip yollarımı ayırırdım.
Ekibimden beklentilerimi çok net belirler ve orta ve uzun dönem hedeflerini çok net bir şekilde anlaşmaya yazardım.
Tüm paydaşlarla samimi ve güvene dayalı bir ilişki kurardım. Patronlar da bizler gibi en çok güvendikleri insanlarla çalışmayı tercih eder. İşte bu bazen iyi yetenekleri ve başka opsiyonları kaçırmamıza da neden olur.
Güven duymak 20-25 yıldır aynı kişilere bağlı olmak ve onlarla devam etmek zorunluluğu anlamına gelmez. Finans ve denetim gibi kontrol noktalarına en güvenilir ve testten geçmiş yöneticilerinizi koyarsanız iş ve şirketleri yönetecek kişi seçimlerinde daha özgür olabilirsiniz.
Siz yeni bir göreve geldiğinizde size bağlı kişilerin tamamı en az 20 yıldır o işte ve pozisyonda ise sizden çok patron onlar olacaktır. Sizi ikna etmek için her yolu denerler. Yılların tecrübesi ve hikayesi bu deneyimi verir hatta korku bile yaratır.
Kadroyu sizin kafanıza ve amaçlarınıza uygun taze ve atak genç bir kadroyla yenilemekte fayda var. Patronluk risk almayı sevmeyi gerektirir; özellikle işi yöneteceğiniz kişilerde kararlar sizden öncekilerin ve büyüklerin değil, sizin olmalıdır. Çünkü artık sizin vizyonunuz ve hayalleriniz masaya konmalıdır.
Tüm çalışma hayatım boyunca, çalışanlarımla hiçbir zaman dikey değil, yatay bir bağ oluşturmayı tercih ettim. Bazıları için hala bu yaklaşımım fazla açık ve fazla gelmiş olabilir.
İşte patronların da böyle çalışması çalışanlarıyla güçlü bir bağ ve tatmin yaratır. Onları sadece işin gereklerini yerine getiren insanlar olarak değil, kendi yaşamları, düşünceleri ve hayalleri olan bireyler olarak görmek çok önemlidir.
Doğanın tüm kaynaklarını ve cömertliğini işler ve şirketlerimiz için kullanmamıza rağmen karşılığında biz ne veriyoruz? Kaynakların sürdürülebilirliği için neler yapıyoruz? Bu soruları kendime ve ekibime her gün sorardım.
Doğaya hunharca zarar veren, ama faaliyet raporlarında bu işlerini hiç anlatmayan ve bu işleri gizlemek için kültüre sanata para döken patronlarla aynı masada olmazdım.
Ben patron olsam ve şirkette tek bir konuya daha çok önem verecek olsam, bu konu mutlaka insan kaynakları ve yetenek yönetimi olurdu. Bu konuyu bizzat ele alır ve takip eder; en büyük bütçeleri bu konuda en iyi danışman ve hocalarla çalışarak kullanırdım.
Şirket ve kurumların yönetimi profesyonellerde olsa da, patronun yaptığı her davranış ve konuşma, en çok artı ve eksi yazabilecek potansiyel başarı veya kriz hikayesidir. Bu konuda dikkatli olur, eğitimler alırdım.
Patronluk hayalimde gençlerin rolü oldukça büyük. Gençlerle çalışmak, onların yaratıcı fikirlerinden beslenmek ve enerjileriyle iş yerinin atmosferini canlandırmak isterdim. Cesur kararlar verir, gençlerden mentorluk alır, onları yönetime koyar, yıllardır aynı işi yapan ve katkı sağlamayan insanlarla son kez el sıkışırdım.
Gençlerin getirdiği yenilikçi yaklaşımlar ve cesur fikirler, bana göre bir şirketin gelişim sürecinde önemli bir yere sahip. Farklı jenerasyonların bir araya geldiği bir iş ortamında, gençlerle tecrübelilerin bilgi alışverişinde bulunmalarını sağlayarak, birbirlerinden öğrenmelerine olanak tanırdım. Bu, yalnızca işe değil, aynı zamanda kurum kültürüne de dinamizm ve çeşitlilik katardı. Özellikle teknolojinin ve dijitalleşmenin bu kadar hızlı değiştiği çağda, bu trendleri anlayan ve bilen gençlerle daha çok yan yana gelir ve çalışırdım.
Ben patron olsaydım en çok çalışanlarımın, müşterilerimin ve tüketicilerin mutluluğu ile çalışmak isterdim. Araştırmalarda çıkan iyileştirme önerilerine en çok parayı harcar, onları mutlu etmek için yapılması gereken aksiyonları takip eder ve yönetimden ısrarlı bir şekilde isterdim.
Bir patron olarak iş dünyasının yanı sıra kültür ve sanat alanlarında da topluma katkı sağlayarak daha fazla insana ulaşmayı hedeflerdim. Şirketimin yalnızca bir ticari kimliği değil, aynı zamanda topluma dokunan, toplumla bir bütün olan bir varlığı olması için çalışırdım. Bazen bu yarattığımız etki başka patronlara ve iş sahiplerine ilham olur ve her alanda iş dünyasının güzel etkileri ortaya çıkar.
Son olarak, hayalimdeki patron figüründe ön planda olan bir diğer konu da para odaklı bir liderlikten uzak durmak. Evet, işin doğasına aykırı gelecek ama sadece para için kısa vadede yoldan çıkmak yerine, uzun vadede farklı alanlarda daha iyi işler yaratarak değer yaratmak ilk ve son tercihim olurdu.
Yaptıklarımızın 3-5 yıl konuşulması ve yok olması yerine nesiller boyu işlerin ve markaların devamlılığını hedeflerdim.
Ülkem için yaratacağım katma değerin ve tüm paydaşlarım ile ailem için oluşturacağım itibarın önüne hiçbir şeyi koymazdım.
4 Kasım 2024 - Para veren patrondan ilham veren patrona dönüşmek. Ve ben patron olsaydım
31 Ekim 2024 - Beyoğlu’ndan vazgeçmeyen kaç kişiyiz?
28 Ekim 2024 - Tansiyonum ve kolesterolüm nasıl düştü?
24 Ekim 2024 - Sürdürülebilir olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu mudur?
Tuğrul Ağırbaş Kimdir?
30 yılı aşkın süre ile Türkiye, Rusya ve CIS ülkelerinde FMCG alanında değişik görevler alan Tuğrul Ağırbaş, son 20 yıldır Efes’in global marka olma, satınalma ve birleşme projeleri ve yeni pazarlara giriş işlerini yürüten ekipte, büyüme odaklı projelere liderlik yapmıştır.
Pertevniyal Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu olan Tuğrul Ağırbaş öğrenim hayatı boyunca Kapalıçarşı’da değişik alanlarda çalışarak, ticareti ve tüketici davranışlarını öğrenme şansına sahip oldu.
İş hayatına 1990 yılına Anadolu Efes’te Pazarlama uzmanı olarak başlayan Ağırbaş, sırasıyla Proje Geliştirme, Satış ve Pazarlama’da görev aldıktan sonra, son olarak da değişik ülkelerde 16 yıl boyunca Genel Müdürlük görevlerini sürdürdü.
Anadolu Efes’in Rusya operayonunu 10 yıl boyunca yönetti ve dünyanın en büyük bira pazarlarından biri olan Rusya’da satınalma ve birleşmelerle firma pazar payını ikinciliğe taşıyan ekibe liderlik yaptı. Türkiye,Rusya ve çalıştığı diğer ülkelerde büyüme odağıyla çok sayıda yeniliği ve markayı tüketicisiyle buluşturdu.
Efes Türkiye Genel Müdürlük görevini yürüttüğü dönemde ise, marka ve kurumun topluma katkısını büyütme amaçlı, pazarı büyütmeye yönelik, bira kültürü oluşturma ve inovasyon, kültür, sanat, turizm ve spor alanında çok sayıda projeye öncülük etmiş ve tüm paydaşlara katkı sağlayan stratejileri hayata geçirmiştir.
İnovasyon ve yeni ürünlerin hem hızını artırma hem de etkisini büyütme amaçlı, inovasyon ve kurum içi girişimcilik çalışmalarını yapılandırarak ve ekosistemdeki çok sayıda girişimle işbirliği kurarak, Efes’in Start-Up dostu şirket olması yönünde çalışmalara öncülük etmiştir.
Halen çalışmalarını yurtiçi ve yurtdışı şirket ve girişimlere danışmanlık ve üst düzey yöneticilere koçluk yaparak sürdürmekte olan Ağırbaş, Türkiye’de kurumsal şirketlerin, girişimci kurumlara dönüşmesi vizyonu ile 2018’de kurulan ‘ Girişimci Kurumlar Platformu’nun danışma kurulu üyesi ve başkanıdır.
2022 sonunda, ortağı Zeynep Kurmuş ile birlikte, 40+ yaş ve kurumsal deneyimi olanlar için, birikmiş deneyim ve tecrübelerin yeni işlere ve girişimlere dönüşmesini sağlayan, üretim ve paketleme kampı Genwise girişimini hayata geçirmiştir.
Köylerde, çocuktan başlayarak tüm topluma yayılacak yenilikçi bir eğitim anlayışını hayata geçirmek için 2016’da kurulan Köy Okulları Değişim Ağı- KODA’nın yönetim kurulunda görev almaktadır.